Bayramlaşmanın tarih yazdığı an
Bayramlar geçer. Ziyaretler biter, sofralar toplanır, çocukların avuçlarındaki şekerler tükenir. Geriye ne kalır? Hangi bayram, hangi söz hatırlarda yer eder?
İşte geçtiğimiz Kurban Bayramı’nın ardından, bu memleketin hafızasında yer eden o an, bir telefon görüşmesiydi. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın, PKK tarafından şehit edilen Eren Bülbül’ün annesi Ayşe Bülbül’ü arayarak bayramını kutlaması… Sıradan bir nezaket değil; bir yüzleşme, bir dokunuş, bir onarımdı bu.
Zaman zaman toplumsal hayatımızda öyle anlar yaşanır ki; kelimeler sadece sözcük değil, simgeye dönüşür. Bu görüşme de öyleydi. Eren’in adı yalnızca bir anma değil, bir vicdan çağrısıdır bu ülkede. Ayşe Anne’nin yüreği, yıllardır Türkiye’nin ortak yasına dönüşmüş bir kalp. Ve işte o kalbe, bayramın hemen öncesinde gelen bir selam… Siyasetin, ezberlerin, korkuların ötesine geçebilen bir iradeyle atılmış adım.
Bayramlar barışa en çok yakışan vakitlerdir. Ama bu sefer o barış, sadece temennilerle değil, bir annenin kalbine düşen sıcak bir sesle yaklaştı bize. Şimdi geriye dönüp bakınca, bu bayramın en çarpıcı ve en kalıcı yankısı bu kutlamaydı diyebiliriz.
Bu telefon, sadece bir arama değil, bir zihinsel eşiğin geçilmesiydi. Herkesin birbirini susturmaya çalıştığı bir coğrafyada, suskunluğa karşı atılmış cesur bir cümleydi.
Çünkü bu görüşme;
Evladını teröre kurban vermiş bir anneye uzatılan bir eldir.
Terörsüz bir Türkiye için verilen sessiz bir söz, ortak yasın ortak vicdana dönüşmesi için edilen naif bir niyettir.
Yıllardır çabalanan toplumsal iyileşmeye gerçek bir katkıdır.
Ve evet, bu ses, “barış” kelimesinin içini boşaltmaya çalışanlara karşı tokat gibi bir cevaptır.
Şimdi herkesin sorması gereken şu:
Acıya saygı göstermek, birlik için adım atmak, geçmişin kanlı gölgeleriyle yüzleşmek kime ne kaybettirir?
Bir annenin evladına ağlamasını anlamak, başka bir annenin acısına ortak olmak neden bu kadar zor?
Bu ülke, çok uzun yıllar boyunca “birlik” kelimesini sadece sloganlarda duydu. Şimdi ise bu birlik, hayatın içinden, bir annenin kalbinden, bir siyasetçinin cesaretinden geçiyor. Artık kutuplaşmanın değil, kucaklaşmanın zamanı.
Bayramlar bitti belki ama bizim bayram sabahlarında hissettiğimiz o huzuru, toplumsal hayatımıza taşımanın vakti geldi. Sessiz, sade ama sarsıcı bu görüşme, siyasetle vicdanın birbirine yabancı olmadığını gösterdi bize.
Eren Bülbül’ün adını saygıyla anarak, Ayşe Anne’nin gözyaşlarına ortak olarak diyebiliriz ki:
Bu ülkede artık hiç kimse, acısıyla yalnız bırakılmamalı.
Bu topraklarda artık hiçbir çocuk, geleceğini kurşunların gölgesinde büyütmemeli.
Ve siyaset, çatışmanın değil, merhametin diliyle konuşmalı.
Gün gelir de bu ülkede barış gerçekten hâkim olursa, dönüp geriye bakıldığında işte bu telefon konuşması, yazılmamış ama hissedilmiş bir dönüm noktası olarak hatırlanacaktır.
Çünkü bazen bir bayram kutlaması, bir milletin kaderini değiştirecek kadar derindir.