İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Bedel ödemeye hazır mıyız?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hangimiz en başta evladını feda edebilecek kadar seviyor Allah’ını. Hazreti Hüseyin kadar sevebilir miyiz Allah’ı? Ya Peygamber efendimizi ona anam babam feda olsun derken diyoruz da, hazır mıyız feda etmeye, feda olmaya? Hadi buraları geçtim. Bedel ödemek için en basit şeylerimizden; keyfimizden, yememizden, içmemizden vazgeçiyor muyuz? Bir coğrafya parçası bizden uzak diye yüreğiniz dağlanmıyorsa boşuna ağlayıp, sızlayıp da peygamber güzellemeleri yapmayınız lütfen. Allah’ın emridir deyip ona göre şekil alıp içini dolduramadığınız dini bize satmaya kalkmayınız lütfen.

Ucuza satılıyoruz

Marketlerde bilinçli bir şekilde kasa önlerine yarı fiyatına konulan ürünleri bilhassa deterjan, şampuan, temizlik malzemeleri gibi şeyleri alanları affedemiyorum. İki yıldır sabrettim sabrettim ama artık yeter diyor ve bağırarak çıkıyorum marketlerden. Kritik ürünler değil ki bu aldıklarınız. İlaç olsa mecbursun. Ama alt tarafı muadili de olan bir ürün. Ne diye bu kadar duyarsızlık, vurdumduymazlık. O fiyattan satılan ürün pandemi zamanında ekonomi kötü diye 3, 4 katına satıldı. Alışveriş yapanın cebinden çaldılar. Şimdi de ürünler ucuzladı diye alabiliyorsunuz. Sizinle dalga geçiyorlar. Ucuza ruhunuzu satıyorsunuz.

Devlet izin vermesin

Bunu diyemeyiz. Dünyanın içinde kapalı bir ülke olursun kendin pişir kendin ye dersin, dünya ile irtibatın olmaz, kendi yağınla kavrulursun o zaman devlete ahkam kesersin. Ama hem dünyaya açılmak istiyorsun hem dünyayı gezmek istiyorsun. Kolayca pasaport alıp vizeyi de Türklere versin istiyorsun ama lafı devlete ediyorsun. Oysa sivil olan sensin. Devlete baskı yapıp yönlendirecek olan sensin. O beğendiğiniz, ölüp, bittiğiniz batı böyle gelişti. Tabi sömürdükleri ayrı konu. Sen almayacaksın. Bu ürünler bugün girmedi bu ülkeye. O Siyonistlerle iş birliği yapan ilk olarak ülkeye adım attıranlara soracaksın hesabını. Devlet şu saatten sonra defol ülkemden diyemez. Devlet bu markaların Türkiye’de bir nedenle üretim lisanslarını iptal etse bu sefer de kalkıp ne diyeceksiniz? O kadar insan çalışıyor, aile ekmek yiyor devlet ne yapmaya çalışıyor diyeceksin. Yalan mı? Değil.

Sivil inisiyatif

O zaman yapılacak tek şey sivil inisiyatifin harekete geçmesi. Ama bunun için konfor alanınızdan çıkmanız lazım. Sadece tüketici miyiz? Yoksa üretip kullanıcı mıyız? Bu sorulara cevap bulmamız lazım. Bilinçli insanlar olmanın matematik problemini beş saniyede çözmek olmadığını anlayacak bir sisteme ihtiyacımız var. Kendi entelejansiyamızı ortaya çıkaracak reflekslerin doğması lazım. Bunun için de çok okuyan, araştıran ve doğru düşünme mantığı ile hareket eden insanlar olmamız lazım. Dogmatik inanışlardan uzak durmamız lazım. Sivil şahsiyetler olarak karşı olduğumuz şeylerin argümanlarını ortaya koyabilmemiz lazım. Boş sloganlar, ezberlenmiş kalıp cümleler değil. Yeniden düşünmek ve düşünce üretmek lazım. Aksi halde devlete bağımlı, asalak kalırız. Devlette bu mekanizmadan yararlanan bir döngünün içine girer. Değiştirecek olan bizleriz. Sivil inisiyatif demek illa bir dernek, vakıf çaltısı altına olmak demek değildir. Çünkü maalesef bugün bu kurumlar da lekelendi. Tek başına da mücadele edip çevrene örnek olabilirsin. Sosyal medyayı aktif kullanarak bir şeyi değiştirebilirsin. Ama yeter ki rahatını boz. Hiçbir şey yapamıyorsan kendini değiştirmek için uğraş.

Bedeli ödediler

Bugün bedeli ödeyenler aramızda değil. Hepsi milli mücadele döneminde şehit oldular. Kırk beş senedir de ülkemiz sınırlarını korumak için hala şehit oluyoruz. Bir bedel ödeyenler var bir de keyfini yapanlar var. Bugünden itibaren yeni bir ben için gereğini yap kardeşim. Ayağa kalk ve kendi kimliğinin kodlarına geri dön.


16 Satır

Mazlumların bayrağı

Ben bayrak olsam, mazlumların topraklarında vicdan olup dalgalanırdım. Ben toprak olsam, toprağa düşen tohumlara yurt olmak isterdim. Eğer kalp olsaydım masumların bedenlerinde kalp olup, gönül nedir dünyaya göstermek isterdim. Bir bayrak bir de insanlık var. O da benim bayrağım benim yurdum benim insanım benim toprağım. Orası Kızılelma orası masum bedenlerin kurşunlara, bombalara hedef olduğu topraklar. Neresi olursa olsun; dünyanın herhangi bir yerinde benim bayrağım, dalgalanır mazlumların üzerinde. Ey insanlık, ey ruh; sözler bayraklaşsa dalgalansa diye çırpınıyoruz. Sen de tut, sen de gel bir renk bir hilal bir yıldız ol. Bu bayrak senin bu bayrak hepimizin. Hepimizi bekler aynı akibet. Bayraklaşırsak ancak ebediyete kadar dalgalanır bu sancak. Her birimiz hak için yaşar hak için ölürüz. Bayrağı bayrak yapan, mazlumların üzerine kalkan gibi gerilen yüreklerdir.


 Editör

Anadolu’dan Gazze’ye

Fiziken uzakta da olsa gönül coğrafyamızın bir parçası olan ve maalesef bize işkence niyetine izlettirilen katliamlara sahne olan bu kutlu beldenin adı Filistin. Neredeyse iki yıla yakındır olmadık, duyulmadık işkenceler, ölümler görüyor, avaz avaz çığlıklar duyuyoruz. Yapacak bir şeyler mutlaka var. İşte bu niyetle yola çıkan gönlü yanan bu grup söylenen sözler, atılan sloganlar havada asılı kalmasın eyleme dönüşsün diye Anadolu’dan Gazze’ye platformunu kurdular. Benim de bu platform bünyesinde Sultanbeyi ve Orhangazi’de konuşmak Filistin için içimi dökmek nasip oldu. İşte tam da burada başta memleketimizden başlayarak tüm dünyaya bu zulmün durması için elini taşın altına koyan bu güzide grubun bir araya gelme nedenlerini sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.

Diyorlar ki; “ İnsanlık olarak, dünyanın bu en dar yüzyılında Gazze’de yaşanan Siyonist mezalimi ve soykırımıyla yüzleşirken Anadolu’dan Gazze’ye Bir Nefes Platformu olarak yoğurt etme niyetiyle tahta kaşığındaki hakikat mayasını göle çalan Nasrettin Hoca misali; Anadolu mayasını taşıyan gönüllere; irfanın, vicdanın ve hakikatin yolcuları olarak kendilerini gerçekleştirmeleri ve bir kez daha kötülüğün karşına dikilmek üzere ortaya çıkmaları gerektiğini hatırlatan bir ses olmayı hedefliyoruz.” “Anadolu’dan Gazze’ye Bir Nefes” platformu, insanlık vicdanının sesi olarak sadece bir coğrafyaya değil, zulmün gölgesinde kalan her insana ulaşmayı hedefliyor. Yeryüzünde tek bir çocuğun ağlamadığı, bombaların değil kuşların sesinin duyulduğu, insanın insana düşman değil yoldaş olduğu bir dünya düşlüyor hepimiz gibi. Bu düş, sadece bir arzu değil; yolunu irfanla, ahlakla ve dayanışmayla örülmüş bir mücadeleyle gerçeğe dönüşecek bir idealdir deyip bu uğurda inananları da kervanına katıyor. Bugüne kadar toplam 60 il ve ilçede konferanslar düzenleyip üstüne üstelik bir de Filistin’e girmek için Mısır’a giden bu kutlu ekibi sizlerle tanıştırmak istedim. Bir yıl önce mütercim Ayçin Kantoğlu tarafından kurulan bu platformu yakından takip edelim.


Artı Eksi

Artı

Malum marka

Bir belediyemizin başkanı tarafında şu malum boykot dondurma dağıtılırken orada bulunan bir çocuk buna itiraz ediyor. O belediye başkanı sonra kameralara pişkin pişkin kendini savunarak bir çocuğun ferasetini dahi gösteremediğini belli ediyor. O evladımızın alnından öpüyorum. Daha çok evladımızı var bu hassasiyette olan.

Eksi

Yalnızlık gizleniyor

Maalesef her geçen gün toplumsal yapıda birtakım değişiklikler yaşanıyor. Aile çözülüyor. Doğurganlık azalıyor. Ayrıca yalnızlık artan en önemli konulardan biri. Sosyal medya yalnızlığı zaman zaman iyi bir şeymiş gibi övebiliyor. Özellikle ABD’de gençler arasında arkadaşlara ayrılan zamanın son 20 yılda yarı yarıya azalması, bu endişe verici tablonun en çarpıcı yanlarından biri. Uzmanlar, sosyal izolasyonun erken ölüm riskini günde 15 sigara içmekle eşdeğer oranda artırdığına dikkat çekerken, yalnızlığın utanç verici bir damga olarak görülmesi nedeniyle birçok kişinin bu durumu gizlediğini belirtiyor. Türkiye’de bu konuda TÜİK verileri de pek iç açıcı konuşmuyor. Son 10 yılda bizde de yüzde 71 oranında bir büyüme olduğuna işaret ediyor. İstanbul 943 bin 363 ile tek kişilik hane sayısıyla birinci sırada.


Dış Dünyadan

BBC her zamanki gibi

İngiliz bağımsız medya takip kurumu “The Centre for Media Monitoring”in yorumlarına sık sık bu köşede yer veriyorum. Batı medyasının çifte standardını çok güzel ortaya koyuyorlar. Biz medya mensupları için de önemli veriler sunuyorlar. Mesela iki haber BBC’de birine göre önceliklendiriliyor. Neden? Hangi anlayış BBC’yi bunu yapmaya yönlendiriyor. İngiltere’de yıllar boyu vatandaşlar İslam karşıtı bir anlayışla medya tarafından eğitildiler. Bunda da en büyük pay devlet yayını olan BBC’dir. Ancak 7 Ekim’den sonra büyük bir uyanış oluştu. Bunda elbette Filistinli gazetecilerin sosyal medyayı çok etkili kullanmalarının payı büyük. Fakat orada da İsrail’in Filistinli gazetecilerin Facebook haberlerini yüzde 77’lik bir engelleme yaptıklarını biliyoruz. Buna karşı da İsrailli haber sitelerinde aynı dönemde yüzde 37’lik artış gözlemlenmiş. Her şeye rağmen İngiliz ve batı halkı da kendi resmi haberlerine temkinli bakıyor. Mesela iki haber var görselde. Biri İngiliz Punck Rock şarkıcısı Bob Vylan’ın binlerce izleyicinin katıldığı müzik şenliğinde herkese bir ağızdan İsrail ordusu ölmelidir sloganları attırdığı haber. Diğeri de İsrail ordusu IDF’in son katliamını duyurduğu haber. Bu iki haber arasında yayınlanma sayısında ciddi bir fark olduğu gözlemlendi. Şarkıcının İsrail ordusu IDF için “ölüm ölüm” diye bağırması İsrail’in yaptığı katliam haberinden 33 kat daha fazla yer verildi. Burada sessizce ve sinsice yapılan algının farkında olmalıyız. Ayrıca İsrail’in 20 Filistinli öldü diye basitçe verileştirdiği bu haberin içeriği bile yanlış. Filistinliler tarafından en az 34 kat daha fazla cenaze olduğu bildirildi. Bu haber ise diğerine göre daha az verildi. Rap şarkıcısının haberi ise BBC tarafından nefret suçu olarak aktarıldı. @cfmm.org.uk bağımsız araştırma verilerince ortaya dökülen yanlı habercilik karşısında da görüyoruz ki İngilizler 7 Ekim’den beri her hafta Londra sokaklarını doldurup Filistin’in yanında haykırmaktan vazgeçmediler. BBC istediği kadar tüm aparatlarıyla gelsin. Bu tür haberciliğe karşı kahramanca gerçekleri yüzlerine vuran kahramanlar var. (Bu arada bu haberi yayına verirken bu şarkıcının ABD vizesinin iptal edildiği söylendi. Konserleri iptal edilmiş).


Periskop

Duygusal cehalet

Sevgili meslektaşım Mine Ataman’ın dile getirdiği bir terim “Duygusal Cehalet”. Sosyal medya için söylenmiş olan bir söz bu. Sosyal medyada iklim yasası, zeytinlikler işte Madleen gemisi gibi bir takım (yakın zamanda yaşadığımız için bunları örnek gösteriyorum) olaylara bakış açımız bilgiden ziyade duygusal manipülasyona göre şekilleniyor. Üstelik çok yüksek takipçilerden gelen mesajlar atılan sloganlar ve mesnetsiz boş sözler, bilgi olarak algılanıyor ve gerçeklere geçit verilmiyor. Bir milyonu geçen bir takipçiden “İklim kanununa hayır” deniliyorsa buna kesin hayır demek lazımdır diye düşünülüyor. Uzmanlık alanı olmayan akademisyenlerin dahi iklim kanunu gibi bilimsel bir alanda çevre mühendisi olmadıkları halde ahkam kesmesi de ya bu hoca her şeyi bilen biridir diye inanılabiliyor. Akademisyenlerimizin de kendi alanları haricinde eğer bir araştırmaları yoksa işkembeden kübra konuşmaları büyük bir sorumsuzluktur. Zeytinlikler tahrip ediliyor demenin hiçbir bilimsel alt yapısı yoktur. Madenler nasıl çıkarılıyor? Nadir madenler dediğimiz elementler neden çıkarılmalı? Bunların ülkeye katma değeri zeytinlikleri başka yere taşıyarak gerçekleştirmenin örnekleri varken ortalıkta duygusal cehalete yol açmak çok acımasızca bir tavırdır. İnsan bilmediği konularda bu kadar rahat konuşma cüretini elde edememeli. Bilgiye ulaşmak, araştırmak yerine nasılsa birileri söylüyor konforundan ve onlara inanmanın cehaletinden kurtulmalıyız.


Üniversite giriş sınavları ve mezuniyetleri arasında (Doç. Dr. Işıl İlknur Sert)

Geçtiğimiz günlerde yapılan üniversite giriş sınavları ve bugünlere denk gelen üniversite mezuniyet törenleri insana şunu düşündürüyor: Girmek için bu kadar çaba harcanan üniversite hayatı insana ne kazandırıyor? Her şey sadece bir meslek edinmek için mi, yoksa bunun yanında farklı bir bakış açısı da kazanmak için mi?

Üniversite eğitimi insanların yalnızca mesleki bilgi edinmesini sağlamıyor. Aynı zamanda onları sosyal, kültürel, entelektüel ve ahlaki açıdan da geliştiriyor. Çünkü üniversite mezunu olmak, kişinin yaşamına yön veren pek çok nitelik ve değeri beraberinde getirir. Bu süreç, insanın düşünce yapısını şekillendirir, dünyaya bakışını derinleştirir ve topluma katkı sağlayan bilinçli bir insan olmasına yardım eder.

Üniversite eğitimi, insanın sorgulayıcı bir zihne sahip olmasını da teşvik eder. Üniversite mezunu bir kişi, bir konuyu yüzeysel şekilde kabul etmek yerine, onun arka planını araştırır, farklı bakış açılarını değerlendirir ve kendi yorumunu ortaya koyar. Üniversiteler, farklı şehirlerden, bölgelerden ve hatta ülkelerden gelen insanların bir araya geldiği ortamlardır. Bu çeşitlilik, kişinin kültürel hoşgörü ve anlayış geliştirmesine katkı sağlar. Farklı değerlerle, yaşam biçimleriyle tanışmak, onun empati kurma becerisini geliştirir. Üniversite mezunu biri, farklılıklara saygılı, açık fikirli ve toplumsal değerlere duyarlı olma eğilimindedir.

Yani üniversite mezunu olmak yalnızca bir diplomaya sahip olmak anlamına gelmez. Bu süreç, bireyin zihinsel, duygusal, sosyal ve ahlaki açıdan olgunlaşmasına katkıda bulunur. Eleştirel düşünme, özgüven, sorumluluk, etik değerlere bağlılık ve toplumsal bilinç gibi kazanımlar, insanın hayatını daha anlamlı, üretken ve etkili hale getirir. Üniversite eğitimi, kişiyi sadece mesleki olarak değil, bir insan olarak da geliştirir.

Elbette üniversite mezunu olmadan da meslek edinen hatta kendini geliştiren çok sayıda insan var. Herkes üniversite okumalı mı, yoksa kurslar ya da meslek liseleri gibi yolları kullanarak da meslek hayatına atılmak günümüz şartları için uygun mu? Bunu kişinin yapısı, eğitime bakışı, becerileri belirleyecektir. Bu noktada ailelerin de bilinçli olması, üniversite okumadan da meslek sahibi olunabileceği konusunda gençlere destek vermesi, gerekirse bu konuda rehberlik hizmeti alması gerekiyor. Meslek sahibi olmak çeşitli yollarla mümkün kılınıyor ancak burada gözden kaçırılan nokta, kişinin yaşam boyu öğrenme anlayışı ile kendini geliştirmeye devam edip etmemesi.

Yine de yıllar içinde şöyle manzaralarla karşılaşmak da mümkün: Üniversite eğitimi içinde ukde kalmış olan belli yaşın üzerindeki yetişkinlerin af ile dönerek ya da sınavlara girerek eğitim almaları bizi mutlu ediyor.

Açık ve Uzaktan Eğitim Fakülteleri ile ikinci hatta üçüncü üniversitelerini okuyanlar var. Emeklilik sonrası kendini geliştirmek için üniversite okuyanların sayısı da hiç az değil. Yaşam boyu öğrenme belki de en çok üniversitelerdeki bu öğrenci profili değişimi ile kendini gösteriyor.

Üniversite kazanamamış ancak güvenilir bilgi kaynaklarına kolayca ulaşıp kendi eğitimine katkıda bulunmak isteyenler için ise kütüphaneler çok iyi bir fırsat. Türkiye'nin dört bir yanında bulunan özellikle halk ve belediye kütüphanelerinde ve bazısı halka açık araştırma kütüphanelerinde herkesin faydalanması için binlerce kaynak bulunmakta. Hemen her yazımızda belirttiğimiz gibi güvenilir olmak koşuluyla internet yoluyla da bilgi edinmek mümkün. Yeter ki insan kendini geliştirmek istesin.

Üniversite mezuniyeti sonrası eğitimini aldığı alanlarda göreve atılmak isteyen gençler için de yolların açık tutulması gerekiyor. Bilgi ve Belge Yönetimi mezunu olanların kütüphane ve arşivlerde görev almasını istemek, alan mensubu olarak bizim hakkımız tabii. Bunun gibi her alan mensubunun da kendi mezunlarına sahip çıkması ve onların kendileriyle ilgili mevkilerde çalışması için atılımlar yapması gerekiyor. Yani bir süre sonra üniversitede yetiştirdiğiniz öğrencilerinize meslektaşları olarak da sahip çıkmanız gerekiyor. Kendini mesleğine adamış hemen herkesin yapmaya çalıştığı bu davranış ile yeni mezun öğrenciler de kendilerini yalnız hissetmiyorlar.

Bugünlerde yapılan üniversite mezuniyet törenleri bunları düşündürüyor insana. Kim hangi güzel ve doğru yolda ilerlemek istiyorsa yolu açık olsun. Ülkenin bilimsel, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınması için onları desteklemek de biz meslek sahipleri için bir amaç olsun.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...