Hayat bu, nefesi lütuf
Saat 06.50, evden çıkıyorum.
Küçükbük, saat 07.00 oradayım.
Ohhh kimseler yok.
Aşık olduğum iğde ağacının altındayım.
Günaydın dostum, merhaba canım.
Öteden beri yani çocukluğumdan beri iğde ağaçlarına çok düşkünüm, çok severim aramda özel bir duygu vardır
İstanbul'da da öyle en yakın arkadaşım, sırdaşım iğde ağacım var.
Evet meyvesine bayılırım, renk değiştirme sürecine, renklerine ve tadını çok severim, ama ağacın kendisine çok hayranım.
Kimseler yük olmadan, kendini taşıma haline bayılırım.
Deniz dalgalı, sesi ben varım tatlım diyor, güneş gururla merhaba diyor ve başlıyor sıcacık ısıtmaya.
Öyle güzeller ki.
Merhaba en yakın arkadaşlarım, merhaba.
Biz bize olduk.
Ben bene olduk ya tamamdır.
Altına sandalyeyi açıyorum ve başlıyorum bu yazıyı yazmaya.
Ben açtığım kendi sandalyeme oturuyorum, duygular benim kucağıma oturuyor.
Kucak kucağa tamamdır.
Bugün kendime söz verdim, yavaşlamaya, durmaya, doğanın avucunda olmaya kararlıyım.
Hep koşturup durunca, duygular dağınık oluyormuş.
Eyvallah o zaman.
Beyin karışık, hadi canım sıraya girin tatlım.
Canim iğde ağacım birazdan denize gireceğim, çantam havlu sana emanet.
Ama aklım, aklımdakiler de sana emanet gitmeden önce, kızma bana ama iki satır deyip gideceğim.
Denizden çıktığımda, hayat bana hediye olacak dedim.
Anlaştık canım dedi.
Canım iğde ağacım.
Hepimizin içinde, biraz ondan biraz bundan var değil mi.
Kafamı kurcalayan, durup dururken bir düşmanlık konusu var.
Ve sebebi, ona bağlı düşmanlık.
En fenası budur bilir misiniz, onu yakaladığınızı ve daha da yakalayacağınızı anlar ve size düşman olur.
Kaçak göçek, yalan dolan, hayatının ayağına dolanacağını bilir ve etrafına bakar ve kendisi yakalayacağını bildiği insanlara düşman olur.
Bu ne haksızlık yahu.
Sebebi ondan ise, siz kabul etmeyin ben etmem.
Şaşırdığınız, sizi şaşırtan düşmanlığı kabul etmeyin, ben etmem.
İleride, geleni gideni olmayacak insanlar bunlar.
Eee napalım.
Ödeşelim sizinle o zaman.
Kasap gibi, kabaca zart diye hayatta her şeyi ikiye ayırmayı sevmem ama, eh o ayırdıysa, orada kalmak ve ona cezayı oradan vermek gerekir.
Ben, hep bulunduğum yerden yeni yollar açarım sorun değil.
Hayat bu oyun oynamak gerekirse oynayalım.
Topu atacaksın, tutacaksın, kaçıracaksın ve hep koşacaksın.
Ama top bu kaçar, yan bahçeye kaçar, yola kaçar, taca kaçar.
Ben hayata kendimi yaşattırmak için geldim.
Kimseye izin vermem.
İğde ağacım izninle canım.
Ben beni kucaklayacak denize canım.
Hayat bu nefsi lütuf.
Funda'nın aklındakiler…
... Adam, bilmem ne kripto parası yönetim kurulu başkanı imiş.
Kripto bilmem ki bu adamı bileyim.
İş bulma sitesinden, avukat genç bir kadın ile tanışıyor.
İzmir'de Çeşme'de tatil yapıyorlar, tatil dönüşü, adamın evine gidiyorlar.
Adam, hemen irtibatta olduğu uyuşturucu satıcısını arıyor ve temin ediyor.
Kadına da veriyor.
Kadın komaya giriyor, hastaneye kaldırılıyor 1.5 ay yoğun bakımda kalıyor, entübe ediliyor ve maalesef ölüyor.
Anne ve babalara yazık değil mi gerçekten.
Biz çocukken korkmayı öğrenerek büyüdük, annemiz bize korkacağımız şeyleri hep tembih ederdi.
Temkinli olmayı öğrene öğrene büyüdük.
İnsan hem kadın olarak üzülüyor, hem de muhakemesinde kafası karışıyor.
Akıl almaz değil mi?
Berbat bir hikaye değil mi?
Kadınlar da inanılmaz cesaret var değil mi?
Bilmem ne sitesinden tanış, tatile git ve adamın evine git ve uyuşturucu al.
Hayat çok kötü, insanları tanımak çok zor.
Hiç mi korkmayı öğretmediler.
Galiba çocuklara ilk önce.
Erkek ya da kız çocuğu fark etmeksizin.
Kendi hayatını, başkasının eline, tanımadan, düşünmeden, korkmadan teslim etmemeyi öğretmek gerekiyor.