İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Sandık var, rekabet yok: Otoriterliğin anatomisi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

GİRİŞ

Son dönemde bütün dünyada bildiğimiz anlamda demokrasilerin güç ve zemin kaybettiğini görüyoruz. Bunun - bence – en temel sebebi üretim teknolojisindeki dönüşüme, küresel entegrasyona ve bunlara bağlı yaşam tarzı ve toplumsal ihtiyaçlardaki değişime siyasi yapı ve toplumsal kurumların adapte olamaması veya değişimin çok yavaş gerçekleşmesi sebepleriyle toplumların problemlerinin mevcut demokratik kurumlar tarafından çözülememesidir. Hal böyle olunca geniş halk yığınları demokratik rejimlerden yavaş yavaş umudunu kesmektedir. Bu anlamda seçimlerin yine korunduğu ama güçlü hükümetlerin bu seçimler yoluyla değişmesinin pek muhtemel olmadığı hibrit sistemlere doğru gitme eğilimi bütün dünyada ortaya çıkmaktadır. Pekiyi demokrasi sadece sandık mıdır? Demokrasi sadece sandık değildir; “serbest ve adil” rekabet için eşit bir zemin, hakem kurumların tarafsızlığı ve kamusal alanın özgürlüğü de şarttır. Kriz, kutuplaşma ve “güçlü el” arzusunun arttığı dönemlerde ise bu eşit zemin yavaş yavaş çarpılır. Sandık görüntüsü kalır, demokratik öz aşınır.

Bu yazıda otoriter rejimi çalışmaya elverişli bir tanımla netleştiriyor, başlıca türlerini sınıflandırıyor ve bir rejimin otoriterliğe kayıp kaymadığını hızlıca anlamaya yarayacak bir teşhis listesi paylaşıyorum. Buradaki amacım sadece “etiket” dağıtmak değil; “oyunun kuralları” gerçekten rekabet üretiyor mu, onu soğukkanlı biçimde sorgulamak olacaktır.

OTORİTER REJİM NEDİR?

Siyaset bilimi literatüründe (Linz, Stepan, Geddes, Svolik, Levitsky–Way) otoriter rejim, siyasal rekabeti ve sivil özgürlükleri sistematik biçimde sınırlayan; iktidarın serbest ve adil seçimlerle düzenli biçimde el değiştirmesini fiilen engelleyen yönetim tipidir. Otoriter rejimlerde ortak üç etken öne çıkar:

SINIRLI ÇOĞULCULUK: Demokrasi çoğulcu bir sistemdir, yani iktidar çoğunluk tarafından belirlense de bütün halkın görüş ve beklentileri, hak ve hürriyetleri koruma altındadır. Sınırlı çoğulculukta medya, yargı, akademi, sivil toplum ve muhalefet partileri üzerinde kalıcı kısıtlar bulunur. Sistem toplumdaki çoğunluğun görüş ve beklentileri ile hak ve hürriyetlerini koruma altına alır. Çoğunluğa mensup olmayanlar ise “bizden değil” etiketi ile yaftalanır.

SİYASALLAŞMIŞ HAKEMLİK: Demokrasilerde bütün halkın hak ve hürriyetlerinin korunması Hükümetten özerk veya bağımsız erk ve kurumlarla sağlanır. Siyasallaşmış hakemlikte ise yüksek yargı ve yasama meclisi başta olmak üzere, seçim kurulu, sayıştay ve düzenleyici kurumların yürütmenin güdümüne girdiği görülür.

EĞİK REKABET ZEMİNİ: Demokrasinin ruhu serbest ve adil seçimlerdir. Bu ise küçükten büyüğe bütün siyasi parti ve toplumsal grupların siyasi olarak fırsat eşitliğine sahip olduğu bir zemini gerektirir. Otoriter rejimlerin çoğunda seçimler yapılır; fakat medya erişimi, finansman, bürokrasi ve hukuk yoluyla iktidar bloğuna sistematik üstünlük sağlanır. Partiler arasında fırsat eşitliği fiilen ortadan kalkar.

TOTALİTARİZMDEN FARKI: Totaliter düzende tekil ideoloji ve yoğun kitle seferberliği esastır; otoriterlikte ideolojik totalizm / bütünlük ve sürekli kitle mobilizasyonu şart değildir. Meşrulaştırma repertuvarı genellikle “güvenlik”, “kalkınma”, “dış düşman” ve “atanmış seçkinler” karşıtlığı etrafında kurulur. Seçici baskı ile kooptasyon, yani iktidarın parasal imkânlarla kendine bağlı bir toplumsal yapı oluşturması (patronaj, ihale, terfi, medya sahipliği), birlikte çalışır; muhalefet tamamen yasaklanmaz ama yenilgiye mahkûm bir rekabet içine sıkıştırılır.

OTORİTERLİĞİN TİPOLOJİSİ

A) GÜÇ KAYNAĞINA GÖRE (KLASİK AYRIM)

Siyaset biliminin klasik ayrımında otoriter rejimler toplumsal güç kaynağına göre sınıflandırılır. Aşağıda bunları özetledim:

Tek Parti Rejimi: Parti, devletin gövdesine dönüşür; kadro ve terfiler partinin tekeline bağlanır. Öngörülebilir iç kurallar (politbüro, kadro sistemi) nedeniyle görece “dayanıklıdır”. Eski SSCB, yani komünist Rusya buna örnektir.

Askerî/Bürokratik-Otoriter Rejimler: Ordu ya da teknokratik güvenlik bürokrasisi “düzen/etkinlik” gerekçesiyle iktidarı üstlenir. Elit-içi pazarlık kırılgandır; çıkış çoğu kez pazarlığa bağlıdır. Bu rejimler sermaye sahipleri ile ittifak yapabildikleri sürece rejimin kalıcılığı sağlanır.

Kişiselci/Sultanik Rejimler: Güç lider etrafında şahsîleştirilir; kurumlar vitrine indirgenir, ardıllık en kritik risktir. Saray-içi darbe ve politika dalgalanması olasılığı yüksektir. Bu rejimler, iktidar dışı muhalefete karşı kuvvetli ama kendi içinden kaynaklanan tehditlere karşı kırılgandır.

Monarşik Rejimler: Hanedana dayalı meşruiyet ve biat ağları belirleyicidir; istikrar danışma meclisleriyle dengelenmeye çalışılır. Genelde ortaçağ ve yakın çağın tarım toplumlarındaki mutlak krallıkları bu kategoriye yerleştirebiliriz. Suud Monarşisi buna örnek gösterilebilir.

Teokratik Rejimler: Dinî hiyerarşi siyasal meşruiyetin ana eksenidir; hukuk ve temsil kanalları dinî otoriteyle iç içedir. Bu rejim tipi için kuvvetli bir din adamları sınıfının olması gerekir. Çünkü kurulacak sistemin omurgasını da meşruiyetini de bu sınıf sağlar. İran’daki Şii Molla rejimi bunun tipik örneğidir.

Oligarşik Rejimler: Dar bir ekonomik–siyasal klik karar verir; tek-parti veya çok partili yapıların içinde bu dar kadro “çekirdek” olarak bulunabilir. Yani seçimler olsa ve iktidar görünürde değişse bile iktidardan yararlanan zümreler aynı kalır.

B) SEÇİM SİSTEMİNE GÖRE

Seçimsiz Otoriterlik: Sandık yoktur ya da tümüyle anlamdan arındırılmıştır; rekabet yoktur.

Hegemonik Seçimci Otoriterlik: Sandık ve kampanya görüntüsü vardır ama kurumsal mühendislik (medya, hukuk, bölge/sandık tasarımı, finansman, idari kapasite) sonucu iktidar bloğunun kazanması yapısal olarak güvenceye alınmıştır.

Rekabetçi Otoriterlik: Muhalefet yarışır ve bazen mevzi kazanır; fakat medya/yargı/finans–idari avantajlar ve seçici baskı nedeniyle iktidarın kaybetmesi olağandışı hâle gelir. “Seçim var, rekabet yok” tanımı en çok buraya uyar.

C) KURUMSALLAŞMAYA GÖRE

Kurumsallaşmış Otoriterlik: Parti tüzüğü, politbüro/konsey, yazılı terfi kuralları gibi mekanizmalar sınırlı da olsa öngörülebilirlik sağlar; rejim ömrü uzar.

Kişiselleşmiş Otoriterlik: Karar tek elde toplanır; kurumlar kişisel sadakat ağlarına dönüşür; dış şoklara ve halefiyet krizlerine karşı en kırılgan formdur.

D) İDEOLOJİ VE KİTLE MOBİLİZASYONUNA GÖRE

Klasik Otoriter: Sınırlı ideoloji, sınırlı kitle mobilizasyonu, sınırlı plüralizm: “siyasetsiz siyaset”. Muhalefet partileri gerçekten iktidar olmayı hedeflemez, haftada bir mecliste yüksek sesle konuşur ama toplumsal taleplere yönelik bir öneri geliştirmezler. Muhalefet muhalefette kalmayı, iktidar iktidarda kalmayı hedefler.

Post-Totaliter: Resmî ideolojik kabuk sürer; pratikte çıkar ağları belirleyicidir. Devleti resmi ideolojisi (mesela demokratik hukuk devleti gibi) kâğıt üzerinde vardır ama bütün politikalar iktidar çevresinde kümelenmiş çıkar gruplarının lehine olacak şekilde belirlenir.

Totaliter: Otoriter rejimlerden totaliter rejimlerin farkı manipülasyon ve yönlendirme ile değil iktidarın doğrudan güç kullanması ile belirlenir. Bu rejimlerde tekil ideolojik tekel, yüksek kitle mobilizasyonu ve silahlı güç birlikte kullanılır.

Gerçek hayattaki rejimler çoğu kez melezdir: kişiselci bir çekirdeğe sahip tek-parti düzeni; rekabetçi otoriterliğin zamanla hegemonik seçimciliğe kayması; askeri vesayetin parti rejimiyle hibritleşmesi gibi.

HIZLI TEŞHİS: BİR REJİMİN OTORİTER OLDUĞUNU NASIL ANLARIZ?

Yazının bu son kısmında uzun paragraflar yerine, okurun elinin altında duracak beş soruluk bir kontrol listesi öneriyorum. “Evet” sayısı arttıkça, incelediğiniz rejimin otoriterlik düzeyi de artar:

Kaybedebilirlik: Serbest ve adil bir seçimde iktidarın gerçekten kaybetme ihtimali var mı? Sonuçlara bağlı davranışlar bunu ikna edici biçimde gösteriyor mu (iktidar–muhalefet devir teslimi, yerel yönetimlere saygı vb.)?

Hakem Kurumlar: Yüksek yargı, seçim kurulu, sayıştay ve bağımsız düzenleyiciler pratikte taraflı mı; kritik anlarda iktidar lehine “istisna” üretiyor mu?

Medya/İfade Özgürlüğü: Mülkiyet el değiştirmeleri, ilan–reklam muslukları, vergi–lisans baskısı ve ceza davalarıyla belli gruplara avantaj sağlayacak şekilde düzenleme yapılıyor mu?

Örgütlenme Ve Finansman Özgürlüğü: Muhalefet ve STK’lar için kampanya, toplantı, bağış ve uluslararası fonlara seçici ve kalıcı engeller var mı?

Güvenlik Aygıtı: Polis/istihbarat/ordu terfi ve operasyonlarında partizanlaşma emareleri (adı konmamış milisleşme, “özel görevli” yapıların ortaya çıkışı) görülüyor mu?

Bu beş soruyu cevapladıktan sonra aşağıda açıkladığım üç tamamlayıcı göstergeye de bakmak gerekir:

Kural Mühendisliği: Seçim kanunu, baraj, seçim çevresi ve medya düzenlemeleri rekabeti yapısal olarak çarpıtıyor mu?

Baskı–Kooptasyon Dengesi: Seçici yargısal/idarî baskı ile patronaj–ihale dağıtımı birlikte mi çalışıyor?

OHAL’in Olağanlaşması: “Geçici istisna” sürekli hâle mi getiriliyor; güvenlik söylemi genel yönetim ilkesine mi dönüşüyor?

Önemli uyarı: Otoriterlik, verimsizlik demek zorunda değildir. Bazı rejimler kısa vadede hizmet/altyapı üretebilir. Tartışmanın özü meşruiyet ve hesap verebilirliğin kurumsal güvenceye bağlanıp bağlanmadığıdır. Demokratik siyaset, iktidarın kaybedilebilir olduğu, hak ve özgürlüklerin kural-devlet çerçevesinde korunduğu rejimdir; aksi hâlde sandık, “rekabet illüzyonuna” dönüşür.

KAPANIŞ

Otoriterlik bir hâlden çok bir süreçtir: Sandık görüntüsü korunurken rekabet zemini çarpıtılır; hakem kurumlar siyasileşir; baskı ve kooptasyon birlikte çalışır; sonunda güç kişiselleşir. Bu süreci zamanında görmek için sihirli ölçü yok, ama “kaybedebilirlik–hakemlik–özgür kamusal alan” üçlüsüne bakmak çoğu zaman yeterlidir. Bir sonraki yazıda bu çerçeveyi tamamlayıp, demokrasinin otoriterlikten temel farklarını ve demokrasilerin bu yola nasıl girebildiğini—yani “yavaş darbe” mekanizmalarını—ele alacağım.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...