Hileli dünyanın pasif öznesi: Müslüman
İsrail terör örgütü İran’a yapmış olduğu saldırıyla birlikte nükleer tesisleri hedef alarak sadece askeri bir operasyon düzenlemedi. Aynı zamanda tüm dünyaya ‘Müslümanların egemenliğine yönelik herhangi bir özgürlük alanı tanımayacağının da’ mesajını verdi.
Dolayısıyla; gerçek hedef İran değil İran'ın köklü medeniyetiydi. İsrail'i harekete geçiren yegane duygu bugüne kadar pasifize edilmiş Müslümanların bölgede bağımsız güç olma ihtimaliydi.
İsrail'in ürettiği hiçbir argüman Ortadoğu’da barış amacıyla kullanılmadı, bilakis bölgedeki şiddeti artırdı. Gazze’den Şam'a, Beyrut’tan Tahran'a İsrail saldırganlığı, uzun yıllar boyunca sorgulanamaz bir boyutta devam etti.
İsrail, kendi çıkarına ters düşen herhangi bir durumda her daim saldırganlığın boyutunu savaş ve soykırımla korumaya yöneldi. Bugün İsrail’in, Suriye üzerinden Türkiye’yi tehdit etmesi de şiddetin korunmasına, Müslüman gücün kırılmasına yönelik geliştirdiği sapkın inancının bir göstergesidir.
İsrail terör örgütü, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze'de 56 bine aşkın Filistinli’yi katletti. Bugün Filistin sokakları harabe halde, yardım kapıları duvar, yüzbinlerce insan kayıp ve Gazze her gün yeniden masum kanın akıtıldığı bir soykırım membaı...
Hem bölge ulusları hem de uluslararası sistem her ne kadar yeterince öfkeye sahip olsalar da İsrail'in sınır tanımaz zalimliğine karşı bir güç geliştirmekten yoksun kaldı.
Özellikle de dünya Müslümanlarının İsrail'e yönelik zayıf ve şuursuzca yaptığı boykotla birlikte, Filistin yanlısı eylemsel motivasyonundaki eksiklik, Müslüman’ı hileli dünyanın pasif öznesi olmaktan kurtaramadı.
Tüm bunların karşısında yıllardır ilk defa İsrail'e karşı bir Müslüman ülke, organize bir şekilde hem de doğrudan bir güçle cevap verdi. İran, Siyonizm’in kalbine 200'den fazla Balistik füze fırlattı ve drone sürüsü ile saldırdı.
Böylelikle Hamas’ın yenilmezliği ile başlayan, İran'ın saldırısıyla katlanan İsrail'e yönelik cezasızlık algısı da kırılmış oldu. Öyle ki; bugün Netanyahu denilen eli kanlı katil Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanmakta...
Hem sahada hem de yargıda kazanılmış bu zafer Müslüman dünyasında medeniyetin bölgedeki temsil hakkının iadei itibarı adına önemli bir gelişme olarak yorumlanabilir.
Bu vesileyle; Müslüman Coğrafyalarının; tarihi, kutsal değerleri ve halkına yönelik herhangi bir saldırıda gözlemci sıfatından soyunarak bizzat caydırıcı güç alanında durmasının önemi de bizzat tecrübe edilmiştir.
Bu caydırıcı güç, ne batının ne Amerika'nın ne de Asya'nın tek eline bırakılmamalıdır. Sıcak bölgede ancak kendi vatanı uğruna bedel ödemişlerin alacağı kararlar meşru sayılabilir.
Çifte standardın artık savunulmayacağı bir noktaya evrildiğimiz dünyada, İsrail'in sahip olduğu nükleer güç ‘caydırıcılık’ tanımı altında korunurken; İran kendine özgüven aşısı vurmaya kalktığında ‘haydut’ olarak ötekileştirilmiştir.
Esasında İran'ın yaptığı herhangi bir aşırılık değil; tamamen egemenlik hakkının gereğidir. Bu egemenlik hakkını Müslüman güce layık görmeyenlerin aradığı barış, koşullu teslimiyetten öteye geçemeyen dipsiz bir kuyu niteliğindedir.
Bugün Siyonizm’in Ortadoğu'daki yayılmacı ve saldırgan tavrı, sadece Müslüman halkları değil Hristiyanları da köleleştirmeyi, köleleştiremediğini de yok etmeyi arınlamış durumda...
Bu kontrolsüz üstünlük, kural tanımazlık ve sonucu dikte etme çabası İsrail’in elini güçlü gösterse de;
Bu durum dünya uluslarına ve ülke liderlerine artık cazibeli gelmemekte birlikte İsrail'e yönelik bir karşıt gücün varlığını aramaya da sevk etmiştir. Aranan bu güç, hiç şüphesiz ‘Müslüman Gücü’dür.
Çünkü İsrail; Filistinlileri yurtlarından çıkarma, topraklarını işgal etme ve soykırıma tabi tutma yoluyla, stratejik programları hedef aldı ve Müslüman karşıtlığı aşılayarak bölge ülkelerinde baskılar kurdu. Bu baskı içinde Filistin’den İran’a, Suriye’den Türkiye’ye yönelik hayata geçirdiği hiçbir eylem rastgele değildi. Müslüman medeniyetinin izlerini silmekten yana stratejik saldırılardı.
Bu saldırılara karşı Müslüman gücün temsil edeceği öz güven;
Siyonizm’e ve tüm terör örgütlerine karşı meydan okuyabilecek nitelikte olmalıdır.
Yıllar yılı pasifize edilmiş, silahsızlandırılmış, ertele ve güven söylemleriyle yıllardır örselenmiş ve sayıca en aza indirgenmiş Müslüman güç, egemenlik hakkını yılmadan kullanmalı ve son sistem teknolojilerini bu gücün yükselmesi için seferber etmelidir.
Bölge batı ve müttefiklerinin tek elinde caydırıcı hamlelerin yüz kızartan esaretinden ortaklaşa kurtulmalıdır.
Dünya, hakikaten bir barış istiyorsa; Müslüman halklardan itaat talep etmeyi bırakmalı ve Müslümanların inisiyatifine izin vermeye başlamalıdır.
Hasılı; Müslüman ulusların hileli bir dünya düzeninde artık pasif özneler olarak görülmemesi ile daha adil bir dünya mümkün olabilir.
Ne dersiniz?