Avrupa halkları ve biz
İki yılı aşkın bir süredir Filistin’de yaşananlar gözümüzün önünde birebir cereyan ediyor. Gazze’den başlayarak Ortadoğu’yu kana bulamaya çalışan bir terör örgütü ile başımız belada. Terör örgütü diyoruz çünkü en azından benim bildiğim 30 senedir var olan bütün terör örgütlerin yapımcısı bu Siyonlardır. Müslümanları da son 40 senedir terörist olarak gösteren de bu Siyonist akıldır. Eskiden biz terör örgütlerini sol anlayışta bilirdik. Sisteme karşı çıkıp var olan ekonomik siyasal sistemleri sorgulayan ve harekete geçen hep sol anlayıştaki örgütlerdi. Bunların terör örgütü olarak adlandırılması da sokaklarda bir hareketlilik yaratmaları polisle çatışmaya girmeleri yani itaatin karşısında durmalarıydı. Ama sonra işler büyüdü. Bu ayrı bir konu başlığı buraya girmiyorum. Evet, mesela PKK bir sol anlayışla yola çıktı. Bizler sonradan anladık ki bu terör örgütlerinin arkasında hep bir istihbarat aklı varmış. 80’lerin sonlarına doğru yeni bir zihin yıkama operasyonu başladı. Batı medyası ‘kim bu radikal dinciler’ sorusunu başlığa taşıyarak, temelinde Müslümanları kılık kıyafetleri per perişan, pis, sakallı, kadınları baştan aşağı örten hiçbir hakları olmayan ilkel insanlar olarak gösterdiler. İşte DAEŞ, IŞİD, El Kaide gibi örgütleri oluşturuldu ve İslam’dan korkulması gerektiğinin altı kalın bir şekilde çizildi. Bunun akabinde de ülkesini var olan dış saldırılara ve işgallere karşı koruyan, direniş gösteren oluşumlara da terör örgütü yaftası yapıştırdılar; Hamas, El Kassam, Suriye direniş örgütü gibi.
Batının konforu bozuldu
Öte yandan 2 yıldır bizim Filistin için Avrupa’da yapılan eylemlerle bizim eylemleri karşılaştırmak alışkanlık haline geldi. Oysa son derece kaliteli ve yerinde eylemler yapıldı. Ortalığı kırıp dökmeden yapılan bu eylemler haklı eylemler ve hala da devam ediyor. Ancak batıdaki eylemlerin bizdeki eylemlerden bir farkı var. Batı hükümetlerine karşı bir ayaklanma bir başkaldırı için ayaktalar. O bitemeyen ayaklanmaların sokak gösterilerinin altında kendilerinin de artık bıktığı sosyal sorunlara bir dışavurum olarak Filistin bahane oldu. Evet bir tarafıyla Gazze için gerçekten canı yananlar var. Ama onların esas argümanı hükümetlerinin hepsinin başta İsrail’e silah satması ve her türlü ticareti devam ettirmesidir. Batı halkları son yıllarda bilhassa ultra kapital politikaların, aslında sermayenin insanları sömürmesinin son damlası olarak Siyonizme isyanıdır. Yani batının konforu bozuldu artık. Uzun çalışma saatleri, emeklilerin bile işe girmek zorunda kalması, bitmeyen konut, araba taksitleri, güvenlik sorunları bir de bunan soykırıma vergileriyle destek olduğunu gören batı halkının haklı isyanıdır bugün sokaklarda yaşananlar.
İspanya, Almanya
İspanya her türlü ticareti ve ilişkiyi kesmesine rağmen hala sokaktan evlerine girmiyorlar. İşte bunun sebebi yukarıda saydığımız nedenlerdir. Yani batı halklarının bu çalkalanışı aslında Avrupa birliğinin de yıkımına giden yoldur diyebiliriz. İspanya halkı İsrail ile ilgili olan ticareti kesmesine rağmen sokaklar durulmuyor bu da dediğimizi doğruluyor. İspanya başbakanı neredeyse her gün İsrail ile ilgili yeni bir yaptırım açıklamasına rağmen şiddetin dozu sönmüyor. En son alışveriş mağazalarının camlarını indiriyorlardı. Demek ki batı da tek dert Filistin değil. Hükümetlere karşı batıda ciddi bir öfke var. Almanya ise tehdit altında. Almanya’da Münih ve Frankfurt’ta hava sahalarında dronların görüldüğünü açıkladı. Hatta Almanya İçişleri Bakanı Alexander Dobrindt bu konuda polis teşkilatında özel biri birim kuracaklarını da söyledi. Aynı şekilde Litvanya havalimanı kapatıldı. Almanya yabancı dronlarla ilgili olarak Rusya’yı işaret etti ancak Rusya reddetti. Öte yandan Almanya’nın tüm bu olan biten karşısında dünyanın en büyük terör örgütü İsrail’e silah desteği yaparken dronları gösterip başka ülkeleri hedef göstermesi ve biz silahsızlanmaya gidiyoruz demesi ironi bile değil tek kelime ile hainlik.
Türkiye’de durum ne?
Türkiye’nin ise İsrail ile ticari ilişkilerini Mayıs 2024’te kestiğini söyledi. Türk halkının zaten büyük çoğunluk devlete güvendiği için Filistin eylemlerini yerinde yapıyor. Bunu halkımızın yaptığı eylemlerde polisle karşı karşıya gelmemesinden anlayabiliriz. Gerçi son zamanlarda insanları sokağa Filistin için ayaklanmaya davet ederken sermaye sahiplerini hükümet iş birliği ile suçlayıp çıkış yolunu batıdaki gibi geniş çaplı eylemlerde çözümü göstermeye çalışılıyor. Soykırımın sebebinin tüm dünyada bu iş birliğine işaret ederken Türkiye’yi de içine alarak toptancı bir bakış açısı ile hareket ediliyor. Bizler önce sivil inisiyatif olarak pahalı malı almamak gibi bir protestoyu gerçekleştirmeliyiz. Ondan sonra o mal hala yüksek fiyata satılıyorsa ikinci aşamaya geçebiliriz. Bu artık sokak eylemleri mi olur, protestolar mı olur bilemeyiz? Ancak en çok şikâyet edilen ekonomi ve onun getirdiği sosyal tahribatsa bu ilk aşamayı uygulamadan diğerine atlamak demek terör çıkarmak demektir. Sonuçta bu kimseye yaramayacaktır. Türkiye’deki ekonomik durumları da Gazze’deki soykırım ile bağlayıp sokağa çağıranları da samimi bulmuyorum vesselam.

16 Satır
Sessizlik lazım bize
Bazen çok ses çıkarmak, hedefi şaşırttırır. Onca gürültü içinde bir şeyi sağlıklı şekilde anlamak namümkündür. Sessizlik çaresizlik değildir her zaman. Bazen sesini sessizce duyurabilirsin. Öyle etkilidir ki sessizliğin sesi. İnsana tokat gibi vurur. İnsanlığından utandırır. Sessizce boykot etmek derinde yankılanan bir çığlıktır zulme sessiz kalanlara karşı. Konuşma balonunu kocaman tutanlara bir cevaptır sessiz kalmak. Usulca yürümek gibi, sessizce dinlemek gibi, derinden ama sükûnetle nefes almak gibi, kitap okur gibi.. Hengamenin içinde tüm zamanı yavaşlatan bir el lazım bize. Nefsi ve nefesi dizginleyecek bir yol lazım bize. Gökkubbeden nazar eden bir feraset lazım bize. Müstağni olacak beri kalacak bir basiret lazım bize. Sessizce bir duruş, her şeyi kuşatan bir kol lazım bize. Hülasası sakin bir liman dingin kıyıya yanaşmış gönül erleri lazım bize. Huuuu diyelim huuu, sessizlik lütfen.
Artı Eksi
Artı
Yunanlılar Filistin diyor
Bir konser salonu hayal edin, sahnede Filistin’in simgesi kefiye örtü asılı. Sanatçı sahneye Filistin bayrağı ile çıkar çıkmaz seyirci büyük bir tezahüratla ‘Free free Palestine’ diye bağırıyor. Dakikalarca, durmuyor bu tezahürat. Sonrasında sessizliğe geçer geçmez bir kadın kendi dillerinde karşı protestoya geçiyor. Seyirciler bu kadını öyle bir yuhalıyorlar ki kadın sahne görevlileri eşliğinde salondan çıkmak zorunda kalıyor. Haksızlığa baş kaldırmak böyle bir şey. Bir müzisyen arkadaşımızdan aldığımız bizzat yaşanmış olay bu şekilde cereyan etmiş.
Eksi
Kapanan mekân
Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki Nevmekân aylardır kapalı. Hatta bir yılı geçti. Orası güzel ve keyifli bir mekandı. Kongre, konser salonu da kapandı. Kitap fuarları düzenlenen çeşitli etkinliklerin yapıldığı güzel bir binaydı. İçinde birden fazla konferans, konser salonu var. Hiçbir şey yapılmıyor denemez. Ancak sosyal işlerden çok parayı verene kiralanan bir işletmeye dönüşmüş. Oysa belediyelerin başta çocuklar ve gençleri düşünecek şekilde planlı aktivitelerini sürdürmesi lazım. Sonra çocukları sokaklardan topluyoruz. Öte yandan Bağlarbaşı Nevmekan’ın ayrıca bir de restore edilen ve kütüphane, restaurant olarak işleyen bir bölümü daha vardı. Orası da çok orijinal bir yerdi. Eski belediye otobüsleri deposu olan bu yüksek bina iki katlı şekilde restore edilerek hem minik grupların iş görüşmelerini yapabildiği, ders çalışabildiği güzel bir mekandı. O da kapalı. Peki oraya giden gençler şu an neredeler?
Dış Dünyadan
Alman basınına rağmen..
Aşağıdaki metni Frankfurter Algemeine gazetesinden değiştirmeden aldım. Lütfen okuyunuz. Yorumumu en aşağıda verdim.
Şansölye Friedrich Merz, “Hamas'ın İsrail'e saldırısının ikinci yıldönümünde Almanya'daki antisemitizm konusunda uyardı. CDU'lu siyasetçi bir video mesajında, "7 Ekim 2023'ten bu yana Almanya'da yeni bir antisemitizm dalgası yaşıyoruz. Bu dalga hem eski hem de yeni kılıklarda kendini gösteriyor: Sosyal medyada, üniversitelerde, sokaklarda; giderek daha yüksek sesle, giderek daha küstahça ve giderek daha sık şiddet biçiminde," dedi.
Merz, Almanya'daki herkese bir ricada bulunduğunu söyledi. "Bugün, yarın ve yarından sonraki gün, mümkün olan her yerde Yahudi vatandaşlarımıza ulaşın. Yahudi topluluklarına ulaşın." Herkes Yahudi halkının yanında olduğunu göstermeli. Merz, "Ve hep birlikte, Yahudilerin Almanya'da korkusuzca, güvenle yaşayabilmeleri için elimizden gelen her şeyi yapacağız," dedi.
7 Ekim 2023'te, radikal İslamcı Hamas teröristleri, diğer İslamcılarla birlikte İsrail tarihinin en korkunç katliamını gerçekleştirdi. Yaklaşık 1.200 kişi öldürüldü ve 250'den fazla kişi Gazze Şeridi'ne sürüldü. (bu paragraf da gazetenin editoryal cümlesidir)
Almanya’daki protestoları yakinen takip eden biriyim. Almanya’da hem ekonomik hem de sosyal açıdan durumların hiç de iyi olmadığını söyleyebilirim. Havada kimliği belirsiz dronların uçtuğunu biliyoruz. Muhtemelen Siyonizmin ayak sesleri hükümeti korkutmak için yapıyor. Halkına sahip çık, ortalığı yakarım diyor Siyonizm. Ama Alman halkı yerlerde sürüklenmelerine rağmen sokaklardalar. Ne yazık ki; Alman medyası gerçekleri anlamaktan uzak duruyor. Tamamen yalan söyleyerek halkı yanıltma ve hükümeti eleştirmek yerine taraf olma durumunda kalıyor. Hamas’a terörist ve katil yaftası yapıştırmakla bir kara propaganda yapmaya devam ediyorlar. Oysa kendi tarihleri ortada. Gazze bize vicdanlı insanların ayağa kalkmasıyla işlerin değişeceğini öğretti. O yüzden artık oturmak yok.
Editör
Neyin mutluluğu?
Aslında bu büyük bir başlık. Ancak kısaca burada aktarmak istiyorum. Sumud filosuna katılan Türk aktivistlerin bir kısmı yurda döndü. Ancak diğer 14 aktivist halen Siyonist hapishanesinde. Ben karşılamaya bilhassa gitmedim. Çünkü neyle karşılaşacağımı biliyordum. Neyse ki zafer kazanmış ve dünyayı kurtarmış bir coşku ile aktivistler Türkiye’ye giriş yaptılar. Ben bizim aktivistlerden de mutlusunu görmedim. Yabancı aktivistlerin yüzlerindeki yorgunluk ve bitkinlik belliydi. Bazılarını tenzih ederim elbette. Ancak bazılarının yüzlerindeki mutluluğu anlamam mümkün değil. Sevinçten neredeyse önündeki insanların üzerinden atlayacak şekilde zıplayanları hatta zıplayanı hiç anlayamayacağım. Ben hala ortada bu kadar sevinilecek bir şey görmüyorum. İnşallah bazıları geriye dönüp şöyle bir bakıyordur.
Mısır’dayım
Allah nasip ederse sizler bu satırları okurken ben Mısır’da olacağım. Soykırım başladığı ilk aylarda yaralanan Gazelliler Kahire’ye getirilmişti. Ardından kısa bir süre sonra Refah kapısı kapanınca yaralılar Mısır’da kalakaldılar. Onların durumunu görmek ayni ve nakdi yardım götürmek ve ben de onların hikayelerini dinlemek için orada olacağım. Yardımı uzaktan da yapabiliriz bu mümkün. Ancak insana dokunmak, gözlerinin içine bakmak daha evladır. Çünkü Türk beklenendir.
Periskop

Filistin okumasından rahatsız olunmuş
Guinness, “Filistin Bizim” kitabından rahatsız oldu, projeden çekildi. Demek ki yalnızca Gazze işgal altında değil; vicdanlar da işgal edilmiş, kurumlar da susturulmuş! diye ifade etti Kocaeli Büyükşehir belediye başkanı Tahir Büyükakın.
“Filistin’i Okuyoruz” etkinliği kapsamında, Kocaeli belediyesinde binlerce kitapsever aynı anda kitap okuyarak Guinness Rekorlar Kitabı denemesi gerçekleştirdi. Yazar Merve Gülcemal’in kitabı “Filistin Bizim” Gazze Soykırımın yıldönümü nedeniyle Kocaeli büyükşehir belediyesinin ‘Filistin’i Okuyorum’ etkinliği çerçevesinde 4 bin 5 yüz ebeveyn çocuklarıyla bir araya gelerek kitap okudular. Guinness Rekorlar’a başvuran belediye yetkililerinin başvurusu sonradan iptal edildi. Okutulan kitabın pedagojik olarak uygun olmaması bahane edildi. Oysa kitap pedagojik denetimden geçmiş bir kitaptı. Burada verilen kararın Filistin ile ilgili olmasından kaynaklanıyor. Başka bir şey düşünmek imkânsız bu durumda. Yüzlerce kişinin aynı anda çoluk çocuğun bir araya toplandığı bu etkinliği hayal kırıklığına uğratmak ancak zihinleri işgal edilmiş bu kurumlara yakışırdı. Aslında batının bütün kurumlarının Siyonist işgali altında olduğunu söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Bu yüzden bu kurumların adını anmamak için bizler hızlıca kendi kurumlarımızı oluşturmalıyız.
Kendini geliştirmek üzerine (Doç. Dr. Işıl İlknur Sert)
Savaşların, ekonomik krizlerin, anlayışsızlığın ve cehaletin; barış, refah, anlayış ve bilgelik kadar hüküm sürdüğü bu dünyada insan bazen nasıl varlık göstereceğini sorgulayıp duruyor. Gençler zaman zaman bize sorular sorup böyle bir dünyada nasıl ayakta durabileceklerini anlamaya çalışıyorlar. Bazen bizim kendimize bile cevap vermekte zorlandığımız sorular bunlar. Yine de her kötü duruma rağmen inançla, sabırla, sevgiyle ayakta kalmaya ve kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Değişime önce kendimizden başlamamız gerektiği konusunda çok sayıda özlü söz var. Gerçek de bu aslında. Kültürel açıdan da olsa, eğitim açısından da olsa okulların veremediği o kişisel gelişim ihtiyacının karşılığını insan kendisi bulabiliyor. Bunun için zaman zaman rehberlere ihtiyaç duyuyor. İdealist öğretmenler, halk eğitimi merkezi uzmanları, kütüphaneciler bu noktada rehberler olarak ön plana çıkıyor. Zaman zaman da insanın kendisi el yordamıyla yolunu bulmaya çalışıyor. Bazısı ise bu yolu hiç bulamıyor, hatta bu yolu bulamamış olmak umurunda bile olmuyor.
Tabii ki eğitimin her kademesinde olduğu gibi üniversitelerde de bu konulara değinmeye çalışıyoruz. Ama öğrencilerin derdi, haklı olarak mezuniyet sonrası hemen iş bulmak. Bunun için kendilerini geliştirmiş olmaları gerektiğini algılamaları zaman alıyor. Üniversite eğitimi süresince kendini geliştirememiş gençler ilk iş mülakatları sırasında zor durumda kalabiliyorlar. Onları daha ilk sınıflardan itibaren uyarmak da işe yaramıyor. Keşke bu uyarılar üniversite sıralarına kalmasa ve daha ana sınıfından itibaren çocuklarımıza ve gençlerimize öğrenmeyi ve düşünmeyi öğretmiş olsak...
Çünkü öğrenmeyi öğrenmek insanın kendi kendini geliştirmesinde çok önemli bir adımdır. Öğrenmeyi öğrenmiş bir kişi önüne gelen ilk bilgiye hemen inanmaz, sorgular ve onu doğrulamak için ihtiyaç hisseder. Düşünmeyi öğrenmek ise mantıksal akıl yürütmeyi, neden sonuç ilişkisi kurmayı ve başkalarını suçlamadan önce onları anlamaya çalışmayı beraberinde getirir. İnsan bu yollarla kendini geliştirdiğinde inandığı değerler için savaşabilir. Kendini doğru ifade edebilir. Yapmak istedikleri için doğru kişilerle doğru adımları atabilir. Başkalarının yorumlarına bağlı kalmadan kendi yorumlarını oluşturabilir. Bunun için bilgiyi birinci kaynaktan edinerek yorumu kendisi yapabilir.
O zaman Gazze'yi birebir kendi derdi gibi dert edinenleri anlamak mümkün olur. Tüm coğrafyalarda savaş nedeniyle yaşanan acıların arka planını daha net görebilir, Afrika'nın durumundan tutun da Ukrayna'ya kadar çekilen çileleri neden sonuç ilişkisi kurarak okuyabilirsiniz. Dünyadaki savaşları, ekonomik krizleri, cehaleti, anlayışsızlığı yorumlayabilir; devlet aklı nedir onu da sezebilirsiniz. Hiçbir adımın anlamsız olmadığının, neyin çıkar ilişkisine bağlandığının neyin ülke faydasına olduğunun ayırdına varabilirsiniz. Kendinizi geliştirdiğiniz zaman başkalarının zorla kabul ettirmeye çalıştığı fikirleri sorgulama imkanı bulursunuz. Eleştirel düşünebilirsiniz, yeni fikirler üretebilirsiniz. Şu anda tüm dünyanın bilimsel ve teknolojik anlamda ihtiyacı olan yenileşme hareketlerinde söz sahibi olabilirsiniz. Bu da insan olmanın en büyük manevî yönünü ortaya çıkarmaktadır zaten: Akletmek, düşünmek...
Düşünmeyi öğretmek mümkün aslında. Karar vermek, sorun çözmek, ileriye dönük planlar yapabilmek için örnek olayların incelenmesi, grup çalışmalarının yapılması uzmanlar tarafından tavsiye edilip duruyor. Müfredatı yetiştirme çabası içindeki öğretmenlerle ya da sınavlara test çözdürülerek hazırlanmaya gayret edilen öğrenci gruplarıyla bu çalışmaları yapmak çok zor. Eğitimi biraz da farklı bir şekilde ele alan yeni bir bakış açısı gerekiyor. İdealist öğretmenler, öğrencilere düşünmeyi öğretme çabası içine girseler de öğrencilerin bugün yarışmalara katılmak, münazara grupları oluşturmak ve bir deneme yazısı yazma çabasına girmek konusunda bakışları : "Bunlar ne işime yarayacak? Test çözsem daha iyi olur" şeklinde ne yazık ki. İstediği lise ya da üniversiteyi kazanmanın sadece ilk adım kabul edildiğini ve asıl savaşın kendini geliştirmek olduğunu anladıklarında ise iş işten geçiyor. Yarışmalar için resim yapmanın, deneme, şiir ya da öykü yazmanın, münazaralarda kendi fikrini savunmanın kazanmak için değil; kendini keşfetmek için olduğunu kime nasıl anlatalım? Kendini geliştirmeyen insanlarla dolu bir toplumu reklamlarla, filmlerle, dizilerle yönlendirebilir; onlara kendi kültürünü, kendi değerlerini unutturabilirsiniz. Ama kendini geliştirmiş insanlar aynı reklamları, film ve dizileri incelemek, sorgulamak ve eleştirmek için seyredebilir hatta daha iyilerinin ortaya konulması için çaba gösterebilir. Yaşadığı dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için önce kendini geliştirmek gerektiğinin farkına varabilir.
Bilgiyi bulmak kadar anlamak, değerlendirmek ve yeni fikirler oluşturup bunları doğru yollarla ifade edebilmek çok önemli. Kendini geliştirmiş insanların neyi nerede söyleyebileceğine, sosyal medyayı nasıl doğru kullanabileceğine, başkalarının yönlendirmesine kapılmadan fikrini nasıl ortaya koyabileceğine, önce ailesini ve çevresini sonra da toplumu nasıl olumlu etkileyebileceğine dair örnekleri gerçek hayat öykülerinden görmek mümkün. Yeter ki bakarken görebilelim, eleştirmek için eleştirmeyelim, hayatı ve insanları okumayı kitap okumak kadar doğal bir şekilde gerçekleştirebilelim. O zaman kendimizi geliştirmenin neden önemli ve gerekli olduğunu daha net anlayabileceğimize inanıyorum.