Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Açık
24°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Anahtar Kelimeler (Fetih ve Fâtiha)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

“Fetih” deyince aklımıza İstanbul’un fethi gelir. Oysa târihimizde İstanbul’dan önce ve sonra nice fetihler vardır. Bu fetihler çok daha büyük yerlerin hatta şimdi içinde birkaç ülke bulunan toprakların fethidir. Ama bizim için “fetih”, İstanbul’dur. Sultan II. Mehmed de İstanbul’u fethettiği için “Fâtih” olmuştur. Fâtih Sultan Mehmed de saltanâtının daha sonraki yıllarında birçok zafer kazanmış ve başka yerler fethetmiş olmasına rağmen, bu fetihlerin hiçbiri nitelik olarak İstanbul’un fethini aşamamıştır.

Fetih deyince İstanbul’un fethinin anlaşılmasının en duygusal açıklaması, bu fethin bir hadis-i şerif ile müjdelenen bir fetih olmasıdır. 1453 yılına kadar nice Müslüman hükümdar ve komutan bu müjdeye mazhar olma hayâline kapılmıştır. Ama o hayâli gerçeğe dönüştürmek Sultan II. Mehmed’e nasip ve kısmet olmuştur.

Neden Fâtih Sultan Mehmed?

Fâtih Sultan Mehmed, daha önce kendisinden “yaşlı” ve tecrübeli nice hükümdar ve komutana nasip ve kısmet olmayan bu fetih ile “ne güzel komutan” iltifâtına da lâyık olduğunu göstermiştir. Bu liyâkat nereden gelmiştir? Daha önceki komutanların tek eksiği “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni alır” dememek midir?! Bu işin lafla olmadığı belli. Bâzı dizi veya filmlerde gösterildiği gibi, İstanbul’u kafaya takıp sabahlara kadar uykusuz kalmak da yeterli olmasa gerek!

Fâtih Sultan Mehmed, tahtında oturduğu devletin yedinci padişahıdır. Yâni bir hükümdarlık ve fetih kültürü ile büyümüştür. Sıradan birinin oğlu değildir ve sıradan biri olarak yetiştirilmemiştir. Fetih plânları yaparken ne hayâl ne de rüyâ görmüştür. Onun yaptığı hedef koymak, hedefe giden yolları yapmak, şartları yerine getirmek, doğrudan ya da dolaylı bütün strateji ve plânları yapmak, satranç oynar gibi hamleler sonrasını düşünmektir. Kısacası bir padişah olarak ne zaman “şah” çekip, ne zaman “mat” edeceğini plânlamaktır.

Fâtih Sultan Mehmed, sâdece fetih öncesinde plân yapıp fethi gerçekleştirmemiş, fetih sonrasını da plânlamıştır. 1204 yılındaki Latin istilâsında viraneye dönen ve iki yüz elli yıldır belini doğrultamayan İstanbul’un imârını da fetihten önce plânlamıştı. İstanbul’un dinî, iktisâdî, edebî, kültürel olarak zenginleşmesini sağlamıştır. Fâtih Sultan Mehmed, otuz yıl içinde İstanbul’u elli bin nüfus ile o dönemde dünyanın en büyük şehri hâline getirmiştir. Aksi hâlde bu, bir fetih değil; bir istilâ, bir talan, yağma olurdu.

Fetih, ele geçirilen toprakları sâhiplenmek, güzelleştirmek ve câzibe merkezi yapmak; o topraklardaki insanları korumak, onlara can, mal ve nâmus güvencesi vermek; o toprakları bir emânet olarak görmek; o toprakların hem hâkimi hem de hâdimi olmaktır. Osmanlı, bir töreli devlet olarak, bu fethettiği her toprakta yapmıştır. Bunu yapamadığında ricat ve gerileme başlamıştır.

Fetih ve Fâtiha

Fetih’ten Fâtiha’ya gelelim. Fetih ile Fâtiha aynı kökten gelir. Kur’ân-ı Kerim’in ilk sûresi Fâtiha’nın kelime anlamı “açılış”tır. Kur’ân-ı Kerim’e Fâtiha ile girilir. Kur’ân-ı Kerim’i okumak, Kur’ân-ı Kerim’i fethetmek; Kur’ân-ı Kerim’e hâdim olmak Fâtiha ile başlar. Kur’ân-ı Kerim’i hakkıyla okumak, İslâm’ın sorumluluğunu almaktır. Mü’min olmanın gereklerini yerine getirmektir. Daha önemlisi, Kur’ân-ı Kerim’i okumak, kendimizi yâni nefsimizi fethetmektir. Kendimizi, imar etmek; yaşadığımızı hayâtı “ömür” yapmaktır.

Fâtiha’nın “açılış” demek olması gibi, fetih de daha sonraki adımların başlangıç adımıdır. Fâtiha Sûresi’nin Kur’ân-ı Kerim’in ilk sûresi olması, tâkip eden sûrelerin ilk adımı olması demektir. İlk adım sağlam atılmalıdır; yönü ve istikāmeti belli olmalıdır. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’un fetih hazırlıklarını yaparken attığı adımların yönü ve istikāmeti belliydi. Fâtiha Sûresi’nin dördüncü âyetinde geçen “sırât’el müstakim” ifâdesi bunu işâret etmektedir.

Her gün kırk defa okuduğumuz Fâtiha’da geçen “sırât’el müstakim” ifâdesi, Allah’tan bizi istikāmeti olan yola yönlendirmesini dilediğimiz bir duâdır. Bir Müslümanın attığı her adımın yönünün ve istikāmeti olması gerekir. Yönü olmayan yol, ne kadar güzel ve konforlu olursa olsun, bizi bir yere götürmez. En iyi ihtimâlle, yarış pisti gibi, aynı yerde dolaştırıp durur.

Yeni İstanbullar fethetmek

Peygamber Aleyhisselâm, İstanbul’un fethini müjdeleyen bir hadisi dillendirirken, bunu sâdece tek bir şehrin fethi için söylemiş olamaz. İstanbul – Konstantiniyye – o dönem için gösterilecek en büyük hedefti. Sahabeler için bir ufuk, bir vizyon ve bir idealdi. “Elbet bir gün fetholunacaktır” demek, fethetmek için kendinize hedef koyun, vizyon edinin, gereken şartları yerine getirin, demektir.

Her dönemin, her çağın bir İstanbul’u, hatta İstanbulları vardır. Bu hadisi güncele uyarladığımızda biz Müslümanlara düşen, günümüzün İstanbulunun neresi ve/veya ne olduğunu tespit edip orayı ve/veya onu fethetmek için gereken şartları yerine getirmektir.

İstanbul’un fethetmek, Fâtih Sultan Mehmed için bir son değil, bir sonraki hedefin atlama taşı olmuştur. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra süren otuz yıllık hükümdarlık döneminde on beş sefer yapmış ve yeni yerler fethetmiştir.

Fâtih Sultan Mehmed, hadisteki müjdeye mazhar olmak için önce kendini fethetmiş, sonra o fethi gerçekleştireceği orduyu kurmuştur. Daha sonra da “Fâtih” ünvânıyla Osmanlı’yı bir dünyâ devleti yapmıştır. Bu devletin hükümdârı olarak fermanlarına “Kayser-i Rûm Fâtih Sultan Mehmed Han” mührünü vurmuştur. Bu mühürle hem Hristiyan-Rum diyârının kralı, hem İslâm dünyâsının sultânı hem de Türk dünyâsının hakanı olduğunu göstermiştir. Fâtih, Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’u fethettikten sonra rehâvete kapılmamış ve kendine yeni İstanbullar bulmuş ve onları fethetmiştir. Ömrü vefâ etseydi çıktığı son seferin istikāmetinin Roma olduğu kuvvetle muhtemeldir.

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *