İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Sermaye birikimi yerine servet birikimi: Yerli ve milli ekonomimizin Marx'a göre analizi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Sevgili meslektaşım Hakkı Öztürk’le sohbetlerimizin ilhamıyla bugün size iktisat teorisindeki önemli konulardan biri olan servet ve sermaye birikimi üzerinden Türkiye’de son dönemde yaşadığımız anormal gelir dağılımı adaletsizliğinin arkasındaki yapısal problemi anlatmaya çalışacağım. Burada Marx’ın artı değer teğer teorisi ve onun geliştirdiği hayali sermaye kavramından da yararlanacağım. İyi okumalar.

GİRİŞ

Sermaye ve servet birikimi, ekonomik büyüme ve toplumsal refahın temel dinamiklerini anlamak için kritik kavramlardır. Özellikle küreselleşen dünya ekonomisinde, bu iki kavram arasındaki ilişki ve dönüşüm süreçleri iktisadi dengesizliklerin anlaşılmasında önemli ipuçları sunar. Kapalı ekonomilerde sermaye ve servet birikimi genellikle birbirine yakın değerlendirilirken, açık ekonomilerde doğrudan dış yatırımlar ve dış borçlanmalar bu ilişkide farklılaşmalara yol açar. Marx’ın artı-değer teorisi ve hayali sermaye kavramları, modern finansal sistemlerde yaşanan balon ekonomilerini ve üretken ile üretken olmayan sektörlerin dinamiklerini açıklamada rehberlik eder. Bu yazıda, bu teorik çerçeve ışığında Türkiye ekonomisinin son yirmi yılı incelenecek, sermaye ve servet birikimi arasındaki geçiş süreci ve yarattığı dengesizlikler tartışılacaktır.

SERMAYE VE SERVET NEDİR?

Bu yazıda ele alınan kavramların bireysel bazda değil toplumsal bazda karşılıkları kullanılacaktır. Bu bağlamda bir toplumda toplam sermaye o ekonomideki bütün fiziki sermaye (üretimde kullanılan makine ve teçhizat), alt yapı sermayesi (ulaştırma, haberleşme, şehircilik alt yapısı ve üretimde kullanılan binalar), beşeri sermaye (üretimde kullanılan birikmiş bilgi ve teknolojik altyapı) toplamından oluşur. Ancak beşeri sermayenin parasal değerini ölçmek hem zordur, hem de modellemesi gayet karmaşıktır. Bu yüzden genelde toplam sermaye stoku denince fiziki sermaye ve alt yapı sermayesinin parasal değeri kabul edilir.

Bir toplumun serveti ise mali sermaye (bankacılık sektöründeki mevduatlar ve finansal sektördeki birikmiş fonlar), doğal servet (ormanlar, denizler, maden kaynakları vb) ve kültürel servetin (tarihi eserler, sanat eserleri, büyük abideler ve dini merkezler gibi) toplamından oluşur. Ancak doğal ve kültürel servete paha biçilemez, doğrudan üretim ilişkisine dahil edilemez. Bu yüzden toplam servet denince genelde mali sermaye akla gelir. O zaman şöyle bir tanım yapabiliriz.    

"Bir toplumun serveti o toplumun geçmiş dönemlerdeki tasarruflarının toplamıdır. Bir toplumun sermayesi ise o toplumun geçmiş dönem yatırımlarının toplamından amortismanın farkına eşittir."

KAPALI EKONOMİDE SERVET VE SERMAYE BİRİKİMİ

Hangi iktisat ekolünden olursa olsun sermaye birikimi modellenirken genelde kapalı ekonomi varsayılır. Kapalı ekonomi modelinde, dış ticaret ve sermaye hareketleri ihmal edilir; dolayısıyla sermaye ve servet birikimi, milli düzeydeki tasarruf ve yatırımlar üzerinden değerlendirilir. Servet, geçmiş dönemlerdeki tasarrufların toplamı olarak tanımlanır. Pekiyi insanlar niye servet biriktirirler, yani niçin tasarruf yaparlar? Tasarruf servet biriktirme gayesi olan bireylerin güç ve daha yüksek yaşam standardı veya gelecek güvencesi için yaptığı bir eylemdir. Yani servet birikiminde doğrudan üretim kapasitesini arttırmak gibi bir amaç yoktur.

Öte yandan sermaye ise, üretim sürecinde kullanılan makine, tesis, bina gibi fiziki varlıkların toplam değeridir. Sermaye stoku net yatırımların birikmiş değeridir ve yatırım ise işini ve üretim ölçeğini genişletmek isteyen firmaların yaptığı bir eylemdir. Yani servet birikimi ya da mali sermaye birikimi ile fiziki sermaye birikimi farklı toplumsal aktör ve gruplar tarafından farklı sebeplerle yapılır. Bundan niye bahsediyorum? Çünkü hemen hemen bütün ana akım iktisat modellerinde kapalı ekonomide yatırımların finansmanında tasarruflar temel kaynak olarak kabul edilir. Yani, yatırım ve tasarruf birbirine özdeş kabul edilir. Bu ise bütün mali sermayenin yatırıma döneceği varsayımına dayanır.  Sonuç olarak da tasarruflar ekonomik büyümenin ve sermaye birikiminin ön koşulu olarak görülür.

Ancak gerçek hayatta işler pek öyle yürümez. Her şeyden önce, özellikle çağımızda, mali sermayenin önemli bir kısmı yatırım kredilerine değil tüketim kredilerine aktarılır. Tüketim ise sermaye birikimine bir katkı sağlamaz. İkinci olarak sadece tasarrufun yatırıma dönüşmesi yetmeyebilir, tasarruflarla hangi sektörlere yatırımın finanse edildiği de önemlidir. Üçüncüsü de, özellikle günümüzde, küreselleşme ve yabancı sermaye hareketleri nedeniyle yatırım veya tasarruf fazlası durumlarının oluşması mümkündür. Dördüncüsü tasarrufları yatırıma döndüren finans sektöründe, teoride varsayıldığı gibi, tam rekabet piyasası çoğu zaman bulunmamaktadır ve bu da yatırım tasarruf eşitliğini bozabilecek etkilere sahiptir.

Sonuç olarak, kapalı ekonomide ana akım iktisat modellerine göre sermaye birikimi ve servet birikimi finans piyasasında dengeye gelme süreci ile birlikte eşitlenir. Tasarruf sahipleri üretim kapasitesini arttırma gibi bir gayeleri olmasa da finans sektörü kanalıyla bu süreç gerçekleşir. Ancak pratik hayatta bu ilişki yukarıda sıralanan dört etken sebebiyle gerçekleşmeyebilir.

AÇIK EKONOMİDE DIŞ YATIRIM VE DIŞ BORÇLA SERMAYE BİRİKİMİ

Açık ekonomide ise sermaye birikimi ve servet dinamikleri, ulusal sınırların ötesinde şekillenir. Doğrudan yabancı yatırımlar ve dış borçlanma, ülkelerin sermaye stoklarını kendi iç tasarruflarının çok ötesinde genişletebilmesini sağlar. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkeler için büyüme fırsatları yaratırken, beraberinde finansal kırılganlıklar ve dış bağımlılık risklerini de getirir.

Bir ülke, doğrudan yabancı sermaye yatırımları yoluyla dış kaynaklı sermaye stokunu artırabilir; bu yatırımlar genellikle uzun vadeli ve üretken sektöre yöneliktir. Öte yandan, dış borç kullanılarak yapılan yatırımlar, kısa vadeli finansman baskısı yaratabilir ve geri ödeme güçlükleri ekonomide finansal sıkışıklığa yol açabilir. Özellikle özel sektörün dış borçlanması, sermaye akışlarındaki volatiliteyi artırarak ekonomik istikrarı tehdit eder.

Bu bağlamda, servet birikimiyle sermaye stokları arasındaki ilişki, açık ekonomide daha karmaşık bir hal alır. Bir ülkenin mali sermaye stoğu, iç tasarruflardan bağımsız olarak dış sermaye girişleriyle artabilir; ancak bu sermaye stokunun sürdürülebilirliği, dış borç servis yüküne ve yatırımların getirisine bağlıdır.

Sonuç olarak, açık ekonomi koşullarında sermaye birikimi, ulusal tasarrufların ötesinde küresel finansal akımların etkisiyle şekillenir. Bu durum, ekonomik büyüme için fırsatlar sunarken, mali sermayenin fiziki sermayeye dönüşmemesi halinde finansal krizlerin zeminini oluşturabilir.

MARX’IN ARTI-DEĞER TEORİSİ, ÜRETKEN VE ÜRETKEN OLMAYAN SEKTÖRLER İLE HAYALİ SERMAYE

Marx’ın artı-değer (surplus value) teorisi, kapitalist üretim sürecinin Marksist analizinde temel dinamiği oluşturur. Artı-değer, emek gücünün karşılığından daha fazlasının sermayedar tarafından el konulmasıyla ortaya çıkar ve sermaye birikiminin kaynağıdır. Bu çerçevede sermaye, üretken sektörlerde emek ve üretim araçlarının birleşmesiyle gerçek değer yaratan bir güç olarak görülür.

Ancak kapitalist ekonomide, üretken olmayan sektörlerin (finans, spekülatif faaliyetler, inşaat gibi) büyümesi, artı-değer üretimine doğrudan katkı sağlamayan ancak sermaye birikimini etkileyen önemli bir unsurdur. Bu sektörler, kârların ve dolayısıyla sermayenin bir kısmını üretim dışı faaliyetlere kanalize ederek, sermaye dolaşımında hayali sermaye (fictitious capital) kavramıyla tanımlanan finansal varlıkların artmasına neden olur.

Hayali sermaye, üretim sürecinden bağımsız olarak değer kazanan finansal araçları ifade eder ve piyasalarda balonların oluşmasına zemin hazırlar. Bu balon ekonomileri, gerçek üretime dayanmayan kâr beklentileriyle şişer ve kırılganlık yaratır.

Sonuç olarak, kapitalist sistemde sermaye birikimi, artı-değerin üretildiği gerçek üretim faaliyetleri ile finansal piyasalardaki hayali sermaye arasındaki dinamik bir denge üzerine kuruludur. Bu denge bozulduğunda, ekonomik krizlerin ve finansal balonların ortaya çıkması kaçınılmaz olur.

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN ANALİZİ: 2001-2012 VE 2013-2024 DÖNEMLERİ

Türkiye ekonomisi, 2001-2012 yılları arasında dış borçla desteklenen sermaye birikimiyle hızlı bir büyüme süreci yaşamıştır. Bu dönemde, doğrudan yabancı yatırımların yanı sıra özel sektörün dış borçlanması sermaye stokunu önemli ölçüde genişletmiştir. Ancak yatırımların önemli bir kısmı, Marx’ın üretken olmayan sektörler olarak tanımladığı finans, inşaat ve turizm alanlarına yönelmiş, sanayi ve tarım gibi üretken sektörlerdeki büyüme sınırlı kalmıştır.

2013-2024 döneminde ise bu yapısal dengesizliklerin finansal maliyeti ortaya çıkmaya başlamış, yatırımların getirisi dış borç faizlerini karşılamakta yetersiz kalmıştır. Bu durum, ekonomik büyümenin yavaşlamasına, finansal sıkışıklığa ve kişi başı refah düzeyinde gerilemeye yol açmıştır. Türkiye’nin sermaye birikimindeki dışa bağımlılık, küresel finansal dalgalanmalara karşı kırılganlık yaratmış, mali piyasalarda oynaklığı artırmıştır.

Bu süreç, sermaye birikimi ve servet dinamiklerinin küresel entegrasyonun etkisiyle yerel ekonomilerde nasıl kriz ve dengesizlik ürettiğinin somut bir örneğidir. Türkiye’deki sermaye stokunun büyümesi, büyük oranda mali sermaye stokunun artışına dayanırken, bu sermayenin fiziki sermayeye dönüşümündeki aksaklık, ekonomik sürdürülebilirliği zorlamaktadır.

SONUÇ

Yukarıdaki analize bağlı olarak birkaç sonuç belirleyebiliriz:

1. Türkiye’de 2001 - 2012 arası dönemde (ilk 5 sene haricinde) doğrudan dış yatırım yerine daha çok dış borca dayalı bir finansman ve yatırım süreci gerçekleşmiştir.

2. Dış borçla gelen kaynaklar büyük oranda üretken olmayan sektörlere aktarılmıştır.

3. 2013 – 2024 arası dönemde ise dış sermaye ülkeye geleceğine ülkeden çıkmıştır. Üretken olmayan sektörlere aktarılan kaynaklar düşük artı değer yarattıkları için dış borç faiz yükü iç ekonomide artmıştır.

4. Üretime dayanmayan bir ekonomide sermaye birikiminden daha hızlı bir servet birikimi süreci olmuş, bu da iktidarın uyguladığı politikalarla pekişmiştir.

5. Artan gelir dağılımı adaletsizliğin temel sebebi, bu yüzden planlı ekonomiden vazgeçme, sanayi ve tarım yerine hizmetler sektörüne öncelik verme ve kontrolsüz bir şekilde dış sermayeye açılma olarak özetlenebilir. 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...