Ortadoğu’da güç dinamikleri: Gazze Soykırımı ve Türkiye’nin rolü
Yaklaşık 700 gündür devam eden ve uluslararası kamuoyunun dahi artık “SOYKIRIM” olarak nitelediği 100 bine yakın şehit verilen Gazze katliamı; Batı dünyasının mevcut diplomatik ve siyasi araçlarının ne kadar etkisiz kaldığını gözler önüne serdi.
Batı, Filistin bayraklarının dalgalandığı kitlesel protestolara, hükümetlerin uyguladığı sembolik ambargolara ve diplomatik vaatlere rağmen, İsrail’in askeri operasyonlarını durdurmada yetersiz kaldı.
Bu durum, Batılı güçlerin söylemlerinin eyleme dönüşmediği ve Netanyahu yönetimini caydırmada başarısız olduğu tezini güçlendirdi.
Bu bağlamda, bölgesel aktörlerin durumu analiz edildiğinde;
Darbe ile gelen SİSİ...
Laikleşen ve kutsal alanlardaki toprakların gayrimüslimlere satılması izni veren PRENS SELMAN...
Trump’ın karşısında BAE’li kızlara saçlarını iffetsizce sallama gösterisi düzenleyen ARAP EMİRLİKLERİ...
Tüm liderleri İsrail tarafından öldürülmüş HİZBULLAH...
Deniz ticaretini baltalamaktan ileri gidemeyen HUSİLER...
Dünyanın en zengin Arap ülkesi olan ama İsrail tarafından başkenti bombalanan KATAR...
Nükleer Tesisine yönelik saldırıda İsrail’i vurabilecek gücü olmasına rağmen SOYKIRIMA karşı durağan kalan İRAN...
Esad Baas Rejimi’nin zulmüne maruz kalmasının ardından egemenliğini ilan ederek yeni bir devlet olma statüsü kazanan YENİ SURİYE...
Gibi aktörlerin sınırlı müdahalelerine kadar hiçbir gücün İsrail üzerinde kalıcı bir etki yaratamadığı görüldü. Bu zafiyet, bölgesel dengelerin yeniden sorgulanmasına yol açarken, Türkiye’nin pozisyonu daha da belirginleşti.
TÜRKİYE’NİN ETKİ ALANI VE CAYDIRICILIK FAKTÖRÜ
Türkiye, yalnızca bölgesel değil, küresel bir aktör olarak konumunu güçlendirdi. Dış politikadaki proaktif tutumu, uluslararası platformlarda sergilediği kararlı duruş ve askeri kapasitesindeki artış, İsrail yönetimi üzerinde bir caydırıcılık faktörü oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası konferanslarda ve ulusal meclis kürsüsünden yaptığı sert açıklamalar, İsrail ile diplomatik ve ticari ilişkileri kesme hamlesi, Netanyahu hükümetini doğrudan hedef aldı.
İsrail’in bu duruma cevabı, Türkiye’ye karşı psikolojik harp unsurları kullanmak oldu. Özellikle Suriye’deki gerilimi artırma tehditleri, yandaş medya aracılığıyla yürütülen karalama kampanyaları ve üst düzey yetkililer tarafından yapılan aşağılayıcı söylemler, İsrail’in Türkiye’nin direncini kırma girişimleri olarak okunabilir.
Dahası, Türkiye’nin savunma sanayisindeki atılımları ve kendi “Çelik Kubbe” ve benzeri sistemlerini geliştirme çabaları, İsrail’in stratejik hesaplarında derin bir endişe kaynağı haline geldi. Bu gelişmeler, İsrail’in bölgede kendisine meydan okuyabilecek tek gücün Türkiye olduğunu düşündüğü tezini desteklemektedir.
FİLİSTİN SORUNUNA KALICI ÇÖZÜM: İSLAM ORDUSU VİZYONU
Gazze’deki soykırımı durdurma yönünde en güçlü çabayı gösteren ülke Türkiye’dir ve nihai adımı da Türkiye’nin atacağı öngörülmektedir.
Ancak bu adımın tekil bir eylemden ziyade, bölgesel bir konsensüs ile atılması gerekir. Bu noktada, her ne kadar mevcut yapısı etkisiz olsa da İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) potansiyeli ön plana çıkıyor.
Türkiye’nin liderliğinde kurulacak bir askeri kuvvet birimi, Filistin sorununa kökten bir çözüm getirebilir. Bu güç birimi, uluslararası hukuku ve insan haklarını ihlal eden eylemleri durduracak ve Filistin halkının özgürlüğe kavuşmasını sağlayacak stratejik bir araç olabilir.
Bu vizyonun hayata geçirilmesi adına atılacak kararlı diplomatik ve askeri adımlara yönelik fitilin Doha’da ateşlendiğine dair güçlü sinyaller var. Bu askeri iş birliği, sadece Filistin’in özgürlüğü için değil, aynı zamanda Ortadoğu’da kalıcı bir barış ve istikrarın tesisi için de bir milat olabilir.