İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Barışın sessiz galibi: İran, Yorgun tarafı: İsrail, Hakem koltuğunda: Türkiye

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Ortadoğu bir kez daha kıyamet senaryolarına sahne oldu. İran ile İsrail arasında patlak veren savaş, sadece iki ülkenin değil, bölgenin de tüm dengelerini altüst etti. Füzeler havada, söylemler en uç noktalarda, sokaklarda öfke… Ve sonra, sahneye beklenmedik bir isim çıktı: Donald Trump.

Eski ABD Başkanı Trump, ateşin tam ortasında yaptığı “sulh” çağrısıyla dikkatleri üzerine çekti. Ne var ki, bu çağrının gerçek sahibi o muydu, yoksa sadece tükenenlerin çaresizliğini mi dillendirdiği hâlâ tartışılır. Çünkü sahadaki tablo çok açıktı: Bu savaşın galibi İran’dı; barışa “evet” diyen ise kazanan değil, artık dayanacak gücü kalmayan İsrail oldu.

BARIŞA GİDEN YOL: MECBURİYET

İsrail’in Trump’ın çağrısına olumlu yanıt vermesi, ilk bakışta diplomatik bir başarı gibi lanse edilse de gerçekte bir tür teslimiyettir. Güneyde Hamas, kuzeyde Hizbullah, doğuda İran… İsrail, tarihinin belki de en kuşatılmış dönemini yaşadı. Askeri gücüyle ünlü Tel Aviv, ilk kez sahada bu kadar çaresiz kaldı.

İsrail ekonomisi savaşın maliyetini kaldıramaz hale geldi, kamuoyu baskısı arttı, iç siyaset yangın yerine döndü. Tüm bu tablo, İsrail’i barışa zorladı. Artık mesele bir zafer değil, varlığı sürdürebilmekti.

İRAN: ÇEKİNGEN GÜCÜN KARARLI ZAFERİ

İran, yıllardır dolaylı vekalet savaşlarıyla yürüttüğü mücadeleyi ilk kez doğrudan cepheye taşıdı. Üstelik bu savaşta sadece askeri bir üstünlük değil, psikolojik bir kırılma da yaşattı İsrail’e. Direniş eksenini genişleten, Arap sokaklarında yeniden meşruiyet kazanan İran, bu çatışmadan kazançlı çıkan taraftı.

Tahran, Batı’yı karşısına alarak değil, Batı’nın kendini dışında bıraktığı bir dengede güç kazandı. Çin ve Rusya ile kurduğu eksende, Körfez ülkeleriyle yürüttüğü kontrollü ilişkiler sayesinde artık “bölgesel tehdit” değil, “stratejik aktör” olarak anılıyor.

TÜRKİYE: SÜKÛNETİN HAKİMİ DENGELERİN KURUCUSU

Ancak tüm bu karmaşa içinde, dikkatle ve ısrarla kurulan bir başka diplomasi dili yükseldi: Türkiye’nin dili. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, savaşın en hararetli anlarında bile soğukkanlılığını koruyan, taraflara gerilimi düşürme çağrısı yapan, aynı zamanda Filistin’in hakkını savunmaktan da geri durmayan bir çizgi izledi.

Ankara, bu savaşın yayılmasını önleyen ve taraflara karşı güvenilirliğini koruyabilen ender başkentlerden biri oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası arenadaki etkili liderliği, Türkiye’yi hem insani diplomasinin hem stratejik barışın başat aktörüne dönüştürdü.

Savaşın başından bu yana Türkiye ne kışkırtıcı ne de edilgen bir politika izledi. Aksine, bölgenin kadim dengelerini bilen, aktörleri tanıyan, inisiyatif almaktan çekinmeyen bir diplomatik duruş sergilendi. Bu, sadece Türkiye’nin değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bölge halkları nezdinde kazandığı bir kredidir.

TRUMP: BARIŞIN DEĞİL SİYASETİN OYUNCUSU

Trump’ın barış çağrısını bir insani hassasiyet değil, yaklaşan seçimler öncesi bir pozisyon alma çabası olarak okumak daha gerçekçidir. Zira Ortadoğu’da itibarını büyük ölçüde yitiren Washington’un bu kez barışı kalıcılaştıracak bir kapasitesi bulunmuyor. Barış çağrısını dillendiren Trump olsa da, o barışı kuracak olanlar artık başka merkezlerde oturuyor.

BARIŞ HER ZAMAN BİR GALİBİN ESERİ DEĞİLDİR

İsrail, bu savaşı kaybetti. Savaş meydanlarında değilse bile psikolojik üstünlüğü kaybederek. İran kazandı ama gürültüsüz, sessiz, kararlı bir biçimde. Ve Türkiye, bu denklemde artık sadece gözlemci değil, oyunun hakemi konumunda.

Barış bazen en çok yorulanın, en çok yara alanın sığındığı bir limandır. Fakat bu kez o limanı inşa eden, bir başka güç oldu: Türkiye. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Ankara, diplomatik sağduyusuyla bu çatışmanın en dikkat çekici sessiz gücü olarak tarihe not düşüldü.

Barış her zaman haklı olanın değil, hazır olanın hakkıdır. Ve görünen o ki, bu barışa en hazır ülke Türkiye’dir.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...