
Otoriteyi umursamamak
Hayatı umursamak mı lazım yoksa kayıtsız mı kalmalıyız? Büyük bir soru olduğunu biliyorum. Ancak son zamanlarda gençlerde gördüğüm bir durum bu kayıtsızlık. Ya da öyle görünüyorlar demek istiyorum ama hayır hayır değil. Bir kısmı gerçekten derin bir umursamazlık içinde. Hangi konularda neden umursamaz bir tavır geliştiriyorlar? Ya da neden en azından öyle görünüyorlar. Bunlara bir bakmak lazım. İşin psikoloji tarafı elbette çok önemli ama en azından kendi etrafımdaki umursamazlara bakarak anlatmak istiyorum bunu. Genel anlamda hayata karşı bir duyarsızlık geliştirmişler.
Olan biten onları çok etkilemiyor, hissetmiyorlar. Dedim ya, ya da öyle görünüyorlar. Beni bu durum ürkütüyor. Ama bunda neyin çok etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Evet dijital alemin beslediği beyinler maalesef onları çeken görüntüler hep hayata kendileri için var olmaları gerektiğini anlattı. Bir nörobilimci arkadaşım şöyle dedi; eğer gerekli sevgiyi verirsen, çocukları ne dijital dünya ne bir başkası yenemez. Sanırım bu dijital dünyaya en çok günümüz yetişkinleri yenildi zamanında. Çocuklarla ilgilenmek yerine önlerine ekranları koyan ebeveynler değil miydi? Bu büyük bir rahatlık sağlamadı mı ebeveynlere? Kendisi ilgilenmek yerine dijitale bir bakıcı gibi emanet edilmek hepimizin işine geldi. İtiraf edelim.
Otoriteye karşılar
Ne olursa olsun tüm otoriter cümlelere, otoritelere, otorite kavramına topyekûn karşılar. En umursamadıkları da otorite kavramı. Oysa bizim toplumumuz lider güdümlü toplumdur. Başında bir otorite bir babayı sever. Eski başbakanlardan ve defalarca iktidara gelmiş olan Süleyman Demirel’in bir lakabı da Baba idi. Etrafımda onu öyle gören büyüklerim vardı hatırlıyorum. Biz sürüye çoban verip güden, otağa bir Hakan ile başkanlık eden bir milletiz. Büyüklerin elinden öperiz, öperdik. Oysa şimdi evrilen ve de neredeyse homojenleşen yeni nesilde bunların eridiğini görüyorum. Bundan 20 sene öncesine kadar en modern en solcu ailelerde dahi otorite, aile büyüğü gibi kavramlara değer verilirdi. Türk aile yapısının temeli bilgeliğe dayalı bir kavramdı. Peki bunların kaybolmasında ve gençlerin artık otoriteyi umursamamasında etken kim? Gençlerde mi suç? Yoksa bizler dengeyi mi kuramadık? Bu büyük geçiş evresinde büyüklerimizden aldığımız o adet, örf ve gelenekleri yeni çağa adapte mi edemedik? Gençleri neden anlayamadık? Otoriteye bu kadar kafa tutmaları nedir? Okulda öğretmenlerin en büyük şikayetlerinden biri bu. Eskiden öğretmenler odasından geçerken çekinirdik. Şimdi ise çocuklar yüzlerine bakarken sen kimsin tavrıyla yaklaşıyorlar. Fakat şunu söylemeliyim sorunlar en çok ortaokul ve lise dönemlerindeki çocuklarda karşılaşılıyor. Sonra zamanla bu eriyor. Ancak bu gençlerde hatırı sayılı gruplar da kitle hareketlerinde yer alıyorlar.
Emir vermek emir almak
Değişen ve dönüşen dünyada çok şeyin aynı kalmasını beklemek saflık olacaktır. Biz ne doğuluyuz ne de batılıyız. Bizim genetik kodlarımız var. Liderlik bizim ruhumuzda var. Otoriteye saygı, bilgelik bizim ruhumuzda var. İşte sihirli kelime de tam burada; bilgelik. Biz bilgeliği kaybettik. Büyüklerimiz maalesef kapitalist dünyada o değerli kelimeyi yani bilge olma vasfına erişemediler. Emir verip karşılık görmek isteyen figürler oldular. Korku ile sindirilmiş toplumlar maalesef bir nesil sonra otoriteye baş kaldıran nesilleri yetiştiriyor. Bizler arada kalan nesil olarak ebeveynlerimizden aldığımız emirleri sorgulamaksızın yerine getirdik. Ancak bizim yetiştirdiğimiz nesiller soran ve cevap arayan nesil. Tam ve yerinde cevap veremedik, boşlukta kaldık. Sonradan uyandık ucundan yakalamaya çalıştık. Ara nesil olmanın verdiği bir sancının içindeyiz. Bizler de anne ve babalarımız gibi zaman zaman emir verdik ama bazen de o emirlerimizi yumuşatacak geri dönüşler yaptık. Yani dengeyi, doğruyu kuramadık. Şimdi de çocuklardan salt saygı istemek anlamsız. Bundan sonra yapılacak olan nedir bunlara bakmak lazım.
İtici olan ego
Gençler onları anlayan ego kasmayan, sendenim diyen otorite istiyorlar. Bir insan yetişirken otorite en büyük güvencedir. Otoriteye hepimiz ihtiyaç duyarız belirli bir yaşa kadar. Ama egoyu hissettikleri ve fark ettikleri yerde bu nesilden değil saygı, sevgi de göremezsiniz. Çünkü artık bilgi her yerden ulaşılabilir bir şey. Okulda öğretilen her şey hayatın içindeki her bilgiye ulaşabilen bu neslin bizlerden istediği tek şey kucaklanmak, anlaşılmak ve bu duygularla yönlendirilmek. Bizim geç anladığımız bütün mesele buydu aslında.
Editör

Yağlıboya tablolarında Filistin
Ressam Bedia Kirişçi’nin ‘Mekânın Gerçek Sahipleri’ adlı yağlıboya sergisi cumartesi günü Üsküdar’da açılışı yapılacak. Resimlerin satışından elde edilecek gelir Yeryüzü Doktorları vasıtasıyla Gazze’ye yardım amaçlı harcanacak. 7 Ekim 2023 tarihinden beri Filistin’in onurlu direnişine uzaktan şahitlik ediyoruz. Binlerce Filistinli İsrail tarafından katledildi hala daha katledilmeye devam ediyor. İşte böyle bir süreçte bu katliama tanıklığımızı biraz daha derinleştirecek olan ressamın fırçasında tuvale yansıyanları görmek yeniden idrak etmek belki de biraz olsun katkıda bulunmak için orada olacağız.
Gazze’nin sesini duyurmaya devam
Pazar günü Üsküdar’da Birleşmiş Vicdanlar grubu olarak ellerimizde pankart ve bayraklarla sokaklarda ses çıkarmaya devam edeceğiz. İnsanlık için hepimiz için bu katliam durana dek ayaktayız. Kimse, hele hele kendine devlet diyen bir yapı istediği gibi davranamaz. Çoluk, çocuk, anneler, babalar, kardeşler, dedeler, torunlar çaresizlik içinde her türlü dehşeti görüyorlar. Bizse buna tanıklık etmek zorunda bırakılıyoruz. İsyanımıza pazar günü siz de katılın. Saat 14.oo’de Üsküdar’da buluşmak üzere.
Artı Eksi
Mor salkım
Aşağı yukarı üç veya dört yıl önce eşim iptal olan elektrik direğinin dibine bir mor salkım dikti. Yıllar içinde büyüdü, serpildi balkonda baharda öyle güzel bir görünüm veriyor ki hele hele bu beton şehirde. Epeyce uzadı da. Ancak insanlarımız bir garip bu güzelliğin yan apartmandaki yaşlı amcamız çok uzarsa mahalleyi görmesinin zorlaşacağını düşünerek sitem ediyor. Karşı apartmandaki komşularımıza mor salkımın gelişen dallarını onların demirliğine sarmayı teklif ettik. Böcek, örümcek olur diye istemediler. Dün de aşağıdaki apartmanın önünde duran tek çam ağacını zaman içinde kuruttukları için apartman sahipleri kestirdiler. Artısıyla eksisiyle mahallemizi, caddemizi güzelleştirmeye çalışırken hiç kimsenin katkı sunmaması var olandan rahatsızlık duyması bir garip. Üstelik bu insanlar vakti zamanında köylerinden buralara gelmişler. Ağaç, tarla, yeşillik nedir biliyor olmalılar. Ama öyle değilmiş. Anladım ki; eğer o ağaca insanlar mobilya olarak bakıyormuş. Ihlamur ve benzeri ağaçlara faydalanacağı bir şey olarak bakıyormuş. Oysa doğanın bizim bir parçamız olarak bakmıyorlarmış. Şehirli insan Anadolu insanın da daha fazla yeşili, doğayı seviyor. Ben onu anladım, gördüm.
16 Satır

Gönül bilgeliği
İnsan bilginin de cehaletin de mimarıdır. Öyle ki cihanı donatmış olsa bile kütüphanelerle harf harf yine de çeker içinden şeytanın adını. İnsan yolda olduğunu da unutur sonunda ne olacağını düşünerek ömür tüketir. Başladığı yere geri döner. Yani cehaletin başına. İnsana bir pusula verildiği halde başka kapılara meyleder. Bazen de kendini Kaf Dağının zirvesinde kitaplardan kulelerin üzerinde tüm dünyaya hükmeder zanneder. Oysa bir garip gelir aradan cehaletin kitabını çeker tüm kule yerle bir olur. Cehalet çok okumakla çok bilmekle yenilemez bir ahtapottur. Çok bildikçe bilmediğini bilen insan, bilmediği için yere sertçe basmaktan ar edinen insan cehaletini yener. Usulca bir köşede, vakar içinde sessizce tüm bilgilerin ilk harfini tanıyan insan ürperir bilgisizliğinden. Varlık mekanını terk ettirebilirsen bilgiye ortada ne cahil kalır ne bilge. En büyük cahil gönlünden bihaber olandır. Bilgelik o dur ki cahile bile gönlünü yoklatabilendir. İki hasım bu meydanda hep çarpışıp dururlar ta ki gönül araya girip ikisinin de esamesini silip bilgeliğini ilan edene dek.
Dış Dünyadan
Düğün gibi cenaze
ABD’de bir kadın 39 yaşında ölümcül bir meme kanserine yakalandığını öğreniyor. Doktorundan çok fazla zamanı olmadığını öğrenince yakınlarından özel bir şey istiyor. Bu özel şey cenaze töreninin temasını oluşturuyor. Barbie konseptli bir cenaze hazırlığı yapmalarını söylüyor yakınlarına. Pespembe bir örtü tabutunu kaplıyor. Nedimeler gibi giyinmiş pembe şapkalı kadınlar dikkati çekiyor. Videonun linkini buraya koyacağım merak eden bakar. ABD’de cenaze işleri için kiralanan şirketler var. Orada bu iş değişik bir şekilde hallediliyor. Ceset giydiriliyor, süsleniyor, allanıyor, pullanıyor ve tabutun içinde son kez sevenlerine görücüye çıkıyor. Filmlerden görmüşsünüzdür. Umarım bize gelmez bu cenaze işi şirketleri. Bir bu eksikti çünkü. Baby shower, cadılar bayramı derken arkasına da bu takılmasın. Cenaze mi düğün mü diye ikilem arasında kaldım ilk saniyelerde ta ki tabutu görene kadar. Bizim gayrimüslimlerimiz bile kalkışmaz bunlara. Ama popüler kültür bilinmez neler olacağı. Aman uzak durun. Ölünün ruhuna dua okunur mu? Mezarının başında ne yapmalı filan gibi tartışmalar hala sürerken sadece beğeni almak için bile bunu yapmaya kalkarlar maazallah. Bu arada linkini bıraktım ama linki bile garip baksanıza. Kuru kafa ve kalpler filan.
Periskop

Foto: Nepal’deki Annapurna sıradağları açıklarında bir nehir yatağının görünümünden.
Su temini tehdit altında:
Himalayalar'daki kar miktarı son 23 yılın en düşük seviyesinde. Dünyanın çatısında kar yok. Bu, iki milyar insanın su güvenliğini tehlikeye atabilir. Bir rapora göre, Asya Hindukuş Himalaya dağlarındaki kar örtüsü 23 yılın en düşük seviyesine ulaştı. Bilim adamları Pazartesi günü yayınlanan raporda, bunun su temini için erimiş suya güvenen yaklaşık iki milyar insan için bir tehdit oluşturduğu konusunda uyardılar. Araştırmacılar, bölgedeki mevsimsel kar miktarlarında "önemli bir düşüş" olduğunu fark etmişlerdi. Bangladeş, Çin, Hindistan, Myanmar, Nepal, Afganistan, Pakistan ve Butan'ı içeren Icimod bilim merkezi , karın zemini kapladığı dönemin normalin yüzde 23,6 altında olduğunu söyledi. Şu anda üst üste üçüncü yıldır devam eden eğilim, "neredeyse iki milyar insanın su güvenliğini tehdit ediyor".
Ocak ayının sonlarında kar yağdı
Icimod raporunun baş yazarı Sher Muhammad, AFP haber ajansına verdiği demeçte, bu yılki kar yağışının Ocak ayının sonlarına kadar başlamadığını söyledi. Kışın ortalama olarak düşük kaldı. Bölgedeki birçok ülke şimdiden kuraklık uyarıları yayınladı. Icimod, bölgedeki on iki büyük nehir havzasına bağımlı olan ülkeleri su yönetimini iyileştirmeye çağırdı. Daha güçlü kuraklığa hazırlık, daha iyi erken uyarı sistemleri ve daha fazla bölgesel iş birliği geliştirilmelidir denildi. Afganistan'dan Myanmar'a kadar uzanan Hindukuş Himalaya sıradağları, Kuzey Kutbu ve Antarktika dışındaki en büyük buz ve kar rezervlerine sahiptir. Dünya medyasında birçok yerde yer alan bu haber iklim krizinin kapıda olduğunu gösteriyor. Ancak biz kendi insanımıza bunu anlatmanın zorluğunu çekiyoruz. Tarımsal sulama oranı da çiftçi dostlarımızdan edindiğimiz bilgiye göre iç ege bölgesinde yüzde elli oranında azalmış. Fazlasına il tarım müdürlüğü izin vermiyor. Susuzluk en büyük tehlike. İnsanlığın sonu demektir. İklim krizi birbirine bağlı nedenlerle oluşan bir sonuç. Bir an önce gerekli önlemler alınmazsa dünyanın en fazla 25 senesi kaldı. Hepimiz yanacağız.
Ödev yapmanın kolay yolu mu, akademik dürüstlük mü?
Öğrenme ortamları bize çok sayıda değeri kazandırmayı amaçlar. Okula neden gideriz? Eğitim bizi nasıl bir gelecek için şekillendirir hiç düşündünüz mü? Amaç not alıp sınıf geçmek değildir. Amaç olgunluğa giden yolda temel insani değerler hakkında bilgi sahibi olmak ve ödev gibi uygulamalar aracılığıyla bunun hayat içinde bize ne gibi faydalar sağlayacağını anlamaktır. Aracı amaç haline getirdiğimizde ise aldığımız eğitim içinde bu faydaların izi bile bulunmaz. Amaç sadece not almak, sınıf geçmek ve diploma almaya hak kazanmak olduğunda eğitim hayatı boyunca yürünen yol es geçilmiş demektir. Asıl o yol üzerinde yardımlaşma, saygı, fedakarlık, nezaket, dürüstlük gibi değerler öğrenilir. Bu, sadece derslerle de öğrenilecek bir durum değildir.
Dersler sırasında ve okul içinde gerçekleşen olaylardan, öğretmenlerin hal dilinden, verilen örneklerden, yapılan ödevlerden birebir yaşanılarak öğrenilecek bir durumdur. Eğitim kurumlarının bize sağladığı ana imkan, insani değerlerin kazanılmasıdır. Okula öğrencileri doldurup başına öğretmen koyup mezuniyette toplumun kabul edebileceği insanların çıkmasını bekleyemezsiniz. Bunun için neredeyse her öğrenciyle tek tek ilgilenmek gerekmektedir. Kalabalık sınıf ortamlarında böyle bir ilgiyi göstermek elbette ki kolay değil. Ancak öğrencinin hazırladığı ödev, derste yaptığı sunum her öğrenci hakkında öğretmene fikir verebilmektedir. Öğretmenin elindeki en önemli değerlendirme araçlarından biri olan ödevlerin, yüksek teknoloji desteği ile yapay zeka araçlarına yaptırılması ise bu yolda eğitimcilerin verdiği en büyük savaşlardan birine sebep olmaktadır: Akademik dürüstlüğü ama temelde dürüstlüğü öğrencilerin hayat düsturu haline getirmelerini sağlama savaşı.
Doğan Cüceloğlu "insan dürüst olduğu zaman beyni daha verimli, daha coşkulu, daha yaratıcı çalışıyor. Dürüstlük beynin ihtiyacıdır. Aksi halde beyin, bir tıkanma hali yaşıyor ve stres içine giriyor. Bu durumda akla başka sorular geliyor. Eğer insan bu strese rağmen, dürüst olmadığında daha çok kazanıyorsa neden dürüst olmalı? İnsanın kendine saygı duyması başlıklı bir sonuç, dürüst olmak için insanı yeterince motive eder mi?" diye sorduğunda aslında tam da bugün içinde bulunduğumuz durumu işaret etmişti. Yapay zeka araçlarının hazırladığı metinleri de yakalayan başka yapay zeka araçları varken öğrenciler neden ödevlerinde yapay zekayı bir fikir alma aracı olarak kullanmak yerine onları direkt bu araçlara yaptırıyorlar? Kolay yol bu olduğu için. Günümüz insanı ne yazık ki her şeye kolay yoldan ulaşmayı bir alışkanlık haline getirdi. Kolay ve emek harcamadan kullanılan bu yolun aslında fikir hırsızlığı olduğunu bilmesi bile onu durduramıyor. Dürüst olmayınca da kazanç elde ediliyorsa bu noktada yapay zeka araçları ile hazırlanan ödevlere, emek hırsızlığına kim dur diyecek?
Geleceği, özellikle insani değerler açısından bu kadar tehdit eden bir unsur karşısında, çözüm önerisi olarak bir kez daha "Bilgi Okuryazarlığı" eğitimini vurgulamak istiyorum. Gelişen teknolojinin kullanılması için neredeyse dayattığı sistemler bize ne getiriyor, bizden ne götürüyor iyi değerlendirmek lazım. Çalışmalarda fayda sağlamak, büyük verileri değerlendirmek, fikir vermek, analizleri derinleştirmek gibi insanlığın yararına işletilmediğinde yapay zeka araçlarının fikri mülkiyet haklarını çiğneyen bir yanı da var. Sorusunun cevabını hemen bulan, kopyalayıp yapıştıran ve cevabı okuma zahmetine bile katlanmayan gençliğin öğrenme ve kişisel gelişim problemi yaşaması gibi bir yanı da var. Cevaplar bulunuyor, ödevler yapılıyor ama öğrencide bir değişim gerçekleşmiyor. Çünkü araç, amaç haline geliyor. Yakın zamanda yapılan toplantılarda Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, bilgi okuryazarlığının her ders içinde ele alınan ve etkisi hissettirilen bir yöntem olarak müfredata konulduğunu belirtmişlerdi. İyi niyetli çabalara karşı saygımız sonsuz. Ancak üniversite düzeyinde dahi öğrencilerin araştırma yaparken zorlandığını gördüğümüz için bu bakış açısının artık yeterli gelmediğini bir kez daha belirtmek ve yetkilileri uyarmak istiyorum.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi standartlara uygun kurulmuş ve yöneticisi üniversitede konunun eğitimini almış bir kütüphaneci olan okul kütüphanelerinin yaygınlaşması, öğretmenlerin buradaki basılı ve dijital kaynakları kullanarak dipnotlu ve kaynakçalı şekilde yapılacak ödevler vermeleri, öğrenilenlerin yaşam ile bağlantısının kurulması, bu konuda öğrencilerin olduğu kadar öğretmenlerin ve eğitimde görev alan yöneticilerin de bilinçlendirilmesi tek çıkar yol. Evet uzun, zahmetli ama insani değerlerin kazandırılmasına uygun, kişiyi geliştiren, yaşam amacını gerçekleştirmede ona yardım eden ve fikri mülkiyet haklarına saygılı bir yol bu. İnsanın kendine ve başkalarına saygı duyması, gelişebilmesi ve dünyanın olumlu bir yönde ilerleyebilmesi için yolumuz ister istemez bilgi okuryazarlığı ile kesişecek.
İsterseniz buna bugün başlayalım, isterseniz yarına bırakalım. Seçim sizin. Ödev yapmanın kolay yolunu bulan gençler, yarın toplumda yönetici konumuna geldiklerinde karar almanın da kolay yolunu bularak insanlığı felaketlere sürükleyebilirler. Geç olmadan yapay zekayı, bilgi okuryazarlığının bir aracı halinde ele almamız ve bu konuda milli politikalar üretmemiz gerekmektedir. Gelecek için en büyük tehdit, insani değerlerini yitirmiş insanın ta kendisidir. (Işıl İlknur Sert)