İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

İran-İsrail savaşına ABD’nin girişi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

21 Haziran tarihi İran’daki nükleer tesislere düzenlediği saldırı ile ABD, İran-İsrail savaşının bir parçası oldu. Bu cümleyi başka şekilde kurmak da mümkün tabi; ABD, İran’a karşı İsrail aracılığıyla sürdürdüğü vekalet harbinin arkasından nihayet çıkarak yüzünü göstermeye karar verdi de diyebiliriz. Trump’ın İran’ı hedef aldıktan sonra yaptığı açıklamalar ABD’nin müdahalesini tam bir savaş olarak görüp görmediği konusunda bir ipucu vermiyor. Saldırının topyekûn bir saldırı olmadığını ve bir işgal/kara operasyonu sinyali verilmediğini de düşünürsek Trump’ın amacının sınırlı bir vuruş ile hafta başından beri İsrail’in bitiremediği işi bitirmek olduğu var sayılabilir. ABD, İran’ın nükleer tesislerini vurmaya cesaret edebileceğini ve elindeki kabiliyetlerle vurabileceğini gösterdi. Tabi hafta başından itibaren İran’ın gösterdikleri de var.

ABD, İran-İsrail kapışmasının sonunu beklemeden neden İran’ı vurdu?

Öncelikle İsrail’e, İsrail ve ABD için çok kolay bir zafer olmayacak bir yıpratma harbinin başladığını göstermişti. Muhtemelen Trump yönetimi yaklaşık 10 gün önce İran’ı vurmak konusunda yeşil ışık yakarken Netanyahu rejiminin sözlerini inandırıcı bulmuştu: Bu sözler, muhtemelen, İsrail saldırılarının, Mossad’ın İran’a sızışının, müzakere şansı dolayısıyla rejimin Batı ile müzakere şansının kalmamasının İran toplumu üzerinde yaratacağı şok dalgasının İran’da değişimi, en azından iç karışıklığı tetikleyeceği ile ilgili sözlerdi. Ancak, ilk saldırıların sonuçları, taktik başarısına rağmen, tam İsrail’in istediği gibi olmadı. İran’da rejim içeride ve dışarıda direnebileceğini gösterdi ve NPT Anlaşmasından çıkmadı yani Batıya hala İran ile anlaşılabileceğini göstererek zaman kazanmayı amaçladı. Nitekim, ABD, İran’a saldırdığında Avrupa Üçlüsü+AB -İran nükleer program konusunda Cenevre’de müzakeredeydi. Bu zaman kazanılırken İsrail’e karşı da dişe diş diyebileceğimiz bir cezalandırma taktiği uygulandı. İran, ileride savunmasının pek çok ayağını kaybetmiş, nükleer programının Tahran’ın pazarlık gücünü masada artıracağı konusunda yanılmış olabilir ama balistik füzelerinin işe yaradığını İran-İsrail savaşı bize gösterdi. İran, İsrail’i füzeleri ile vurabiliyor, İsrail’de hayatı kesintiye uğratabiliyor ve sivilleri acı çekmeye zorlayabiliyordu. ABD’nin arzusu İran-İsrail arasında bir yıpratma harbi olmadığından- bu noktada İsrail’in zorlanabileceğini gördüğünden- duruma müdahale etti ve bir taşla birkaç mesaj vermeyi başardı. ABD’nin verdiği mesajlar son derece önemli ama saldırının yarattığı sonuçtan da bağımsız. Zira Trump, hedefleri başarıyla vurduklarını ve İran nükleer tesislerini işlemez hale getirdiklerini açıkladı. Dolayısıyla bir savaştan çok bir MAGA anı, bir zafer, “işte ABD’nin küresel gücü” duygusu Washington’un çizdiği tablonun merkezinde. Oysa UAEA ve Iran Atom Enerjisi Ajansının yaptığı radyoaktif sızıntının olmadığı yönündeki açıklamalar bize tesislerin zarar görmüş olsa dahi nükleer programı devam ettirebilecek nükleer yakıtın bir yerlere vurulmadan önce götürüldüğünü de düşündürüyor. Açık istihbaratın kamuoyuna gerekli ve doğru bilgiyi bu konuda sağlayıp sağlayamadığından emin olamayız ama ABD’nin hava operasyonunun İran nükleer programını geciktirebilecek ama durduramayacak bir etki yarattığını söyleyen çok. Nitekim İran AEA konuyla ilgili kınama tonunda ama çok muğlak bir mesaj yayınladı. Bu mesajdaki en net ifade belki de şuydu: “Kritik nükleer bilgiyi yok edemezsiniz”. Dolayısıyla sonuçlar konusunda bugün için elimizde olan sadece senaryolar ve bu senaryolardan bir kısmını Trump yönetimi duymak bile istemeyecektir.

Riskli bir karar, herkese bir mesaj var

ABD, senaryoların farkında. Trump’ın saldırı sonrasında yaptığı ulusa sesleniş/zafer konuşması bir zafer konuşmasında bulamayacağımız kadar caydırıcı amaçlı tehdit ile doluydu. Trump, İran’ın kendisine yönelik saldırıya cevap vermesi halinde (bölgedeki Amerikan varlıklarının hedef alınması ya da Hürmüz’ün kapatılması gibi cevaplar) daha yıkıcı ve daha geniş çaplı bir saldırıya girişeceğini duyuruyordu. ABD’nin İran’dan teslim olmasını beklediğini görüyoruz. İran’ın nükleer programı tamamen yok edildiyse böyle bir teslimiyetin talep edilmesi ne kadar anlamlı bu belli değil. Bu da uzmanların ve İran’ın açıklamalarını destekleyen bir tablo karşımıza çıkartıyor. Nükleer bilgiyi bir işgalle tam kontrol sağlamadan kolay kolay yok edemezsiniz. İran gibi nükleer faaliyetlerini bir-iki tesiste toplamayan yurt sathına yayan bir aktörün tüm kapasitesini sınırlı bir operasyon ile kolay kolay bitiremezsiniz. Nükleer masayı dağıttığınız ve hatta muhatabınızı müzakere sürecinde aldattığınız için aktör, neye sahipse onun üzerinden direnmeye ve mücadele etmeye devam edecektir. Kimi uzmanlar, bu çıkarım için daha erken olsa da İran’ın NPT’den çekilme hakkının doğduğunu ve nükleer belirsizlik seçeneğine doğru kayabileceğini söylüyorlar. Olabilir. Trump yönetimi nükleer silahsızlanma rejiminin altını oydu ve tüm nükleer silahlı devletlerin nükleer silaha sahip oldukları için dua ettikleri bir sabaha uyandık.

Bütün bunlara rağmen saldırının sadece kozmetik bir güç gösterisi, İranlı yetkililerin açıkladığı üzere dumanı dövmek olduğunu söylemek de mümkün değil. ABD, istediğinde neyi göze alarak neye cesaret edebileceğini gösterdi. Ortadoğu’da İsrail dışında nükleer zenginleştirme teknolojisine izin vermeyeceğini de böylece hem Tahran’a hem de bölge ülkelerine bir mesaj olarak gösterdi. Bu anlamda küçük Arap ülkelerinin ABD’ye karşı pazarlık içerisinde direnerek kazanç elde etmeyle (hedging) stratejilerinin de sınırları görünmüş oldu. Bölge taktik düzeyde çok kötü günlerden, inisiyatifin elinden sökülüp alındığı günlerden geçiyor bu anlamda. İslam Örgütü Teşkilatı ve bölgesel diyalog, koordinasyon, diplomatik çözüm arayışı bitmedi ama ABD’nin tek taraflı uygulaması direniş adında olmasa dahi bölgesel çözümleri baltalıyor. Tom Barrack’ın Sykes-Picot’yu olumsuzladığı konuşmasına da bu yüzden rahmet dileyebiliriz. Bu kaotik süreç bölgede geçiş aşamasında olan tüm aktörleri (Irak, Suriye, Lübnan başta olmak üzere) etkileyecek. Ayrıca Körfez ülkeleri, nükleer dahil kritik teknolojiye sahip olma konusunda çok hevesliydiler. İsrail bu gelişmeye izin vermeyecek Begin doktrinini işleterek bölgede nükleer hevesli devletlere heveslerini gerçekleşmeyecek fantezi boyutunda tutmaları çağrısı da yapmış oldu. ABD’nin İsrail’e desteği bu boyuta ulaşmışken, denilebilir ki bu mesaj doğrudan ABD’den geliyor ve ABD, hala bölgede kendi eliyle ve zor yoluyla denge empoze etmekten, bir tür düzeni yukarıdan zorlamaktan vazgeçmiş değil. ABD, ayrıca Netanyahu rejiminin isteklerine desteği bu şekilde vererek, İsrail’in bölgesel düzenin bir parçası, güçlü eksenlerinden biri olacağını söylüyor. İsrail’in tek başına denge ve düzeni kuramaması şu an için ABD adına büyük bir olumsuzluk olarak görülmüyor. ABD, eksik gediği kendisinin tamamlayabileceğini, meselenin özünün ABD’nin inkâr aracılığıyla caydırıcılık kapasitesi (deterrence by denial) olduğunu gösterdi. Bu önemli bir gösteri, mesajlar da sadece Trump’ın deliliği denilerek geçilip gidilebilecek mesajlar değil.

İran’ın zorlukları malum ama oyun bitmiş değil

Bu mesajlar, masada kazananı belirleyecek mesajlar mı, bunu ancak İran’ın cevaplarından ve direnişinin neyi başarıp başarmadığını gördükten sonra söyleyebiliriz. Bu noktada zaten İranlı yetkililer “kumarbazlar kaybeder” diyerek ABD’nin bir kumar oynadığını, hamlelerinin sonunu iyi hesaplayamadığı mesajını verdiler. Trump yönetimi ise, güya rejim değişikliği arzulamadan, rejim değişikliği için gerekli tüm düğmelere basmış durumda. İran, nükleer programını bu hale getirmek, nükleer eşiğe ulaşmak için yaklaşık 500 milyar dolar harcadı. Yıllarca uğraştı, yaptırımlar altında inledi, küresel ekonomik sistemin dışında yaşamak zorunda kaldı. Tüm bunları iki şey için yaptı: öncelikle nükleer programı ve bölgede oluşturduğu baskının Batıyı masada tutacağına, İran ile pazarlık yapmak zorunda bırakacağını düşündüler. Bu pazarlıklar, Tahran’a göre bir yerde, İran’ın nükleer teknoloji sahibi olma hakkını koruyacak ve İran’ı küresel ekonominin parçası haline getirecekti. Karşılığında da İran nükleer silah geliştirmeyecek ama gelişmiş bir programın nükleer bilgisi ve teknolojisine sahip olacaktı. Bu olmadı. İkinci beklenti, İran’ın nükleer programının gelmiş olduğu aşamanın taktik saldırılar dışında İran’a yönelik saldırı hevesini caydırmasıydı. Bu da olmadı. Dolayısıyla şu anda çok maliyetli İran nükleer eşik politikası çökmüş görünüyor. İran saldırı altında. İran milliyetçiliği ve rejim saldırı altında. Üstelik İran kendini muhtemelen çok yalnız hissediyor. Bir bölgesel güç ve küresel gücün saldırısına tek başına direnmek mecburiyetinde kaldı. 1953 krizi ve İran-Irak savaşından çıkartılan tüm dersler çöpe gitmiş görünüyor. Rejim, kaybetmediğini, kaybetmeyeceğini ve caydırıcılığını bir şekilde tesis edeceğini halka, devrim muhafızlarına, rejim muhaliflerine ve düşmana göstermek zorunda. Aksi takdirde rejimin başının dertte olduğunu söyleyebiliriz.

Trump yönetimi, büyük ihtimalle, rejimin değişerek, ya da iç çatışmalara sürüklenerek kendi içerisinde bir kara deliğe dönüşmesini de bekliyor olmalı. Böyle bir durumda kimin elinde hangi kritik materyal, kritik bilgi kalacak bu da ayrı bir sorun. İsrail’in konvansiyonel kuvveti bu konuda son derece yetersiz. Bölgedeki herkes büyük bir tedirginlik içerisinde olmalı. Böyle bir İran’ı Rusya’nın da arzu etmediğini biliyoruz. Ama Bushehr’de sınırlı bir caydırıcılık sağlamak dışında henüz kılını oynatmış değil. Kiev’e düzenlenen saldırılarda artış doğudaki kaostan batıda bir kazanç sağlama girişimi olarak da okunabilir. Trump yönetiminin İran krizinde zorla dizginleri ele alarak çok kutuplu dünya iddiasının altını boşalttığını söylemek de mümkün. BRICS, SİÖ gibi platformlara kimse danışmadı, bu platformlar da kimseye bir yumuşak koruma dahi sağlayamadı. Şimdilik elbette. Büyük güçler Ukrayna, Tayvan çevresinde faaliyetlerini artırarak ABD’nin saldırgan realizm katarına katılacaklarını söylüyor olabilirler. Bunun aksine, ABD’nin maliyetli bir hata yapmasını da umuyor olabilirler. Bugün bu yazı kaleme alınırken Medvedev, her zamanki gibi yüksek tonlu açıklamalarda bulunmuştu. İki hususta söyledikleri dikkat çekici: ABD, bir kere daha sonu gelmeyecek bir kara savaşının içerisine çekilebilir ve İran’a nükleer silah vermek isteyecek üçüncü bir aktör bulunabilir. Her iki iddianın da söylediği kadar kolay gerçekleşmeyeceğini düşünenlerdenim, yine de Rusya’nın bu olasılıkları dillendirmesi de not edilmeli.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...