Suriye’de şeytan üçgeni: İsrail–ABD–SDG
Ortadoğu’da masa başında çizilen haritaların ömrü uzun olmaz. Suriye’de yeniden yazılmak istenen senaryo, aslında eski bir oyunun farklı bir perdesi. Bu kez sahnede İsrail’in talepleri, Amerika’nın “federasyonumsu” önerileri ve SDG-PKK’nın iştahı var. Peki Türkiye bu denklemin neresinde?
İSRAİL’İN DÜRZİ HAMLESİ
İsrail, Suriye’nin güneyindeki Dürziler için ayrıcalık talep ediyor. Görünüşte “azınlık hakları” bahanesiyle dile getirilen bu istek, aslında Şam’ın otoritesini delik deşik edecek bir hamle. Çünkü Suriye’de bir gruba verilen imtiyaz, diğerlerinin de taleplerini tetikler. Bu hamleyle birlikte SDG-PKK da sahneye çıkıyor ve “Dürzilere veriyorsanız, bize de verin” diyerek aynı ayrıcalığın peşine düşüyor.
Böylece İsrail, kuzeyde SDG’yi, güneyde Dürzileri kullanarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü dinamitlemeye çalışıyor.
WASHINGTON’UN ZİKZAKLARI
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, kısa süre önce dikkat çekici bir çıkış yaptı. Daha önce “tek millet, tek ordu, tek Suriye” diyordu. Şimdi ise dilini değiştirip, “federasyon değil ama onun biraz altında bir yapı” öneriyor.
Bu sözler Barrack’ın kişisel fikri olabilir mi? Belki. Ama Washington’un geçmiş siciline bakınca, bu tür çıkışların genellikle yeni politikaların habercisi olduğunu görüyoruz. Irak’ta da aynı yöntem izlendi. Mezhep ve etnik kotaya dayalı sistem kuruldu ve sonuç ortada: devlet olamayan, bir türlü toparlanamayan bir Irak.
SDG-PKK: İŞGALİN ADRESİ
Bugün Suriye’nin en verimli topraklarını, petrol ve doğal gaz yataklarını, barajlarını ve gümrük kapılarını elinde tutan bir yapıdan bahsediyoruz. SDG-PKK, sadece bir “yerel güç” değil; Amerika’nın himayesiyle büyüyen, İsrail’in stratejisiyle nefes alan bir işgal aygıtıdır.
Üstelik bu örgüt, bölgede sadece Arapları değil; kendisine biat etmeyen Kürtleri ve Türkmenleri de mallarından, topraklarından eden bir zorba düzen kurdu. Böyle bir yapının ödüllendirilmesi, Suriye’nin ayağa kalkması değil, dizlerinin üzerine çökmesi anlamına gelir.
ERDOĞAN’IN KILIÇ UYARISI
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz” sözü tam da bu tabloya verilmiş bir cevaptır. Bu uyarının adresi yalnızca SDG değildir. Tel Aviv’de masa başında hesap yapanlara, Washington’da zikzak çizenlere ve Şam’ı devre dışı bırakmak isteyen herkese verilmiş sert bir mesajdır. Türkiye’nin yeni güvenlik konsepti de bu çerçevede şekilleniyor: Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönen kazanır, dövmeyen kaybeder. Hele ki yönünü Tel Aviv’e çevirenlerin Suriye’de geleceği yoktur.
DİPLOMASİ VE KILICIN GÖLGESİ
Ortadoğu’da diplomasi ancak bir askeri gücün gölgesinde etkili olur. Türkiye, bunu sahada defalarca gösterdi. ABD’ye rağmen Fırat Kalkanı’nı, Rusya’ya rağmen Bahar Kalkanı’nı yaptı. Libya’da dengeleri değiştirdi, Karabağ’da oyunu bozdu.
Bugün sabırla izlenen süreç, bir zayıflık değil, stratejik bir tercihtir. Ancak kum saati doluyor. Eğer Amerika ve İsrail, SDG üzerinden Suriye’yi yeniden parçalama sevdasından vazgeçmezse, Türkiye’nin sabrı kılıcın ucunda son bulabilir.
ŞEYTAN ÜÇGENİNDEN ÇIKIŞ
Suriye’de kurulmak istenen yeni düzen, aslında bir şeytan üçgeni: İsrail’in talepleri, Amerika’nın planları ve SDG’nin iştahı. Bu üçgenin içine giren her ülke, her grup kaybedecek. Tek çıkış yolu, üniter, eşit temsil esasına dayalı, Şam’ın ve Ankara’nın garantörlüğünde yeniden inşa edilen bir Suriye’den geçiyor.
Bugün Erdoğan’ın uyarısı, sadece bir diplomatik ihtar değil; son ihtimalin ilanıdır. Çünkü bu coğrafyada kelimelerden çok kılıçların hükmü geçer. Ve kılıç kınından çıktığında, herkesin aklındaki soru şudur:
Kim ayakta kalacak?