
Gölgeden çık, aklınla yürü CHP
“İnsan, çevresinin gölgesinde değil, kendi aklının ışığında yaşamalıdır. Ahlak, toplumun rengine göre değişmemeli; özgür düşüncenin ürünü olmalıdır.” John Locke’un bu sözü, yalnızca bireysel özgürlüğün değil, siyasetin ve toplumsal vicdanın da pusulası olmalı.
Fakat bugün dönüp CHP’ye ve onun seçmen tabanına baktığımızda, aklın ışığında değil, geçmişin gölgesinde yürüyen bir kitlenin sancılarını görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi, adıyla müsemma şekilde bir halk hareketinin, bir aydınlanma projesinin taşıyıcısıydı bir zamanlar. Fakat bugün geldiğimiz noktada, o proje ne yazık ki eski zaferlerin hatıralarıyla oyalanan bir nostaljiye dönüşmüş durumda. Parti yönetimi hâlâ değişim dediğinde sadece isim değiştiriyor; zihniyet değil.
Gençlikten, dinamizmden ve reformdan bahsediyor ama parti içi kararlar hâlâ dar bir klik tarafından belirleniyor. Yani halkın değil, “çevrenin gölgesi” belirliyor yönü. Daha da vahimi, seçmen davranışında saklı. CHP’li seçmenin büyük bir bölümü, kendi partisinin yanlışlarını açıkça dile getirmekten imtina ediyor. Parti içindeki kayırmacılığı, liyakatsiz atamaları, halktan kopmuş üst kadroyu sorgulamak yerine, eleştiriyi “karşı tarafa hizmet” olarak görüyor. Oysa eleştiri, düşmanlık değil; sadakatin bir biçimidir. Sorgulamadan bağlılık, ancak biat olur.
Parti içi demokrasiye gelince… Her kurultay, sanki demokrasi şöleni gibi sunulsa da gerçekte aynı isimlerin, aynı kliklerin sahneye çıkmasıyla sonuçlanıyor. Aday gösterme süreçleri, delege oyunları ve siyasi hesaplarla gölgeleniyor. Ve sonra soruyoruz: Neden halkla bütünleşemiyoruz? Çünkü halk, cam tavanın altından değil, gerçek samimiyetin yüzüne bakmak istiyor. Son yerel seçim başarısının ardından birçok CHP’li, iktidar yürüyüşünün başladığına inandı. Oysa asıl yolculuk şimdi başlıyor ve bu yolculukta “biz iyiyiz, çünkü onlar kötü” anlayışı CHP’yi bir milim ileri götürmez. Kendi hatalarıyla yüzleşemeyen bir parti, halkın güvenini kalıcı olarak kazanamaz.
Bir örnek mi? “Liyakat” diyerek eleştirilen kadrolar, yerel yönetimlerde partizanlıkla benzer atamaları yapabiliyor. Halk bunu görüyor. Fakat partinin içinden bu eleştirileri yapanlara ya kulak verilmiyor ya da susturuluyor. John Locke’un çağrısı burada devreye giriyor. CHP seçmeni artık “bizimkiler yaparsa doğrudur” kolaycılığından çıkmalı. Siyaseti yalnızca Erdoğan karşıtlığı üzerinden şekillendirmek, CHP’yi bir vizyon partisi değil, bir reaksiyon partisi haline getiriyor. Oysa bu ülkenin geleceğini yalnızca neye karşı olduğunuz değil, neye inandığınız belirler.
CHP, yeniden halkın partisi olacaksa; önce halkın arasına dönmeli. Seçimden seçime sokağa çıkan değil, sürekli halkın nabzını tutan bir siyasal organizmaya dönüşmeli. Akademik salonlardan değil, işçi servislerinden, üniversite kantinlerinden ve taşra kahvehanelerinden ses yükseltmeli. Fikir üretmeli, cesur adımlar atmalı, statükoyu içeriden kırmalı. Ve seçmen… CHP’nin gerçek gücü, düşünmeyi seven seçmenindedir.
Ama bu güç, sadece sosyal medyada paylaşım yapmakla değil, partiyi içeriden sorgulamakla işler. Haklı eleştiriyi “ihanet” sayan bir zihin, yalnızca kendi çürümüşlüğünü besler. Kısacası: CHP, ya geçmişin gölgesinde oyalanmayı sürdürecek ya da kendi aklının ışığında yürüyecek. Tercih zamanı çoktan geldi. Belki de geçiyor bile…