
İrtibatın telkini, iletişimin maskesi
Siyasetin dili, sadece düşüncelerin aktarım biçimi değildir; aynı zamanda kalpten kalbe giden yolu hangi malzemeyle döşediğinizin ifadesidir. Bu dil, bazen bir köy kahvesinde ocaktan yeni inmiş çayın buğusu olur, bazen soğuk bir plaza toplantısında sunumdan fırlamış cümleler… İşte tam da bu ayrımda Türkiye siyaseti iki farklı yolun yolcusudur: İrtibat ve iletişim.
Cumhur İttifakı, dili bir bağ kurma aracı olarak kullanır. Bu bir ileti değil, bir haldir. Tıpkı yıllar sonra köyüne dönen bir evladın anasına sarılması gibidir irtibat. Konuşmadan anlaşmak, göz göze gelince içten bir selamı hissetmek… Bu dil, minibüs şoförünün “Abi sen otur, paran sonra olsun” deyişidir. Mahalle bakkalının veresiye defteridir. Beton yığınlarının içinde kaybolmuş şehir hayatında hâlâ bir soba sıcaklığı arayan yüreklerin dilidir.
Bu dilde strateji yoktur ama sezgi vardır. Seçmeni bir grafik verisi olarak değil, bir evladın gözlerindeki umut olarak gören bir yaklaşım… Yani irtibat, bir seçim kampanyası değil; uzun bir dost mektubudur. Her cümlesi el yazması, her kelimesi yaşanmışlıktır.
Muhalefet cephesinin dili ise başka bir evrende akar. İletişim adını alır ama çoğu zaman temas edemeyen bir çabanın ismidir. Bu dil, dijital çağın sentetik ürünü gibidir. Çiftlik domatesi gibi parlaktır ama kokusuzdur. Ambalajı şıktır, ama içeriği standart. Algı yönetimiyle, odak grup analizleriyle, sosyal medya etkileşim raporlarıyla yoğrulmuştur. İletişim danışmanlarının kaleminden çıkan bu metinler, bir baba nasihati değil; bir markanın reklam spotudur.
İletişim dili, bir niyetin değil, bir niyet görüntüsünün ifadesidir. Bir lokantanın vitrinine dizilmiş maket yemekler gibidir. Gerçek gibi durur ama yemeğe kalksanız dişiniz kırılır. Bu dil, seçmeni dost değil, hedef kitle olarak görür. Hangi söylem, hangi yaş grubunda yüzde kaç karşılık bulur? İşte bütün mesele budur.
Siyaset, toprağa bastığınız yerdir. Orada ayağınızın altına serilen halı mı sahicidir, yoksa dijital zemine çizilmiş bir görsel mi? İrtibat, köy düğününde omuz omuza halay çekmek gibidir; iletişim ise bir konser alanında izleyiciyle mesafeli el sallamadır.
Şunu da açıkça söylemek gerekir: Bugünün seçmeni artık sadece kulaklarıyla değil, kalbiyle de dinlemektedir. Ve kalp, stratejiye değil samimiyete açılır. Mevlânâ’nın dediği gibi: “Sözün en hayırlısı, az ve öz olandır; lakin yürekten gelmeyen her söz, kuru gürültüdür.”
Bu yüzden, siyasetin dili bir köprü kuracaksa eğer, o köprü plastikten değil; taş, toprak ve terle örülmelidir. İrtibat diliyle kurulan her cümle bir tuğladır; iletişim diliyle kurulan her kelime bir çıkartma…
Velhasıl, siyasette esas olan yalnızca ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğinizdir. Çünkü halk, bir maskenin arkasında kimin olduğunu değil, kendisine samimiyetle yüzünü döneni arar.