En Türk özelliklerimiz; Türkçe düşünmektir
Türklerin birçok özelliği var. Hemen şuracıkta sayabileceğimiz içtenlik, cana yakın olma, duygusal, misafirperver, ataklık gibi dışarıdan görülebilen, fakında olunabilen özelliklerimiz. Bunlar ilk etapta dikkat çeken özelliklerimiz. Akdeniz insanı genelde zaten el kol hareketleriyle de kendini belli eder ve heyecanını tutamaz. Bizim erkeğimiz, kadınımız, çocuğumuz duygusaldır, ani refleks geliştirir, hemen yardımcı olmaya çalışır. Geçen hafta 7.si düzenlenen Etnospor kültür festivalinde çok güzel bir soruyla Cumhurbaşkanımız karşı karşıya kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir çocuk soru yöneltti. Soru şu; en Türk özelliğiniz nedir? Kendisi de “Güzel konuşurum” dedi. Yani etkili konuşurum kitleleri hitabetimle tesir altına alabilirim demek istedi. Alt metinde bunlar yazıyordu. O halde hep birlikte düşünelim; “En Türk özelliğiniz nedir? “
Türkçe
Bir makalede merhum Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı, dil ve devlet şeklinde teşkilatlanabilme, ordu yönetme becerisi ve ırkçılıktan, soy saplantısından uzak olma Türklerin tarih boyunca süreklilik gösteren temel özellikleri olmuştur, diyor. Buna katılmamak mümkün mü? Bizi esasen bir arada tutan en büyük özelliğimiz dilimiz Türkçedir. Bunun çok büyük bir zenginlik olduğunu ilerleyen yıllarda daha iyi anlayacağız. Zira Sovyet Sosyalist Birliği zamanında bağımsız olamayan Türk boyları baskılanmıştır. Hepsi komünist Rus rejiminde ister istemez dil, din ve geleneklerini yaşamak konusunda rahat olamamışlardır. Ancak bu dezavantajın da gözükmeyen bir avantaj kısmı olmuştur. Bu kadim Türk toplulukları kendilerini Rus emperyalizminden korumak için içlerine kapanmışlardır. Bu da onların özellikle gelenekler ve görenekler konusunda asimile olmalarını engellemiştir. Burada en büyük etken Türkçe olmuştur. Türkçenin hayatın her noktasında eşyasından, duygusuna kadar manilerine, türkülerine, ezgilerine kadar var olmaya devam etmiştir. Dışarıda okulda, devlet işlerinde ve işyerlerinde Rusça konuşsalar da aile içinde kendi mahallelerinde Türkçeyi asla bırakmamışlardır. Tabii onların konuştuğu Türkiye Türkçesinden daha değişik. Ancak dil yapısı yine aynı. Son 40, 50 senedir küreselleşme diye diye kültürleri sıfırlamayı planlayan o Siyonist akıl burada başarılı olamamıştır. Bu da tamamen Türkçe dilinin tüm Türk halklarını bir arada tutma motivasyonunun başarısıdır. Sadece kendini Türk olarak tanımlayanları değil, farklı etnik gruplara ait olsa dahi Türk coğrafyalarında yaşayan herkesi birleştiren en önemli özelliğimiz Türkçedir. O yüzden kadim dilleri bozmak için her yere İngilizce kelimeleri sıkıştırmaya çalışan bir tekno medya var. Gençlerin dilini bozarak onları bütün değerlerinden koparmaya çalışan bir anlayış bu. Ama burada en güçlü tutkal Türkçedir.
Duygumuz düşüncemiz Türkçedir
Evet biz duygumuzun sancısını bile Türkçe ile yoğururuz. Bozlaklar, ağıtlar, ilahiler, deyişler, maniler hepsi Türkçe yaşanarak Türkçe dizerek oluşmuştur. Türk topraklarında yaşayan herkes bilir ki Türklerin yolculuğu bir yaşanmışlığın hikayesidir. Hiçbir objeye öylesine isim verilmemiştir. İnsanın en derin duygu ve düşüncelerinden adeta filizlenmiştir Türkçe. Türkçe su, ekmek, hava kadar doğaldır. Bir de Türkçe reddetmez kimseyi. Seni içine alır, benimser ve kucaklar. İhanetini görse dahi sana türküler yakarak yine de seni yaşatır. Ses varlığı açısında doğanın tınısıyla aynıdır. Yaprağın hışırtısında şşşş vardır. Rüzgârın uğultusunda vuuu vardır. Misafiri önce baş köşeye alır; yedirir, içirir yatak döşek kurar. Gideceği zaman da onu yine bırakmaz eline çıkınını verir. Sen onu unutamazsın. Tıpkı Türkçede sondaki ek gibidir misafirlik, dostluk, yabancılık hissetmezsin. Seni alır ar-ka-daş yapar. Daş ekiyle seni hayatına ortak eder. Hece hece adım adım seni bağrına alır. Mevki Türkçe olmasa da sonuna eklersen mevkidaş olur, al sana Türkçe kelime. Türk’te ırkçılığın işte bu yüzden yeri yoktur. Batılıya bile yüzünü kapamamış Television olmuş Televizyon. Duygumuzu yansıtan ne varsan düşüncemize de yerleşmiş. At başı gitmiş duygumuz, düşüncemiz. Biri alıp başını gitmemiş. Hep uyumlu, ahenk içinde olmuş dilimizle yaşantımız.
Türkçeyi unutmak hafıza kaybına yol açar
Dilimizi unutmak demek hafızamızın silinmesi demek. O yüzden Arap harfleriyle olan Türkçe tekrar öğrenilmeli. Her şeyimiz orada saklı. Keşke Latin harflerinin yanında Osmanlı Türkçesi de kalsaydı. O zaman bugün bu kadar yabancılaşmazdık kendimize. Bakınız Japonya’ya, Rusya’ya başka dillere. Yeniden öğrenebiliriz. Yeniden anlayabiliriz eskileri. Onları anladıkça hafızamızı yenileyeceğimizi biliyorum. Geçmişe dair bir kazı yaptığımızda ne hazineler çıkacak ortaya. Türkçeyi düşünürken İstanbul’u, Semerkant’ı, Buhara’yı, Bağdat’ı, İsfahan’ı ve daha nice gizlenmiş, ürkmüş Türkçemize ait kelimeleri bulup çıkaracağız. Türkçe bir medeniyet dilidir, bizi var eden en önemli özelliğimizdir vesselam.
Artı Eksi
Artı
Ali Asaf için balonlar uçtu
8 Aylıkken lösemi teşhisi konulan Ali Asaf bebek 3 yaşında hastalığı yenince babası da sosyal medyada bir mesaj paylaşmış. “Oğlum kanseri yendi balon uçurmak istiyor. Bizim pek çevremiz yok bize katılır mısınız?” Mesaj bu şekilde. Geçtiğimiz Pazar günü yüzlerce kişi bu mesajı duyar duymaz İstanbul Sancaktepe’de belediyenin bir organizasyonuna katıldı ve Ali Asaf bebek için rengarenk balonlar havaya uçuruldu. Biz buyuz işte! Sevince ve kedere ortak olan bir milletiz. Allah ağzımızın tadını bozmasın.
Eksi
TRT muhabirine yakışmıyor
Sadece TRT değil tüm ekran önünde konuşan habercilerin sürekli eğitim alması gerekiyor. Geçenlerde kulağımı tırmalayan o kelimeyi TRT muhabirinin ağzından en az üç kere duyunca içim cız etti. O kelime tabii ki de (ironi yapıyorum). Tabii ki de kelimesinin kullanılması sadece benim mi içimi gıcıklatıyor bilmiyorum ancak yanlış kullanılan veya hatalı yerde kullanılan öyle, ya da böyle değişik konuşma hatalarından rahatsız oluyorum. Ancak tabii ki de beni yerden yere vuruyor. Lütfen bu konuda özellikle de TRT bu konuda çok dikkatli olmalı.
Editör
Kurban ayına girdik
Zilhicce yani Kurban ayına girdik. Fecr sûresinin 2. âyetinde geçen “on gece” ile kastedilen, hac ayı olan Zilhicce’nin ilk on gecesidir. Zilhicce’nin bu on gününün fazileti hac ibadetinin bu ayda yapılmasından kaynaklanmaktadır. Zilhiccenin ilk on gününün faziletine işaretle, Peygamber efendimizin “Allah katında şu on günde işlenecek sâlih amelden daha sevimli bir amel yoktur.” buyurmuş, sahabîler: “Ey Allah’ın Resûlü! Allah uğrunda yapılacak cihattan da mı üstündür?” diye sormuşlar. Bunun üzerine Resûlullah; “Evet, Allah yolunda cihat etmekten de demiştir. Az çok sadaka vermek hem de böyle bir ayda çok güzel bir ibadet, insanlığı rahatlatıyor naçizane. Üstelik kurban kesme imkanınız da yoksa benden tavsiye.
Zilhicce ayının dokuzuncu günü olan Kurban Bayramının arefesinde tutulan orucun da çok faziletli olduğu rivâyetlerde zikredilmiştir. Zilhicce’nin dokuzuncu günü olan Arefe gününün dinde önemli bir yeri vardır. Peygamber efendimiz bugünü oruçlu geçirme ile ilgili olarak “Arefe günü tutulacak orucun önceki ve sonraki senenin günahlarına kefaret olacağını Allah’tan ümit ediyorum” buyurmuştur. Rabbim ibadetlerinizi kabul etsin. Dünyaya iyilik versin.
Esma okuma tartışmaları
Son zamanlarda sosyal medyada bazı hocalar çıkıp insanlara sıkıntılar için şu esmayı şu kadar oku diyor. Ya da evladının yumuşak olması, aileye bağlı olması için şunu 100 kere oku diyor. Ancak bazı hocalar da bu esmaların öyle ulu orta verilemeyeceğini ifade ediyor. Çünkü esma Allah’ın ismi demek ve her bünye bunu kaldıramaz deniliyor. Yani bir anda doz aşımına uğramak gibi olabilir deniliyor. Eskiden hocam sıkıntım var okuyayım ama ne okuyayım diyenlere genelde la ilahe ilallalah tesbihatı verilirmiş. Esma pek verilmezmiş. Çünkü esma çekmek bir üst mertebe. Her şeyde olduğu gibi bunların da bir ilmi var ve sosyal medyadan öğrendiğimiz her şeyi uygulamak da akıl işi değil. Ya sabır diye çekersin. Allah karşına öyle olaylar çıkarır ki önce sabrı öğretmek için yanıp kül olursun. La havle vela kuvvete illa bilahil azim tesbihatı çekmek bu noktada daha doğrudur diyor alimler. Tıpkı başım ağrıyor arama motoruna bir girip bakayım şifasına demek gibi bir şey. O yüzden eski alimlerin kitapları, hadisler kaynaklar açık kütüphanelerde araştırmak, kendimiz bulmak, gerektiğinde sormak ama kendi akıl süzgecimizden geçirmek en doğrusu. Çünkü bu zamanda doğru kişiyi de bulmak çok kolay değil.
Periskop
Medyanın içindeki durum
Meydanlara çıkanların çok büyük bir bölümü sosyal medya fenomeni. Sokakta istediğimiz konuyu sorabilir miyiz? Bir konuda kamuoyu oluşturabilir miyiz? Kafamıza göre soru sorduğumuz kişiyi yönlendirip sonra da istediğimiz gibi kırpıp servis edebilir miyiz? Edemeyiz. Ama bu konuda bir yaptırım yok. Olsa da zaten nereye varılır kestirmek zor değil. En son Sayın Devlet Bahçeli herkes sokağa çıkıp röportaj yapmamalı bunun bir düzeni olmalı minvalinde bir açıklama getirmişti. Yanlış değil dedikleri. Basın kartı sahipleri ya da bir kurumda çalışan basın mensubu olmalı dendi. Her şeyden öte bunlara katılmakla beraber niyet denilen ahlaki olgunun her yerde olduğu gibi burada da önemli olduğunu söyleyelim. Basın kartı sahibi olup bir kurumda gazeteci olanlarında hepsi neye göre, nasıl gazetecilik yaptıkları apaçık ortada. Ama tabi bir standart getirilmeli. En azından meslek etiği açısından değer verilmesi anlamında önemli. Sosyal medya bugün en büyük cehalet çukuru. Önümüze dünya kadar enformasyon geliyor ama neredeyse tamamına yakının içi boş. Teyid etmeden adım attığın an rezil olma durumun var. Paylaştığın an fitneye sebebiyet verme durumun da vahim. Bir kurum adına gelip haber yapanları da görüyorum yalan yanlış bilgilerle haber yazıyorlar. Mesela en son ulusal bir gazeteye bizim Birleşmiş Vicdanlar Hareketinin Gazze gösterisi için haber yapan gazeteci dikkat çekmek için çaldığımız davullar için trumpet diye yazmış. Davul trumpet farkından bihaber olan bir gazeteci o kurumda çalışmamalı mesela. İnşallah bir de basın kartı yoktur bu kişinin. Yani ne mikrofonu eline alan öyle uluorta sokağa çıkmalı ne de gazeteci kimliği olmasına rağmen cahil cühela yazılar yazabilmeli. Hazır kamuda etik bilincini yaygınlaştırmak için protokol imzalanmışken medyaya da esaslı el atılmalı. Çünkü cehalete sebebiyet vermek de bir etik sorun.
16 Satır
Çaşir, çiriş, eşgın, yemlik
Babaannemin bakır bir güğümü vardı baş ucunda durur kenarları iğne oyalı ipek bir mendil üzerini örterdi zarifçe. Oysa çok da zarif bir eşya değildi bu güğüm. Karnı şişkince üstü karnına göre horoz kafası gibi küçük kapaklı bir eşyaydı. İçine su koyulurdu. Kışın hep sobanın üzerinde dururdu. Çünkü oralar yani babaannemin memleketinde kışlar çok soğuk olurdu. Bu yüzden sıcak su hep lazım olurdu. Bazen ılıtılır kullanılır bazen kaynatılır kullanılırdı su. Yazın ise taşlıkta çoğu zamanda babaannemin başucunda yerde dururdu bu güğüm. O örtü de üstünde. Oysa alelacele her yerde lazım olan güğümün üzerinde o örtü de neyin nesi diye düşünürdüm. Su lazım olur, üstündeki zarif örtü kenara konur güğümle iş görülür sonra yine güğümün üzerine örtülürdü. Bir tek sobanın üzerindeyken kışın pek görmezdim ben o zarif mendili. Sobada yangın çıkmasın diye o örtünün yok olduğunu sonraları anlamıştım. Babaannemin o örtüye verdiği önemi bildiğimden elbette kışın o örtüyü arar dururdum. Benimle saklambaç oynadığını düşünürdüm. Babaannem çocukluk hayallerimin tatlı bir kahramanıydı. Çaşır, çiriş, eşgın ve yemlik.. O zamanlar bana tekerleme gibi gelen bu kelimeler babaannemin ovalardan topladığı şifa niyetine yemekler yaptığı çorbalar pişirdiği, çaylar kaynattığı otların adıydı. Güğümünden kullandığı sularla bu otlardan nice şifalı yiyecekler pişirir önümüze koyardı. Sihir gibi bir şeydi onun yaptığı. Biraz güğümden su, biraz çaşir biraz çişir biraz da eşgın hadi oldu mu sana hoooppp sıcacık bir çorba.. bazen de sımsıcak üzerine tarçın serpilmiş kış çayı. Ne çok şey bilirdi eski kadınlar. Yüzlerinde gülümseyen bir güneş sıcaklığı. Babaannemin evini çocukluğumda resimlerimde çizerdim. Herkes de aynı evi çizerdi babaannemi tanırlar zannederdim. Yemlik otunu demlik diye anladığım insanın insan gibi hissettiği o destansı o gerçek günlerden geldik bu günlere. Unutmadım! Babaannemin zarif ince mendili artık benim evimin mutfak masasında cam sürahinin üzerini süslüyor. Bende yemek pişirirken içimden tekrar ediyorum şifa niyetine; çaşir, çişir, eşgın hadi bakalım olun bir tencere yemlik.