Yine, yeni Gazze savaşı: Uzun savaşta hiçbir şey değişmedi mi?
İsrail, mart ayından itibaren çeşitli operatif adlar altında sürdürdüğü Gazze saldırılarını geçtiğimiz hafta başka bir boyuta taşıdı. Rezerv kuvvetlere yönelik çağrılardan yeni bir kar operasyonunun olacağını zaten tahmin ediyorduk. Bu yazı yazılırken İsrail silahlı kuvvetlerinin Gazze şeridinin yüzde 75’ni kontrol altına aldığına yönelik açıklamalar da vardı. Mart ayından itibaren Gazze stratejisinin sadece karadan kontrol, Hamas’ın sağ kalan kadrolarının öldürülmesine dayanmadığı da açık. Telaffuz edilen sivil kayıp sayıları korkunç ama özellikle Hamas’ı sıkıştırmak için sivil halkın çeke çeke ölmesini sağlamak, açlığı bir silah haline getirmek gibi eski bir taktiğe sığınıyor İsrail. Bu kontrolle rağmen, sivillere yönelik bu katı cezalandırmaya rağmen ve Muhammed Sinwar gibi isimlerin öldürülmesine rağmen İsrail, hala zafere yaklaşabilmiş değil, Gazze’de nerede duruyorsa orada durmaya devam ediyor. Gazze’ye yönelik gerçekleştirilen operasyonların görünürde bugüne kadar iki amacı oldu: İlki, rehinelerin kurtarılması ve bugüne kadar masada Hamas ile anlaşmak dışında başka bir yöntemle rehinelerin kurtarılması mümkün olmadı. İkincisi, Hamas’ın silahlı bir grup olarak ortadan kalkması. Direnişin ana sebeplerini ortadan kaldırmak, direnişi bitirecek toplumsal bir uzlaşmaya ulaşmak İsrail için çok zor. Netanyahu’nun mahkemelerde sürünmesinden anlayacağımız üzere İsrail daha kendi içindeki kavgayı bitirebilmiş değil. Kavgadan kurtulamıyor, değişimi sağlayamıyor, bölgesel dengelere hükmedemiyor; dolayısıyla Hamas’ı zorlamak için elinde tek bir seçenek kalıyor. Hamas’ı kadrosuzlaştırmak ve Gazze’yi Filistinsizleştirmek. Buna rağmen Netanyahu, operasyonları ya da savaştaki fazları “sonu gelmeyen /sınırsız savaş /uzun savaş” olarak tanımlamaktan hoşlanıyor. Sınırsız ve sonu gelmez bir savaş yapabilme kapasitesi ABD yardımı olmadan İsrail için mümkün mü, bu ayrı bir tartışma konusu. Uzun savaş için- hele ki bu savaş öyle ya da böyle saldırı unsurları taşıyorsa- insan kaynağınız olmalı. Bu tür savaşlarda, hele de sahada suç işleniyorsa vekil aktörler elbette kullanılabilir ama vekil aktörlere yeterince güvenilemez. Savaş ekonomisinde girdinin önemli bir ayağını oluştururlar. İsrail ne bu tür bir ekonomiyi döndürmede ne de bölge dışı vekillere ulaşmada çok başarılı. Gazze’de yaşananlar İsrail’in vekil aktör bulmasını da nispeten daha zor ya da çok maliyetli hale getiriyor.
UZUN SAVAŞIN BEDELİ
Sonu gelmeyecek savaş arayanlar sonu gelmeyecek bir savaş da bulabilirler ve İsrail bugün bu riskle karşı karşıya. Unutulmamalı, uzun savaşlar köklü nefretler yaratır. Geçen hafta Türkiye saati ile perşembe sabahı Washington’da iki İsrailli elçilik çalışanına karşı düzenlenen saldırı bunu akla getirdi. Saldırının (-ki terör eylemleri herkesin kullanımına açıktır, amacının ötesinde sebeplerle de sömürülebilir) İsrail’in bazı Avrupalı başkentlerle diplomatik sorunlar yaşadığı günlerde gelmesi zamanlaması açısından bizi düşündürüyor. Tam da Batılı başkentlerin İsrailli vatandaşlar için artık çok güvenli olmadığı söylenirken, saldırıyla beraber konu Gazze savaşının vahşetinden kolayca anti-Semitizm tartışmalarına kayabiliyor çünkü. Ancak kim saldırıyı hangi saikle gerçekleştirirse gerçekleştirsin, kim hangi saikle kullanırsa kullansın, ölümler gerçek. Hem Gazze’deki hem de Washington’daki. İsrail toplumu yıllarca güvensizlik ve yalnızlık algısı üzerinden İsrail devletinin yayılmacı politikalarına cevaz verdi. Oysa İsrail çok uzun bir zamandır yalnız ve güvensiz değildi; ilk kez güvensizlik ve yalnızlık İsrail’in kapısını çalıyor ve bu haleti ruhiye görüldüğü üzere bir gerçekliğe dayanıyor. Uzun savaş demek bu güvensizlik duygusu altında sınanmaya devam etmek demek. İsrail elbette kendini İsrail vatandaşları için bir hapishane dönüştürebilir eğer 1960’lardaki gibi bir radikalizm geri dönerse. Ama bir devletin toplumu için bunu arzu ettiğini, toplumunu buna hazırladığını görmek, toplumun da bunu bir türlü değiştirememesi o devletin ve toplumun zayıflıkları konusunda bize çok şey söylüyor. İsrail, saldırıyı anti-Semitist eylem olarak etiketledi ama üzerinde çok durup, tepinmedi. Bu önemsememe, hatta ABD’deki önemsememe hali bize zayıflık ve zafiyetlerin açığa çıkması babında aslında konunun ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor.
ABD-İRAN, ABD-SUUDİ ARABİSTAN TEMASLARI
İsrail lehine gitmeyen bölgesel konjonktürü Gazze’deki vahşet üzerinden değiştirmeye çalışmak ise Tel Aviv için beyhude ve bunu kibar söylemek mümkün değil, zavallıca bir çaba. Trump’ın meşhur Ortadoğu turundan itibaren kamuoyuna açık bir biçimde Tel Aviv ve Washington arasına kara kedi girmiş gözüküyor. Taraflar, aralarının açıldığıyla ilgili yorum yapmaktan kaçınıyorlar. Hatta ABD-İran nükleer müzakerelerinin bir başka raundu Roma’da yapılırken Netanyahu ve Trump’ın telefonla konuştuğu, yani uzun bir süreden sonra tekrar birbirleriyle temas kurduğu basına yansıdı. Tel Aviv ve Washington, İran’ın nükleer silah sahibi olmayacağı konusunda birbirlerini temin etmişler. Aman ne büyük sürpriz. Muhtemelen birileri o sırada Tahran’ı arasaydı, İran da nükleer silaha sahip olmak gibi bir arzusu olmadığını söylerdi. Tel Aviv, nükleer meselenin teknik açılardan son derece karmaşık bir konu olduğunu biliyordur. Mesele silaha sahip olmak ve olmamak kadar basit iki seçenek arasında tercih yapma meselesi değil elbette. ABD’de Trump yönetimi gibi, JCPOA anlaşmasını yırtıp atmış bir yönetimin, İran ile masaya oturmak zorunda kalmış olması dahi işin sadece bomba ile ilgili olmadığını gösteriyor.
İsrail, ABD’nin İran ile anlaşmak istediğinin farkında. Bu anlaşma muhtemelen İran üzerindeki tüm baskıyı kaldırmayacak ama İran’a bir şeyler verecek. ABD-Suudi Arabistan arasında nükleer işbirliğini de kapsayan müzakerelerin çok yolunda gitmesi, hatta ABD yönetiminin Suudi-İsrail normalleşmesi şartını masadan kaldırması bize ABD’nin İran’ın anlaşmayla /anlaşma yolunda elde edeceklerini bölgede dengeleme için hazırlık yaptığını da gösteriyor. Bu belki, nükleer silahın yayıldığı değil ama nükleer teknolojinin yayıldığı (uzmanlar buna enrichment proliferation diyorlar) bir gelecek olabilir. Dolayısıyla bölgede teknoloji üzerinden kazançlar yeniden dağılacak ve İsrail’in ne kazançları ne de yeniden dağıtımı engelleyemediği görülecek. İsrail- sadece Netanyahu hükümetin de teşekkül olmayan geçmişte- bu gelişmeyi önlemek için ABD nezdinde çok çaba harcadı. Hamas ile Gazze’de sürdürdüğü mücadeleyi bölgedeki bu gelişmeye bağlama ve ABD nezdinde Gazze’de kazandığı desteği bölgedeki müzakereleri önleme, sınırlama aracı olarak kullanma çabası ise sonuç vermiyor. Geçen hafta ABD basınında çıkan konu ile ilgili köşe yazıları Trump’ın uzun savaş kavramından hoşlanmadığını vurguluyordu. Trump kısa sürede elde edilmiş ve kazançlı zaferleri seviyor, uzun savaşların bir durağında treni terk etmesi ise çok muhtemel. Bu açıdan İsrail’in Gazze stratejisi bölgesel rakiplerini sınırlandırma stratejine bağlantılı hale getirme taktiği ABD engeline takılıyor. ABD’nin müsaade ettiği tek tırmandırma alanı Gazze’de ise kan gövdeyi götürüyor.
ABD BÖLGEDE STRATEJİ DEĞİŞTİRİNCE AVRUPA SES Mİ ÇIKARTTI?
Geçtiğimiz hafta, ilginç bir şekilde Gazze’de bilmem kaçıncı katliam gerçekleşirken, AB, İngiltere, Fransa, Kanada hareketlendi ve İsrail’in Gazze politikasının kabul edilmez olduğunu duyurdu. AB, İsrail’i yaptırım uygulamak ve Serbest Ticaret Anlaşmasını askıya almakla tehdit etti. İngiltere, Serbest Ticaret Anlaşması görüşmelerini durdurdu. Diplomatlar karşılıklı geri çekildi. Hayırdır, demek gerekiyor. İsrail’in stratejisinde bir değişiklik yok. Katar’daki rehinelerle ilgili görüşmeleri yokuşa sürmeye ve Gazze’de -sonuçları açısından başarısız- ama insani maliyeti açısından son derece ağır politikalarını devam ettirmeye devam ediyorlar. Avrupalı/Batılı aktörler, neden birdenbire İsrail’e karşı ses yükseltme gereği duydular. Bu noktada ABD’nin Ortadoğu politikasındaki dönüşümün Avrupa’nın dikkatini çektiğini söyleyenler var. Yemen’de Husilerle anlaşma (ki bu anlaşma İsrail’e yönelik saldırıları durdurmuyordu) ve İran ile masaya oturma, ABD’nin başarısız İran politikasını başarılı hale getirme stratejisi olarak okunabilir ama Trump yönetiminin Hamas nedeniyle teröre destek veren ülke olarak nitelendirdiği Katar’ı bağrına bastığı dikkatli gözlerden kaçmadı. Katar şeyhinin ABD Havva Kuvvetlerine armağan ettiği jet yüzünden Trump’ın gönlünü kazandığı esprisi ile geçiştirilmeyecek kadar önemli bir değişim bu. Ya Suriye rejimine yönelik tüm yaptırımların kaldırılması kararına ne denmeli. Trump, Şara ile görüşürken de sonrasında ABD resmi olarak yaptırımları kaldırırken de İsrail ile normalleşme şartını koşmadı. Tarafların zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu arada Washington’un derinleşen Şam-Türkiye ilişkilerini engellemek için bir şey yapmadığını da görüyoruz. Erdoğan’ın Suriye’yi kazanması konusunda Trump’ın espri yaptığını da hatırlarsak zaten ABD’nin bu derinleşmeden memnuniyetsiz olmadığı da anlaşılacaktır. Suriye’de İsrail ve Türkiye arasında bir çatışmayı da Washington istemediğini söylediği andan itibaren ki Bakü’de de-eskalasyon/tansiyon düşürme görüşmeleri Ankara ve Tel Aviv arasında devam ediyor- İsrail’in Suriye’de eli sınırlanmış oluyor. Yeni Suriye’nin oluşumu, İsrailsiz gerçekleşecek görünüyor. Bölgede uzun savaş demek, bölgede tek sorun çıkartan, istikrarsızlaştırıcı aktör olarak kalmak demek. Gazze’de bebek ve yaşlıları açlıkla öldürürken, buna değerli yalnızlık da demek mümkün değil. Yine de kaybeden aktörün kaybettiğini kabul etmesi çok güç oluyor. Konjonktür çok kaygan olduğundan da İsrail bir şekilde giderek küçülen ümitlerini canlı tutmaya kendini zorluyor.