Devlet Aklı ve Terörsüz Türkiye İdeali
Yeni bir siyasal sürecin içindeyiz. Hem coğrafyamızın hem tarihimizin bizi sürüklediği o dönemeçte, sadece iktidar değişimlerinden değil, devletin kendini yeniden tanımladığı derin bir eşikten söz ediyoruz.
Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu “terörsüz Türkiye” perspektifi, çoğu zaman günlük siyasi tartışmaların tozu dumanı arasında hak ettiği şekilde değerlendirilmiyor. Oysa bu perspektif, sadece bir güvenlik politikası değil, aynı zamanda devlet aklının yeni bir inşa biçimidir. Bu yeni yöneliş, uzun yıllar devleti zayıflatmayı hedefleyen yapılara karşı hem siyasi hem toplumsal bir resttir.
Ne var ki böylesi yapısal ve hayati bir sürecin, siyaset magazinine dönüştürülmesi, her açıklamanın manşet yarışına kurban edilmesi ve tribünlere hitap eden bir üslupla yürütülmesi ciddi riskler barındırıyor. Çünkü unutmayalım ki, devlet aklı, sadece düşmanları değil, dost görünen akılsızları da hesaba katar.
Bugün, sürece karşı olanlardan çok, sürecin destekçisi gibi görünerek her cümlesiyle meseleyi sulandıran, hedefi daraltan ve söylemi zehirleyen kesim daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Devleti savunmakla devlet adına konuşmak aynı şey değildir. Hele ki buyurgan, dışlayıcı, kibirli bir tonla hareket edenler, farkında olmadan bu süreci toplumun geniş kesimlerinden koparıyor.
Oysa devlet aklı, birleştirici olmayı, geçmişten ders almayı ve milletin tamamını kuşatacak bir söylem geliştirmeyi esas alır. Geçmişin travmalarını yok sayarak, hataları görmezden gelerek ya da yapılanları yüceltip kutsallaştırarak değil; hakkaniyetli bir yüzleşme ve ortak gelecek tahayyülüyle ilerlenebilir.
“Terörsüz Türkiye” hedefi, bir siyasi grubun iktidarını sürdürme arayışı değildir; bu, milletin bekasını koruma iradesidir. Bu yüzden bu süreci dar bir siyasi çerçevede okumak, günlük hesaplarla değerlendirmek, meseleyi hafifletir.
Gazeteci olarak gördüğüm en temel sorun şu: Bu kadar hayati bir başlık, ya ideolojik kamplaşmaların ya da içi boş sloganların gölgesinde anlatılmaya çalışılıyor. Oysa toplum, özellikle genç kuşak, artık hamasetten değil, ikna edici ve derinlikli bir anlatıdan etkileniyor. Yani mesele sadece terörle mücadele değil; toplumu kaynaştırma, adalet duygusunu güçlendirme, ortak hafızayı tazeleme meselesidir.
Bu yüzden süreçte görev alan kadrolara büyük sorumluluk düşüyor. Her konuşma, her açıklama, her kampanya; ya bu idealin altını besliyor ya da bilmeden onun altını oyuyor.
Bu mesele bir siyasi eğlence konusu değildir. Alaycı bir dille, dışlayıcı bir üslupla yol alamayız. Güçlü argümanlar, sahici duygular, gerçek hikâyeler gerekir. Çünkü bu topraklarda barış ve güven içinde yaşamak isteyen milyonların ortak duygusunu anlatmak, savunmak ve büyütmek zorundayız.
Kısacası, bu yeni dönemin sorumluluğu büyük. Devlet aklıyla, toplumsal vicdanı buluşturabildiğimiz ölçüde bu süreç başarıya ulaşır. Aksi takdirde, bir fırsat daha heba edilir.