İstanbul
Açık
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Anahtar Kelimeler (Tâtil)

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Tâtil, hep olsun, hep sürsün, hiç bitmesin istenen bir sürecin karşılığı olan bir kelime. Bayram tâtili, resmî tâtil, hafta sonu tâtili ve hatta kar tâtili diye nice tâtil var hayâtımızda. Öğrencilerin en sevdiği gün Cuma günü, çünkü ertesi gün okul yok, yâni hafta sonu tâtili. Sanki Pazartesi’den Cuma’ya okula gitmenin amacı, Cumartesi ve Pazar günleri tâtil yapabilmek. Jules Verne’nin “İki Yıl Okul Tâtili” adlı çocuk romanı her çocuğun fantezi dünyâsına hitap eden şeyler anlatır. Hadi öğrenciler çocuk yaşta oldukları için böyle düşünüyor. Peki iş hayâtındaki yetişkinlere ne demeli? Onlar da en çok Cuma günü ve en az Pazartesi günü sevmiyor mu? Cuma ya da Pazartesi günü resmî tâtil olsun da “Uzun hafta sonu” tâtili yapalım diyenler bu yetişkinler değil mi? Oysa üniversite dâhil on altı sene okumak için en güçlü dürtümüz “işe girmek”. Ama işe girince de en çok istediğimiz şey tâtil yapmak.

Modern hayat anlayışının getirdiği çalışma şartları ve eğitim sistemi, tâtil kavramını da berâberinde getirdi. Sanayi öncesi dönemde ne hafta sonu tâtili ne de yıllık izin vardı. Kimlerin kaç yaşında okula gideceğini, okulun ne zaman başlayıp ne zaman biteceğini de sistem değil, insanlar iklim ve coğrafî şartları dikkate alarak tâyin ederdi. O kadar ki, zorunlu eğitim diye bir şey yoktu ve insanlar “öğrenmeme hakkı”nı kullanacak kadar özgürdü.

Bu bağlamda ele aldığımızda tâtil, vazgeçilen özgürlükleri telâfi etmek için yapılan kontrollü bir kaçamaktır. O kadar sevdiğimiz teknolojiyi bize sağlayan sanayi, bir tarla dolusu çiçeği elimizden alıp onun yerine elimize plastik çiçekler tutuşturarak kendimizi avutmamızı istiyor.

TÂTİL KÜLTÜRÜ

Tâtil kelimesi, atâlet ile aynı kökten geliyor. Tembellik, uyuşukluk, gevşeklik, boş boş oturma, işi gücü olmama anlamlarına gelen atâlet, aslında tâtilin hiç de matah bir şey olmadığını anlatıyor. Atâlet kelimesinin sıfat hâli de “âtıl”; yâni tembel, uyuşuk, işsiz güçsüz, aylak anlamlarına geliyor. 

Psikoloji bilimi atâleti insanın değişimden rahatsız olması ve belirli bir şeye saplanması olarak tanımlıyor. Buna “konfor alanı” da diyebiliriz. Yâni ister iş hayâtında olsun ister eğitimde olsun, tâtil, kişide değişeme karşı tepki gösterme dürtüsünü besliyor. Yâni tâtil kültürü, bir açıdan insanların tâtil yapma şekline karşılık gelirken başka bir açıdan bakıldığında ise insanlardaki tâtil istediği, insanların değişime direnç gösterme özelliğini ortaya koyuyor. Öyle ya, tâtilde “hiçbir şey” yapılmaz. Disiplin yoktur; ne zaman yattığımız, ne zaman kalktığımız, ne zaman yediğimiz önemli değildir. Ama bize tâtilde bu konforu sağlayan birileri olmalıdır ve onlar tâtil yapmaz. Bu kişiler evde genellikle anneler, tâtil yapılan yerlerde de turizm sektörü çalışanlarıdır. Yâni herkes tâtil yaparken onlar çalışır. Aslında onların çalışması birilerinin tâtil yapmasına bağlıdır.

Bu konfor isteği, bu boş boş oturma arzusu, birilerinin bize hizmet etmesi zevki o kadar güçlüdür ki, bir haftalık “tam pansiyon” tâtil için altı ay önceden rezervasyon yapıp, yıllık gelirinin en az çeyreğini harcayan ve bunu da on iki ay taksitle ödeyenlerin sayısı hiç de az değildir. Bir önceki tâtilin taksitleri biter bitmez bir sonraki tâtilin taksitleri ödeme sıkıntısı başlar. Tâtil yaparken sabahın ilk ışıklarında kalkıp havuz kenarında şezlong kapma yarışı da bu sürecin ne kadar absürd olduğunun göstergesidir. 

TÂTİLLER AZ DEĞİL Mİ!

Türkiye olarak dünyânın en çok tâtil yapan ülkeleri arasındayız. Az çalışıyoruz ama çok çalışıp zenginleşen ülkelere gıpta ediyoruz. Hatta kendi ülkemizde çalışmak yerine yabancı ülkelere gidip çalışmayı tercih ediyoruz. Ya da “Tatil hakkımız değil mi?” gibi savunma ifâdelerimiz var. Ancak bir de şöyle düşünelim. Vücûdumuz yirmi dört saat için modern şartlarda bile, sekiz saat çalışıp en az altı saat – yâni neredeyse çalışma sürecine eşit bir süre – dinlenirken modern insanların tâtil süreleri beş iş gününe iki hafta sonu günü ve bir yıllık mesaiye en fazla otuz gün olarak ayarlanıyor. Yâni beş gün okula ya da işe gidip iki gün dinlenmek, biyolojik dinlenme ihtiyâcımızı karşılamıyor. Belki de en ideal çalışma şartlarına sâhip olanlar, işini çocuklarına devredip haftanın üç günü saat 11’de işe gidip saat 15’te işten ayrılan amcalardır diyebiliriz

Çalışma şartlarımız o kadar gayriinsânî ki, dinlenmek yerine tâtil yapıp başka bir gayriinsânî süreç yaşıyoruz. On iki ay boyunca güneş her gün farklı bir zaman doğup farklı bir zamanda batmasına rağmen, modern çalışma şartlarında hep saat 9’da işe gidiyoruz ve saat 17’de çıkıyoruz. Okullarda dersler Aralık ayında da aynı saatte başlıyor, Mayıs ayında da. Doğanın şartlarından bu kadar kopuk bir iş ve eğitim sürecimiz olduğu için, bunu telâfi etmek için dinlenirken atâlete kapılıyoruz.

TÂTİL BELDELERİ

Marmara ve Ege kıyılarımız başta olmak üzere, hemen hemen bütün sâhillerimiz 1970’lerde başlayan ve 1990’larda zirveye çıkan yapay bir “yazlık ev” örtüsüne sâhiptir. Tahminî sayısı 1.5 milyon hâne olduğu düşünülen bu evler, mütevâzı 2+1’den havuzlu dubleks villaya kadar farklı mimârî türlerden oluşur. Ama tâtil ve atâlet ilişkisini ispat edercesine bu evlerin tamâmına yakını en az sekiz dokuz ay boş durmaktadır. Yâni milyarlarca liralık millî servet ölü yatırıma harcanmıştır. Ekonomiye turistik olarak hiçbir artı değer sağlamayan bu evlerin sâhipleri, otel odalarında değil de kendi evlerinde tâtil yapmak istedikleri için bu evleri satın almıştır. Bu evlerin site olarak inşa edilmesi için katledilen orman arazisi veya belediye-müteahhit pazarlıklarıyla peşkeş sâhil şeritleri hakkında haber yapmadılar demesinler kabilinden yazılan birkaç satırlık yazıdan daha ciddi dikkat çekmemiştir. Söz konusu “tâtil” olunca çevre sorumluluğu gölgede kalmaktadır.

İSLÂMÎ(!) TÂTİL

Son yıllarda muhafazakâr kesim ekonomik olarak güçlenmeye başlayınca bir de “İslâmî tâtil” diye bir şey uydurdular. Sanki tâtil kavramının bütün olumsuz tarafları, başına “İslâmî” getirince giderilmiş oluyor. Bunu bir nevi “tâtile günah çıkartma”ya diyebiliriz. İslâmî tâtil deyince inanç turizmi ile umreye gitmeyi kastetmiyorum. Benim kastettiğim menüsünde domuz eti ve alkol olmayan, içeride beş vakit ezan okunan, kadın ve erkeklerin farklı havuzları kullandığı tâtil uygulamalarıdır. Ama bu tür tâtil köylerine gidip “helâl” tâtil yaptıklarını zannedenler, aynı isimdeki bâzı otellerin başka şubelerinde kumarhâne hatta çıplaklar plajı bile olduğunu ve yıllık cironun aynı kasada toplandığını dikkate almıyorlar.

AKLIN TÂTİLİ OLMAZ

Tâtil kültürü bu kadar iğdiş hâlde olunca bu kültürü benimseyenlerin mânevî dünyâlarında denge bulmak pek kolay olmuyor. Tâtil yapmayı hiçbir şey düşünmemek, hiçbir şey yapmamak, boş boş oturmak zannedenler, zamanla aklî, ilmî ve itikâdî konularda hassasiyetlerini kaybettiklerini fark edemiyorlar. Oysa akılda, ilimde ve ibâdette tâtil olmaz. Ama çalışma ve tâtil kültürü bilinçaltımıza “ara verme” düşüncesini telkin ediyor. Haftanın iki günü aklımızı kullanmayalım, haftaki iki gün ibâdet etmeyelim demek dinen mümkün değilse, tâtil anlayışımıza ve tâtil kültürümüze de gözden geçirmemiz gerekiyor. 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...