Teknolojisi olmayanın istikbali de olmaz!
Bugünün savaşları artık yalnızca cephede değil, ekranların arkasında, uyduların yörüngesinde, dronların rotasında kazanılıyor. Gökyüzü, artık stratejinin ta kendisi. Hava sahasına hâkim olan, sadece toprak değil; kader yönetiyor. İşte bu çağda Türkiye, savunmadan haberleşmeye kadar tüm stratejik alanlarda bağımsızlığını güçlendirme yolunda kararlı adımlar atıyor.
Bayraktar TB2 ve AKINCI ile başlayan yerli İHA hamlesi, Hisar hava savunma sistemleri, KORAL elektronik harp cihazları, SİPER füzeleri ve en son milli muharip uçak KAAN ile taçlandı. Bunlar, sadece savunma araçları değil; bir milletin kendi ayakları üzerinde durma iradesinin mühendislik karşılıklarıdır.
Bu başarı hikâyesi, tesadüfle yazılmadı. Bu istikamet, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yerli ve milli” vurgusuyla çizdiği bir istikamettir. O çizgiyi gören yürüdü, görmeyen hâlâ yerinde sayıyor. Bugün bu topraklarda tank yapan, uçak tasarlayan, SİHA ihraç eden bir Türkiye varsa, bu vizyonun ve kararlılığın eseridir.
Fakat mesele sadece savunmayla sınırlı değil. Eğer gökyüzüne hükmetmek istiyorsak, yerde de sağlam bir iletişim omurgasına sahip olmak zorundayız. Yani haberleşme teknolojilerinde de “bizim” olanı inşa etmek zorundayız.
Savunma sanayiinde nasıl destan yazdıysak, haberleşme alanında da aynı ruhla hareket etmeliyiz. Bugün hâlâ bazı stratejik bölgelerde Çin menşeili iletişim sistemleri kullanılıyorsa, burada bir güvenlik açığı vardır. Ve bu açığı ancak yerli üretimle kapatabiliriz.
İşte tam da bu noktada, ULAK gibi kurumların taşıdığı sorumluluk son derece büyüktür. Bu gelişim sürecinde yalnızca ULAK’ın çabaları yeterli olmayacak; tüm sektör paydaşlarının da elini taşın altına koyması, ortak bir sorumluluk bilinciyle hareket etmesi zorunludur. Burada en büyük görev, politika yapıcılara düşmektedir. Bu sorumluluğun ne ölçüde yerine getirileceği ise önümüzdeki günlerde netlik kazanacak; bizler de süreci dikkatle takip etmeyi sürdüreceğiz. 5G altyapısından fiber sistemlere, uydudan baz istasyonlarına kadar her adımda yerli ve milli çözümler üretmek artık sadece bir tercih değil, mecburiyettir. Çünkü iletişim altyapısı, modern savaşın sinir sistemidir. O sinir sistemi dışarıdan kontrol ediliyorsa, bedenin ne kadar güçlü olduğunun da bir önemi kalmaz.
Türkiye’nin artık sadece kendi sınırlarını değil, bölgedeki dengeyi de şekillendiren bir ülke olduğu açık. Karabağ’da barışa aracılık eden, Libya’da dengeyi sağlayan, Gazze’de mazluma ses olan, Balkanlar’da sözü geçen bir Türkiye var. Bu sadece coğrafi konumdan değil, karakterden kaynaklanıyor. Ve bu karakterin en temel yapıtaşı, bağımsızlık azmidir.
Buradan iş dünyasına da bir çağrı yapmak gerekiyor. Bu ülkede büyüyen, kazanan, yükselen herkesin bu ülkeye vefa borcu vardır. Savunma sanayiine, teknolojiye, yazılıma, üretime yatırım yapmayan; kazancını başka ülkelere taşıyan hiç kimse, bu milletin gözünde makbul kalmaz. Kazanıyorsan bu topraklarda, yatırımı da bu toprağın geleceğine yapacaksın. Vefanın yolu, burada üretmekten geçiyor.
Unutmayalım: Teknolojisi olmayanın İstikbalide olmaz. Bu ülke gökyüzünü kendi eliyle koruyor, haberleşmesini kendi diliyle kurmak zorunda. Bu bağımsızlık yolculuğunun rotası belli, motoru çalışıyor. Şimdi her kesime düşen görev, bu yolculuğun yüküne omuz vermektir.
Türkiye yürüyor. Geriye değil, ileriye. Mazlumun umudu, zalimin korkusu olarak.