Çocuklarımız denek değil: E-ticaretin zehirli yüzü
Ucuzun cazibesi bazen pahalıya patlar. Hele ki mesele çocuklarımızın sağlığıysa, bedel yalnızca cüzdanla değil, vicdanla da ödenir. Son günlerde Ticaret Bakanlığı’nın yurt dışından e-ticaret yoluyla gelen ürünlere yönelik başlattığı denetim süreci, uzun zamandır görmezden gelinen büyük bir sorunu nihayet masaya yatırdı: Sağlık ve güvenlik tehdidi taşıyan “ithal tehlikeler”.
Dışarıdan bakıldığında, küresel e-ticaret rüyası kusursuz görünüyor. Birkaç tıkla sınırları aşmak, Çin’den oyuncak, Kore’den kıyafet sipariş etmek mümkün. Fakat bu küresel konforun görünmeyen yüzünde; çocuk kıyafetlerinde tespit edilen kanserojen boyalar, oyuncaklarda bulunan toksik plastikler ve ayakkabılarda saptanan tehlikeli kimyasallar yatıyor.
Üstelik bu uyarı yalnızca bize ait değil. Avrupa Birliği ülkeleri, İskandinavya ve Güney Kore’de yapılan laboratuvar testleri; çevrim içi platformlardan alınan ürünlerin büyük bir kısmının güvenlik standartlarını karşılamadığını ortaya koydu. Çocuklar için tasarlanmış bir oyuncakta zararlı kimyasalların tespit edilmesi, sadece bir üretim hatası değildir. Bu, gözetimsiz kalan sistemin çocuklarımızı potansiyel bir kimyasal deneyin deneklerine çevirmesidir.
Türkiye’de ise yerli üreticiler sıkı denetim altındayken, yurt dışından gelen paketler zaman zaman hiçbir filtreye takılmadan soframıza, dolabımıza, çocuğumuzun eline kadar ulaşabiliyor. İşte bu noktada Ticaret Bakanlığı’nın başlattığı denetim süreci yalnızca bir bürokratik adım değil, bir kamu sağlığı refleksi, hatta bir toplumsal sorumluluk çağrısıdır.
Özellikle bebek ve çocuk ürünleri başta olmak üzere; deri, tekstil ve ayakkabı kategorilerinde başlatılan laboratuvar testleri, Türkiye’nin ithal çöplüğe dönüşmesini önleme çabasıdır. Bakanlık, AB standartlarına benzer bir şekilde bu ürünleri teste tabi tutacak, güvenlik belgesi olmayan ürünlere geçit vermeyecek.
Ancak burada bitmemeli. Bu yalnızca bir devlet meselesi değil, aynı zamanda bir tüketici bilinci meselesidir. İndirimli gördüğümüz her ürünün bedeli, belki de ileride ödeyeceğimiz bir tedavi faturası olabilir. Çocuğunun eline tutuşturduğu peluş ayının üretim şartlarını sorgulamayan ebeveyn, farkında olmadan bir riskin kapısını aralayabilir.
Artık mesele sadece bir ürünün ucuz olup olmaması değil. Mesele: Sağlık mı, hesaplı alışveriş mi?
Bu noktada gazeteci olarak sormamız gerekiyor: Gümrük duvarlarının deliklerinden sızan bu “zehirli ithalat” ne kadar süredir görmezden gelindi? Küresel ticaretin denetimsizliği karşısında hangi kurumlar sessiz kaldı? Sırf ucuzluk uğruna geleceğimiz olan çocukların sağlığı ne zamandan beri göz ardı edilebilecek bir ayrıntı oldu?
Bugün atılan adım elbette yerinde ama geç kalınmış bir adımdır. Sadece sonuçları değil, kaynakları da sorgulayan daha bütüncül bir denetim ve bilinçlendirme kampanyası şarttır. Tüketiciye “bu ürünü alma” demek yetmez, “neden almaması” gerektiği sorusuna da somut cevaplar verilmelidir. Ebeveynin bilinçli olması, gazetecinin sorumluluğunu yerine getirmesi ve devletin denetimi sıkı tutması artık bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Unutmayalım, çocuklarımız denek değil. Ve sağlıklı bir toplum, ancak sağlıklı nesillerle inşa edilir.