Boğaziçinde bir yalı: Zeki Paşa
Bugün bahsedeceğim yalının bir hikayesi var.
Düşünün ki asker olarak görev yapıyorsunuz ve görevinizde iyice yükseldiniz ve size boğazda bir güzel yalı hediye edildi.
Zeki Paşa Harbiye Mektebi mezunu olarak ordu ve saray arasında stratejik bir konum elde etmiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Süleyman Hüsnü Paşa’nın yaveri olarak başlayan askerî kariyeri, padişaha öğretmenlik ve müşavirlik gibi pozisyonlarla perçinlenmiştir. 1883’te Askerî Mektepler Nazırı, 1891’de Tophane Müşiri tayin edilmiştir. Bu görevde 18 yıl kalması, onun merkezî yönetim nezdindeki nüfuzunu pekiştirmiştir. Mülki gücün ve devlet içi sadakatin maddi karşılığı ise Boğaz kıyısında yükselen bu yalıdır.
Boğaziçi kıyılarında, Emirgan ile Rumelihisarı arasındaki kıvrımda yer alan Zeki Paşa Yalısı, esasında geç Osmanlı siyasetinin mekânsal izdüşümünü yansıtıyor. II. Abdülhamid’in uzun saltanat döneminde sadakat ve itaat ile şekillenen merkezî bürokratik düzenin içinden yükselen Tophane Müşiri Zeki Paşa tarafından bizzat kendisi için inşa ettirilmiştir. Yalının mimarı Alexandre Vallaury, dönemin mimari anlayışını Batı etkileriyle harmanlayan Levanten bir figür olduğundan dolayı bu seçim, sahibinin temsil arzusunu doğrudan yansıtan bilinçli bir tercih olduğunu gösteriyor.
1899 yılında inşası tamamlanan yalı, dış cephesindeki taş örgü tekniği, geniş saçaklı çatısı, rıhtıma paralel yerleşimi ve yüksek pencereleriyle dönemin estetik kodlarını içselleştirmiştir ve yalının giriş cephesinde monumental bir düzen hâkimdir. Bu düzen, hiyerarşik mekânsal organizasyonun mimari dile dönüştüğü noktadır. Avlulu sistemle planlanmış yapı, merkezî sofa etrafına dizilmiş odalarla çevrili bir iç düzenlemeye sahiptir. Salonların tavan yüksekliği, süslemeli pervazlarla vurgulanmış; döküm avizeler, Fransız tarzı şömineler ve yer yer görülen sedef kakmalı ahşap kapılar ile iç mimari ihtişam bir gösteri aracına dönüştürülmüştür.
Yalının cephe çözümlemesinde dikkat çeken simetri, temsilin matematiğiyle örülmüştür. Alexandre Vallaury’nin Galatasaray Lisesi ve Düyûn-ı Umûmiye binasında da izlenen klasik denge anlayışı, bu yapı üzerinde bir iç mimari teatral düzen olarak tecelli etmiştir. Mekânların yerleşimi, işlevlerin mutlak bir sınırla ayrıldığı bir düzene yaslanır. Arka cephede hizmet personelinin kullanımı için tasarlanmış bölümler bulunurken, Boğaz’a bakan ana cephede temsil, kabul ve teşrifat için ayrılmış görkemli salonlar yer alır. Bu planlama, sahipliğin ve misafirliğin sınıfsal çerçevelerini mekânsal dil üzerinden görünür kılar.
ZEKİ PAŞA SÜRGÜN EDİLİYOR
Hikâye burada değişiyor ve Paşa sürgün ediliyor…
Zeki Paşa’nın siyasal kariyerinin inişli çıkışlı seyri, yalının tarihî bağlamını zenginleştiren unsurlar arasında yer alır. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında görevinden azledilmiş, önce Büyükada’ya ardından Rodos’a sürülmüştür. İlerleyen süreçte affedilerek İstanbul’a dönmüş, yaşamının son devresini Büyükada’da geçirmiştir. 1914’te vefat eden Zeki Paşa’nın ardından yapı Osmanlı hanedan üyelerinden Ömer Faruk Efendi tarafından satın alınmıştır. Bu aktarım, mülkiyetin saray çevresi içinde el değiştirmesine ilişkin dönemin karakteristik örneklerinden oluşu yönüyle de dikkate değer…
Uzun yıllar boyunca birçok aile tarafından kullanılmış, 2025 yılında 125 milyon dolarlık değeriyle ülkemizin ve dünyanın en pahalı yapıları arasına girmiştir. Bugün mülkiyeti Baştımar ailesindedir. Yalı, iç düzeni büyük oranda korunarak varlığını sürdürmektedir. Girişte yer alan taş basamaklar, döküm korkuluklu merdivenler, tavan freskleri ve pencere açıklıklarının orantısal uyumu, yapının estetik ve teknik değerini muhafaza ettiğini gösterir. Her ne kadar restorasyon uygulamaları sınırlı tutulmuş olsa da yapı, taşıdığı tarihî ve kültürel kıymetle bütünleşik bir konumdadır hâlâ…