İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Gönül giydirmek

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Sözün güzelliğine bakar mısınız? Bizim uluların dediği gibi; gönül yapmak, gönül kazanmak, gönül çalmak, gönül ehli, gönülden sevmek çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Artık bilimsel olarak şunu da biliyoruz ki kalp tıpkı beyin gibi düşünen hücrelere sahip. Aynı beyindeki hücreler gibi kalpte de var o hücrelerden. O nedenle hissederek düşünen bir kalbimiz var. Gönül hiçbir dünya dilinde olmayan ve çeviri olarak da maalesef tam karşılığı olmadığından kalp olarak çevirdiğimiz sadece bize ait olan bir kelime. Bu tarafıyla da çok gurur verici. Bu bizim gönül zenginliğimizi ortaya koyuyor. Buyurunuz bir ifade daha çıktı. Gönül insanın tüm benliğini kaplayan insanca yaşamamızı sağlayan en önemli duygu, haslet kanımca. Sadece duygu mu? Sadece bir değer mi? Samiha Ayverdi gönül giydirmek diyor ve şöyle açıyor; iyilik yap, hizmet et, güldür, kuvvetlendir, ferahlık sun, imkân aç. Ama karşılık bekleme, kenara çekil, bununla mutlu ol ve yola devam et. Böyle yaşa, yaşat. 

Akıl ve kalp 

Ben aklı hiçbir zaman duygudan ayıramam. Akılsız kalp olmaz. Olursa meczup olur insan. Leyla gibi dünyada yaşanmaz. Dünya sadece duyguya yer verilecek bir yer olmadığı gibi çoğu insanın acımasızca salt mantıkla yaşamaya çalıştığı o dünya da burası değil. Aklımızı kalbimiz yönetir. Yönetmeli ki gönlü bulalım. Gönlü bir fidelik gibi düşünün. Oraya tohumlar ekersiniz. Sularsınız, besler ve yetiştirirsiniz. Toprak gibi olan gönlümüzü ne kadar beslersek, ayrık otlarından temizlersek orası bereketli ürünler verir. O ürünlerden sadece toprağın kendisi değil eken, biçen de nasiplenir. Başkasının kalbinde sevgi tohumunu ekebilmeliyiz. Başkasının gönlünü sevgi ile giydirmeliyiz. Herkese sevgiden verilmiştir. Ama ondaki sevgi cevherini uyandıramazsak sorumluyuz. Çünkü onun birine yapacağı kötülüğün sebebi de biziz. 

Gönlünü giydir ki 

Akıl kalp kabında yoğrulduğunda gönül ışığı ortaya çıkar. Çünkü duygular akla derki; düşün bakalım nasıl mutlu olacaksın? Hazlarla mı, yoksa ebedi güzelliklerle mi? Önce kendi gönlünü iyilikle, güzellikle, sevgiyle besle ki sen de başkalarının gönlünü giydirebilesin. Kendine gülümsemesini bilmeyen başkasına nasıl tebessüm eder? İçten dışa bir akıştadır gönül. Gönül en çok nefsine karşı gelenleri sever. Hele hele bu zamanda en zor olan dışarıda bir diğerine gönlünde yer açabilmektir. Yüzü sirke satan birine gülümsemek nasıl güzel bir gönül yapmadır bir bilsen. Bütün toplumun gönlünü yapmak gibidir tebessüm etmek. Teşekkür etmek, yer vermek, sıkıntılı olanın yardımına koşmak, hâl hatır sormak. Say say bitmez. Gönüller yapmak istiyoruz da bizi tutan mı var? Gönül yıkmak çok kolay ama ya yapmak hele hele nefsine muhalefet edip kendi gönlünü yapmak en zoru da budur. Bulunduğun durumdan hoşnut değilsen bile şükürler ettiğinde gönlüne bir ferahlık versen ne kapılar açılır bilinmez. Gönül ehli olalım dostlar. Biliyorum zor ama imkânsız değil. Sadece biraz farkındalık ve ısrarla, istikrarla, inançla neden olmasın? Yeter ki derdimiz gönül yapmak olsun. 

Ya gönlü kırılmışlara 

Gönlü kırılmış olanın gönlünü de yapmalıyız. Tıpkı bir başkası Kabe’yi yıksa haşa. Biz öyle bakıp seyredecek miyiz? Elimizdeki bütün gücümüzü seferber edip Kabe’yi yeniden imar etmeyecek miyiz? İşte sen yıkmamış dahi olsan yıkılan bir gönlü yapmak Allah’ın nazar ettiği o kalbi imar etmek hepimizin borcudur. Ama Samiha Ayverdi’nin dediği gibi yaşa ve yaşat. Beklentin olmasın. Çünkü beklenti gönlü yüceltmez. Yücelik, Allah’a bağlanıp, gönülleri giydirmektir. Hep gönle akacak yolları bulmak, hayatının ritmini bunun üzerine kurmak huzurumuzun temelidir vesselam.


Editör 

Gönüllü esaretten habersiz 

Yazar, mütefekkir Samiha Ayverdi ömrünün tamamını bizden görünen içimizdeki düşmanla mücadele etmemiz gerektiğini söyleyerek geçirmiştir. Ebabil Kuşları adlı kitabında bakın bir paragrafta neler yazmış. Buraya aynen aktarıyorum;” İşte ne olduysa vakitsiz öten horozun başını keserler gereğince bu istiklal çöplüğünü eşeleyen zavallılar, gelenin geçenin tekmesiyle kendi topraklarının sürgünü haline geldi. 

Niçin hala bugüne kadar hiçbir aklı evvel çıkıp da: “Biz neden bir Yahudi’nin pençesine düştük” demedi, hala da demeyi düşünmüyor? Allah zalim değildir. Şu hâlde neden Muhammed ümmetinin elini kolunu Yahudi’ye kırdırıyor? Kırdırıyor, zira bu ceza kendini Muhammed ümmeti zannedenlere verilen ikazlı cezanın ta kendisidir ki onlar bunun farkında dahi bulunmuyorlar. Zira kafa kağıdında Müslüman diye yazılı olmak yeterli değildir. Ne yazık ki İslam aleminin çok büyük bir kısmında ahlakı Mustafavi’ye sahip su katılmamış bir iman ve ahlak kaynağı kurumuş bulunmaktadır. Kötü bir siyasi rekabet, ayrı rejimlere yaslanıp İslami birliğinin kudret ve kuvvetinden mahrum kalmak gibi zaaf, takatsizlik ve yarı esir tabi oluş, yabancının zulmüne alenen talip olmanın elim gerçeği olduğundan habersiz bulunmak, işte rehavete düşmüş İslam’ın gafletidir. İşte tam da bugün hem Türkiye’de hem de tüm İslam aleminde yaşanan budur. Kursağımıza kadar girmiş olan Yahudi’ye (Yani Siyonizme) yani celladına aşık bir kurban rolüyle sözde Müslümanlar hayatını özgürlük, zevkü sefa, konfor alanlarını bozmadan devam ettiriyor. 

Peygamber ahlakından bihaber yaşayan sözüm ona şekilci Müslümanlar ve Pozitivist Müslümanlar arasında sıkışıp kalan Türkiye 100 senedir celladına aşık şekilde elini kolunu vermiş durumda. Boykot yapmak bir tarafa esnafta ahlakı kalmamış, herkes yan gelip yatarak emekli maaşı veya memur maaşı alma sevdalısı ya da en acısı ülkesinin değerlerinin bile farkında olmayan bir gençlikle karşı karşıyayız ve bunu yapan Siyonizmi de hala kucaktan indirmek gibi bir derdimiz yok. Mesele an azından nerden başlayabilirim diye sorarsanız haftaya gelecek olan Anneler Günü’nü kabul etmeyerek Siyonizme muhalefet ederek başlayabilirsiniz. Arkası gelir zaten. Yoksa burada sözü kesmezdim zira devam edersem çok ağır olabilir.


Dış Dünyadan 

Tüketime dur de 

Bu bir reklam değil elbette. Bu bir çöplük. Dünyayı nasıl çöplük haline getirdiğimizin bir anıtı. Modanın çöplük anıtı. Sentetik ve kardan yapılmış çarpıcı bir tüketim hastalığının dışa vurumunu simgeleyen çalışma. Bu moda mı? Bu düpedüz çöküşümüz. Medya sanatçısı Jane Morelli tüketimin bizi getirdiği kusmayı yüzümüze çarpmış. Dağlar kadar tekstil atıklarının çevreye verdiği zararın ne olduğunu biliyor muyuz? Bu çöküşe hepimiz katılıyoruz. İşte bu da Siyonizmdir. İster Yahudi yapsın ister Müslüman ne fark eder ki? Benliğini kaptırdığın yerde sen yoksun. O var. Canavara yer açma, tüketme. Bu amaçla üreten markalara dur de. Demelisin.


Artı Eksi 

Araba yıkama 

Üç adet aracı evinin önünde saatlerce yıkadı. Bir panelvan araç diğer ikisi de binek olmak üzere foşur foşur fütursuzca o araçları yıkarken rahatsız olmadı. Karşıdaki komşu müstakil evinin bahçesinde yıkadı bu araçları ben de izledim. O sular aktı da aktı. Şimdi diyeceksiniz ki su parasını sen mi veriyorsun? Hayır işte bu, bu kadar basit bir durum değil. Parasını verebiliyorsun diye o parayı veremeyenin suyundan eksiltemezsin. Bazı şeyler var ki hepimizin ortak kullanım hakkıdır. Su, hava, gökyüzü, deniz, orman kısacası hepimiz ortak kullandığımız şeylere dikkat etmek zorundayız. Su kıtlığının ayyuka çıktığı günümüzde bu kadar rahat kimse su harcayamamalı. Bu konuda mecliste geri çekilen iklim yasasında maddeler vardı. Bunu dahi insanlar demokratik hak ihlali olarak kabul edip isyan ettiler. Her şeyi ne güzel de demokrasiye sığdırıyoruz işimize geldiğinde. Hepimizin suyu aktı, gitti. Yazık günah.


16 Satır

Emanete sahip çıkamadık 

Ey Allah’ım! Musa’ya, İsa’ya, Muhammed Aleyhisselam’ın gönüllerine nurundan bahşettiğin gibi bize de zerresinden nasip et. O ışığa bugün öyle çok ihtiyacımız var ki, ördüğümüz beton duvarlardan kimseyi duyamaz olduk. Gözümüzün önünde kıvrananı görmek yerine ekranlara bakıp iç geçirir olduk. Elimiz ayağımız dondu, kaldı. Oluk oluk akan kanları görüyoruz da harekete geçmemize yetmiyor. Kalbim başka çare yok diyor. İnsan içindeki savaşına yenildi belki dışarıdan gelenle uyanır. Bu duamı bütün insanlığa gönderiyorum, kasıldık kaldık. Sen cennetinden çiçekler, ağaçlar, ırmaklar, mis kokular, dağlar gönderdin. Bizse onları kestik, biçtik, deldik, pislettik. Bulutları verdin yağmur için. Güneşi hediye ettin ısınalım diye. Bizi her şeyden çok düşündün. Sayısız nimet verdin. Onları da piç ettik. Ne kaldı elimizde? Neyi istemeye hakkımız kaldı? Sen her şeyi vermiştin. Biz emanetini koruyamadık. Şimdi hadi sessizce atın çığlıklarınızı. Bir kurtarıcı gelsin diye. Oysa Musa’ya, İsa’ya ve nihayet Muhammed Aleyhisselam’a verilenden bizde de vardı da biz onu koruyamadık. Şimdi! Kopsun kıyamet.


Periskop 

Nike’dan hızlı koşan kadın 

Marka her şey değildir ama azim her şeydir. Bakar mısınız? Nasıl bir baş kaldırıdır; onurluca büyük bir duruş ve koşuştur bu böyle. Böyle bir insanı kim yenebilir ki? Meksikalı bir kabileden olan Maria Lorena Ramirez pahalı spor ayakkabıları ve son teknoloji kıyafetleri ile değil otantik yerel kıyafetleri ve geleneksel sandaletleri ile 50 metrelik ultra maratonu kazanarak bir duruş sergiledi. 2017 yılında maratonu birinci olarak bitirirken kendi özüne selam veriyordu. Çünkü birileri için değil hakikatine koşan insanlar kazanacaktır o bunu biliyordu. Ünlü bir sürü spor giyim markası ona sponsor olmak istemiş ama o bunları şu sözleriyle reddetmiştir; onlar her zaman arkamdalar. Kendimiz olmak her zaman çok kıymetlidir. Zamana direnemeyiz ama bizi satın almak isteyenlere, değiştirmek isteyenlere karşı koşabiliriz. Konuyla ilgili videoyu da buraya bırakıyorum isteyen bu müthiş hikâyeyi bir de buradan bakabilir.


 Dijital minimalizm üzerine düşünmek 

Teknolojinin hayatın her alanında bizim yanımızda olması size de artık biraz sıkıcı gelmiyor mu? Akıllı telefonlar, sosyal medya, e-posta ve sayısız uygulama günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu araçlar hayatı kolaylaştırsa da dijital dünyanın sunduğu sınırsız uyarana maruz kalmak bizi gün geçtikçe zihinsel olarak yoruyor ve odaklanmamızı zorlaştırıyor. 

Teknolojinin faydaları tabii ki çok büyük. İşlerimizi daha da hızlandırdığı bir gerçek. Ancak gerçekten bu hıza ihtiyacımız var mı? Bir anlığına durup dinlemek ve nereye koştuğumuzun bilincine varmak gerekmez mi? Son yıllarda yükselen bir yaşam felsefesi olan dijital minimalizm, teknolojiyi daha bilinçli kullanmayı hedefliyor. Herkesin teknoloji yarışında koştuğu günümüzde dijital minimalizm neden önem kazanmaya başladı hiç düşündünüz mü? Dijital minimalizm, teknolojiyi sadece hayata değer kattığı ölçüde ve bilinçli bir şekilde kullanmayı savunan bir yaşam tarzı ve minimalizm felsefesinin dijital ortama uyarlanmış hali olarak tanımlanabilir. 

Amerikalı akademisyen Cal Newport’un aynı adlı kitabıyla popülerleşen bu yaklaşım, bireyleri dijital araçları rastgele değil, amaca uygun bir şekilde kullanmaya teşvik ediyor. Yani dijital minimalizm, teknolojiden tamamen kopmak değil; teknolojiyi kişisel değerlerle uyumlu, amaca yönelik ve sınırlı bir biçimde kullanmak olarak ifade ediliyor. İnsanlar, günde ortalama 3 ila 5 saatini akıllı telefon ekranına bakarak geçiriyor. Sosyal medya bildirimleri, e-posta alarmları, mesajlaşma uygulamaları derken sürekli dikkatimiz bölünüyor. Bu da zihinsel yorgunluk, üretkenlik kaybı, dikkat eksikliği ve hatta anksiyete gibi sorunlara yol açabiliyor. Dijital minimalizm, bu dijital karmaşayı azaltmayı, odaklanmayı artırmayı ve gerçek hayata daha fazla zaman ayırmayı amaçlıyor. 

İlginçtir ki yakın zamanda adına dijital minimalizm denmese de yapılan bazı etkinliklerin teknolojiden uzak gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu günlerde bu yöndeki talebin de artması oldukça ilgi çekici. Ücretli ya da ücretsiz gerçekleşen bu etkinliklere "ekransız sosyalleşme etkinliği" gibi isimler veriliyor. Bu etkinliklerde örgü örme, yemek pişirme, fikir tartışmaları yapma ya da el becerilerine yönelik ürün ortaya koyma yoluna gidiliyor. Sosyal medya uygulamaları üzerinden kitap tanıtımı yapanlara ne demeli? Bu işi neredeyse bir görev haline getiren ve teknoloji üzerinden dijital minimalizm anlayışını sahiplenen bir kitlenin varlığı da oldukça ilginç. 

Kendilerine "booktokers" diyen ve TikTok uygulamasının bir alt topluluğu olan bu grup, videoları kitap tanıtımı için kullanıyorlar. Oldukça eleştirilen içeriklere sahip TikTok uygulaması ile dahi iyi bir amaca hizmet eden çalışmalar yapılabiliyorsa, demektir ki dijitalleşme ve dijital minimalizm kavramları da hayatımızı daha kaliteli yaşamak için elele kullanılabilir. Bu iki örnekte de görüldüğü gibi insanların bir kısmı artık dijital bağımlılığa direnmeye başladı. Bunun nedenleri arasında kişilerde gün geçtikçe odaklanma yetisinin azalması, zihinsel bulanıklığın artması, boş zamanın ekran karşısında geçirilmeye başlanması, teknolojiyle gitgide sağlıksız bir ilişkinin kuruluyor olması göze çarpıyor. Dijital dikkat dağıtıcılar sınırlandığında, kişinin daha derin düşünme ve verimli çalışma kapasitesine ulaştığı bir gerçek. Sürekli bölünmeyen dikkat sayesinde öğrenme kalitesinin artması da söz konusu. 

Bu ise bizi fikir üretimi yapmaya teşvik ediyor. Şu anda dijital içeriklerde, hatta film ve dizilerde yaşanan içerik sıkıntısının çözümü ise aslında buradan ve hayata odaklanmaktan geçmekte. Dijital minimalist yaşam için önerilenler de aslında bizi dijital dünyadan tamamen koparan noktalar değil. Aksine, dijital dünyadan daha verim sağlayıp hayat için daha iyi fikirler bulmayı hedefliyor. Hep aynı bilgilerin dolaşıma sokulması, dramalardaki konuların birbirine benzemesi ve neredeyse herkesin aynı fıkraları, aynı özlü sözleri, aynı şiirleri paylaştığı bir dijital dünyada yeni sözlerin söylenmesini dijital minimalizm teşvik edebiliyor. Kullanmadığınız uygulamaları silmek, bildirimleri sınırlandırmak ya da tamamen kapatmak bu konuda atılabilecek bir adım. Sosyal medya kullanımını sınırlandırıp, mümkünse yüz yüze değilse online toplantılara ağırlık vermek ve insanlarla bu sayede fikir alışverişinde bulunmak dijital minimalizmin bir başka adımı. 

Aynı anda hem televizyon izleyip hem telefonda gezinmek yerine, bir ekranla sınırlı kalmanın, notları dijital yerine kağıt bir deftere almanın, kitapları ekrandan okumak yerine fiziksel kopyalarını tercih etmenin odaklanmayı arttırabileceği söyleniyor. Belki de bu gibi nedenlerle hala kağıt defterler satılabiliyor, kağıda basılmış kitaplar okuyucu bulabiliyor. Ancak aynı şeyleri ansiklopediler ya da gazeteler için söylemek çok mümkün değil. Bu da işin bir diğer ilginç yanı. 

Dijital minimalizm aslında, dijital çağın getirdiği karmaşa karşısında bir denge kurma çabası. Hem üretkenliğimizin artması hem gerçek sosyalleşmenin sağlanması hem de zihinsel huzurumuzu yeniden kazanabilmemiz için dijital minimalizm üzerine biraz daha düşünmemiz, gerçek hayatın daha içinde olmamız gerekiyor. (Doç.Dr. Işıl İlknur Sert)

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...