İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Şükran duymamayı öğrenmek

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Son zamanlarda her anlamda benim kontrolümde olduğunu hissettiğim tek şey; köşem. Burada, bu köşede size ne önereceğimi düşünmek hayatımın öyle yoğun bir yerini kaplıyor ki; sadece işim olarak görmüyorum bu yazıları. Her hafta kendimi anlatmamı ve benimle aynı ilgi alanlarına sahip insanlarla buluşmamı sağlayan bu köşenin varlığına minnettarım. 

Böyle duygusal bir giriş yaptım çünkü hayatımda açtığım yeni sayfada şükran duyduğum ve duymadığım şeyleri listelemeye başladım. Mesela bu köşeyi yazabiliyor olmaktan ve sizinle dertleşebilmekten şükran duyuyorum ancak yaşım ilerledikçe seyir zevkimin ve seyir süremin azalıyor olmasından hoşnut değilim. Ya da İstanbul’da yaşıyor olduğum için teşekkür ederim ama trafikte geçen saatlerimin hesabını kime sormalıyım? Bir psikoterapist değilim lakin bence ‘hepimizin hayatının raydan çıktığına şahit olduğu bazı anları vardır’ diyebilmem için sıradan bir insan olmam da yeterli. Böyle anlarda dertleşmek ve çözüm yolu olarak sanatı kullanmak bazen en kolay yöntemmiş gibi geliyor. 

Sanırım olduğum yerden dışarı şöyle bir göz atınca 27’ler Kulübü’ne bu denli yaklaşmış olmanın buhranıyla yeni tatlar aradığımı görebiliyorum. Daha az hüzün, daha az akıl karışması, daha az hayal kırıklığı ve daha fazla gençlik ateşi! Hayatımızdaki insanların hayatı kolaylaştırması gerektiğine inanmaya başladım mesela geçenlerde. Nefes almanın bile mücadele gerektirdiği yıllarda hayatımızda bizim seçimimizle var olan insanların, bizi yer altına itmesine engel olmanın bizim kontrolümüzde olduğunu da yeni yeni öğreniyorum. Ve evet, şükran duyduğum tonlarca şeyi yıllardır sayabilirim ama memnuniyetsizliğimi dışa vurmanın da mümkün olduğunu yakın zamanda öğrendim. 

Kabul etmemeyi, güçlü durmayı, güçlü değilken bile güçlü durmaya çalışmanın asıl zayıflık olduğunu, bazen herkesin yerli yersiz devrilebileceğini ve bunun inanılmaz sıradan olduğunu, bütün bu saydıklarımı kabul etmenin ise çok cesaret gerektirdiğini yavaş yavaş seziyorum. Dedim ya, sizinle dertleşebiliyor olduğum için çok memnunum. Konuyu buraya bağlayacağım için üzgünüm ama içimizdeki devi uyandıracak ve kaybettiğimi düşündüğüm seyir zevkimi hem size hem de kendime kanıtlayacak birkaç film önerim var. 

Sırasız bir şekilde sıralıyorum; lütfen olabildiğince hepsine göz atmaya çalışın: Parlak bir dahi olduğuna inandığım Polanski’den Chinatown, sinema derslerinin vazgeçilmezi Welles’den Citizen Kane, Bergman’ın şaheseri Persona, lise dönemi travmam olan 1932 yapımı Freaks, feminist direnişin çıkardığı tok sesten korkup dönemin yetkilileri tarafından ‘kara listeye’ alınmış Salt of the Earth, beni sebepsizce her izlediğimde ağlatan Breakfast at Tiffany’s. Bu liste size sıkıcı geliyorsa; güzel! 

Hala seyir zevkimden şüphe etmeme gerek yok diyebilir ve kendimi tatmin edebilirim. Ve eğer okumaya devam ederseniz haftaya biraz da ‘kişiyi tatmin edecek ‘o’ noktaya ulaşmak’ üzerine dertleşelim isterim.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...