Anahtar Kelimeler (Avrupa)(*)
Evet, “Avrupa” bir anahtar kelimedir. Sâdece coğrâfî bir bölgenin, bir kıtanın adı değildir. Genellikle Avrupa ile ilgili her tanımlama olumlu anlamda kullanılır. Şimdilerde çok kullanılmasa da, eskiden bir kişiye iltifat etmek içn “Avrupaî biri” denirdi. Bu tâbir, Batı hayranlığımız sebebiyle, modern, aydın, gelişmiş, okumuş, görgülü anlamında kullanırdı.
“Avrupa” kelimesinin eş anlamlısı olan “Batı” kelimesi de böyle kullanılırdı. Avrupa ve Batı hep iyidir! Asya, hep kötüdür! Afrika, adını bile anmaya değmez!
Futbol maçlarında stadyumlarda “Avrupa Avrupa duy sesimizi” diye tezâhürat edilir. Ama “Asya Asya duy sesimizi” diye bir tezâhürat duymayız. Devletimizin yüzü Asya veya Afrika’ya değil, Avrupa’ya dönüktür.
Japonya bile yön olarak doğuda olmasına rağmen, kültürel açıdan Batılı olarak kabûl edilir. Üniversite için ya Avrupa’ya ya da onun uzantısı olarak Amerika’ya (ABD veya Kanada) gidilir.
“EUROPA”DAN “AVRUPA”YA
“Avrupa” kelimesi Yunanca’da “güneşin battığı yön” yâni “Batı” demek olan “Eurṓpē”dan (Εὐρώπη) gelir. (Yunanca’da “Doğu” ise Anatolia” demektir.) Güneşin câzibesinden olacak, insanlık Kuzey-Güney doğrultusunda değil, hep Doğu-Batı doğrultusunda ve genellikle Batı’ya doğru hareket etmiş ve etmektedir. Oysa Avrupa kendini var etmek için, ne doğu demiş ne batı demiş, ne kuzey demiş ne de güney, her yöne gitmiştir. Maalesef bu gidişler gezip görmek, iletişim kurmak değil, sömürmek ve zenginlikleri yağmalamak için olmuştur. Sömürürken işkence etmiş, soykırım yapmıştır. Siyâsî sömürgecilik bitince altını boşalttığı topraklarda İncil’i ve Kilise’yi bırakıp gelmiştir.
AVRUPA’NIN ZENGİNLİĞİ
Ancak daha önemli olan, sömürdüğü topraklardan gelen zenginlikle sâdece sanayi devrimi yapmamıştır. Endüstriyel teknolojisini geliştirirken, kendisine “Orta Çağ karanlığı” yaşatmasına rağmen Kilise’yi de ihmâl etmemiştir. Bugün Avrupa’nın hangi şehrine giderseniz gidin, şehrin merkezinde koca bir katedral vardır. Bu katedraller sizi ev sâhibi gibi karşılar. Artık haftada bir Pazar
günlerinde çok az kişinin geldiği bu devâsa kiliselerin içi değerli sanat eserleriyle doludur. Sarı renkli gördüğünüz her şey ya som altındır ya da altın kaplamadır ama bu altınlar Afrika’dan Amerika’dan gelmiştir. Ne yazık ki hâlâ gelmektedir. Aşkın sembolü hâline getirilen pırlanta, Belçika markalarıyla bilinir. Oysa bu pırlantalar hâlâ Afrika’daki eski Belçika sömürgelerinin topraklarından çıkartılır ve o mâdenlerde on yaşından küçük çocuklar çalıştırılmaktadır. (Boykot edecek ne çok şey var, di mi!)
Avrupa, insanlık târihinin son dört yüz yılına damgasını vururken, insanlığın canını çok acıttı. Avrupa’nın bugün üzerinde “havalı” (ya da İngilizce meraklıları için söylersek “cool”) şekilde durduğu kaide sömürü, kan, göz yaşı ve mazlum âhının somutlaşmış hâlidir. Avrupa’nın eski sömürgelerinden gelenler, dün kendilerine âit olan zenginliklerle süslenen Avrupa’da göçmen olarak yaşıyorlar. Ayak
işlerini yapıyorlar. En iyi hâlde olanlar, eski sömürgelerinin millî takımlarının Avrupa veya Dünya şampiyonu olması için ter döküyor. “Beyaz adam” onları hâlâ sömürüyor. Göçmenlere kin ve nefret duyanların sayısı hiç de az değil. Bu kin ve nefret, “İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi” gibi metinlerle bastırılsa da ağrı kesiciden daha fazla bir işe yaramıyor.
KÖHNE AVRUPA
Ülkemizde bir Avrupa hayranlığı hep vardı, şimdi de var. Bu hayranlığın geçmişi Islahat ve Tanzimat fermanlarına kadar gider. Avrupa olsun da hangi ülke olursa olsun diyenler hiç de az değildir. “Türkiye bir mühendis kaybetti, Avrupa bir benzin pompacısı kazandı” diye paylaşım yaparak gidenler, aslında pek de memnun değiller, çünkü Avrupa’nın sesi uzaktan hoş geliyor. Avrupa’ya gidip ikinci sınıf insan olarak yaşamaya râzı olanlar, kısa zamanda Hanya’yı Konya’yı anlıyor. Bunun sebebi, Avrupa’nın dışarıdan görünen ve gösterilen yüzünün tamâmen bir reklam olduğudur. Biz kendimizde kusur arayıp kendimizi Avrupa’ya şikâyet etmeyi mârifet zannederken, Avrupa değil yoğurdunun ekşi olduğunu söylemek, idrar kokan sokaklarına her yıl milyonlarca turist çekebiliyor.
ÇANLAR AVRUPA İÇİN ÇALIYOR
Avrupa ülkeleri (G7 ülkeleri dâhil) böyle derin bir köhnemişlik içindedir. Çin, Afyon Savaşları’nın intikamını İngiltere’den nasıl alır bilmem ama dünyânın yüzde 85’ini sömürerek zenginleşen Avrupa, değirmenin suyu kesilince, Orta Çağ karanlığına benzer bir köhnemişliğe doğru gidiyor. Avrupa âdeta kurumuş ama hâlâ dik duran koca bir ağaç gibidir. Bu kuru ağacı hangi rüzgâr devirir, hangi yangın yakıp kül eder Allah bilir. Ancak dünyânın yüzde 85’indeki mazlumların âhı âheste âheste çıkmaya başlamış gibi gözüküyor.
Avrupa, maddî zenginliği sanatsal zenginliğe ve teknolojik altyapıya döndürerek takdir edilecek bir başarı ortaya koydu. Ama bunu ilk defa yapan Avrupa değildir. Târihte birçok örneği vardır. Zâten Avrupa’nın dünya hâkimiyeti de insanlık târihine kıyasla pek uzun değildir. Kaldı ki bu kısa sürede bile iki dünya savaşı ile Avrupa aslında ne kadar yıkıcı bir kültür olduğunu çoktan gösterdi. Müzik, spor ve teknolojik markalarıyla ivmesini korumaya çalışıyor. Ama sokakta gezerken görünen şu ki, bu ivme 21. Yüzyılın ikinci yarısında devam etmeyecek. Her saat başı katedrallerden gelen kasvetli ses, artık çanların Avrupa için çaldığını ilân ediyor. (*) Bu yazı Roma’da kaleme alınmıştır.