İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

2025 KKTC Başkanlık seçimleri: Sonuç önemli mi?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Bugün, bu yazı yazılırken, KKTC’de başkanlık seçimleri gerçekleşiyor. Dolayısıyla sonuçları bilmeden KKTC’deki seçimlerin ne anlama gelebileceğini analiz etme zorluğu ile karşı karşıyayız. Tarihi olarak nitelendiremesek de (neden niteleyemeyeceğimizi daha sonra yazacağım) her seçim gibi bu seçim de önemli elbette. Önemli çünkü seçimler demokratik kurumların işlediğini ve halkın sesinin duyulduğunu gösterir. Bu noktada KKTC’de seçim, sonucundan bağımsız, iki devletli modeli destekleyen bir üst çerçeve çiziyor, çünkü KKTC’de bağımsız kurumların ve siyasi iradenin olduğunu gösteriyor.

 Bunun dışında başkanlık makamı KKTC’de Kıbrıs Türk toplumunu temsil ediyor, zaten bu nedenle de müzakereler yürürken baş müzakereci olarak seçilmiş başkan müzakerelere katılıyordu. Kısaca Kıbrıs Türk toplumu sadece kendi devletinin başkanını değil ayrıca Ada’daki varlığının temsilcisini seçiyor. Siyasi açıdan son derece sembolik önemde bir karar. Biliyoruz ki KKTC’de siyaset, geleneksel olarak Kıbrıs sorunun ne olduğu ve nasıl çözüleceği ile ilgili bir ayrışma çerçevesinde kendi içerisinde sağ ve solu tanımlıyor. Ben KKTC’deki siyasetin artık daha geniş ve daha komplike bir çerçeveye sahip olduğunu düşünenlerdenim. Yani ekonomik, siyasi ve kültürel tercihler de büyük siyasi kararları etkiliyor.

 KKTC’deki toplumsal yapı, dışarıdan değerlendirildiği ya da zaman zaman Kıbrıs toplumu içerisinde istendiği kadar donuk değil, dinamik. KKTC’de vatandaşlık hakkına sahip olanlar, çalışanlar, yaşayanlar ve yabancılar arasında değişen-dönüşen son derece dinamik ilişkiler de siyasi yönelimleri, en azından büyük tartışmaları etkiliyor. Bu tartışmalar içerisinde hangi siyasi figür nasıl tavır aldı not ediliyor. Buna rağmen başkanlık seçimleri, başkanlık ofisi ve başkanın sahip olduğu temsil pozisyonu nedeniyle Kıbrıs sorunu ile doğrudan bağlantılı görülüyor.

FEDERALİST MODELİN ALTI BOŞ

Süreç içerisinde Kıbrıs sorununun çözümü konusunda iki modelin tartışmaların odağı olduğunu görüyoruz. Federalist model üzerinden çözüm, aslında çok kısa süre yaşamış, neredeyse ölü doğmuş Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayanıyor. Bu anlamda – destekleyenleri üzeceğimi bilerek söylüyorum- bir nevi anomali. Zira neredeyse var olmamış, nostaljik ve herkesin kendine göre kurguladığı bir Ada kimliğine/hayaline dayanıyor. GKRY bu kimliğin ve hayalin altını zaten dolduramıyor. İki nedenle dolduramıyor: İlki sahadaki gerçeklik. GKRY bir mikro-devlet, yani bir küçük güçten de daha küçük bir güç. Varlığını büyük ya da orta büyüklükte ya da başka mikro devletleri kendi varoluş alanına çekerek sürdürüyor. Bir zamanlar İngiltere, Yunanistan ve Rusya vardı, GKRY’nin bazı şehirleri, bankaları, kurumları neredeyse “küçük Rusya” haline gelmişti. Sonra Yunanistan ve AB, GKRY’ne girdiler. Fransa kendi Doğu Akdeniz hayalleri doğrultusunda Ada’da İngiltere’nin yanı başına geldi. Bugün bunların yanında Amerikalılar ve İsrailliler GKRY’nde cirit atıyor. Bu güçlerin bölge politikalarının birbirine yüzde yüz uyumlu olduğunu da söyleyemeyiz. Dolayısıyla GKRY, kendisini karmaşık güç mücadelelerinin sahası haline getirmiş durumda. Avrupalılar ve ABD/İngiltere arasındaki mücadelenin bir alanı, Batılılar ve Ruslar arasındaki mücadelenin bir alanı, Araplar ve İsrailliler arasındaki mücadelenin bir alanı, Avrupalıların kendi içerisindeki, İran ve İsrail-Türkiye ve İsrail arasındaki mücadelenin bir alanı. Dolayısıyla kendi iradelerine sahip olmak bir yana bu karmaşık mücadeleden sağ salim çıkıp çıkmayacaklarını bile net söylemek mümkün değil. Her zaman kendi iradeleriyle kurmadıkları oyunun sonucunda ortaya çıkan karşı dengelemelerin muhatabı olacaklar. İstedikleri kadar kendi taraflarını silahlarla donatsınlar, dışarıdan nüfusa açsınlar, “küçük Rusya”, “küçük İsrail” haline getirsinler, bu değişmeyecek. GKRY’nin Doğu Akdeniz’de aktörlüğü bir gerçek olmadığı için Federalist model, başkaları (AB ve/veya ABD) tüm statükoyu değiştiren ciddi bir öneride bulunmadıkça sürdürülebilir anlamlı bir model değil. KKTC’de Federal çözüm yanlıları bile bu durumu farkında olduğundan anketlerde Ada’daki Türkiye varlığının (asker varlığı ve güvenlik garantilerinin) sürmesi gerektiğini düşünenlerin oranı çok yükseklerde çıkıyor.

İKİ FIRSAT ANI NİYE KAÇTI?

Bu noktada söz konusu model şansını iki yerde (Annan Planı fiyaskosunu saymazsak) fena halde kaybetti. İlki Obama yönetiminin ABD Doğu Akdeniz’de yeni bir düzen kursun mu diye yoklama çektiği zamandı. Doğu Akdeniz’de gaz bulunmuştu, dolayısıyla ABD elinde taraflara sunabileceği ciddi bir havuç tutuyordu. GKRY, Ada çevresindeki kaynakları Kıbrıs Türkleri ile paylaşmak ve böylece de çok arzu ettikleri Federalist modelde ilerlemek için formül bulmayı (gelirlerin bankaya yatırılıp sonra paylaşılması, ortak fon oluşturulması vb gibi) reddettiler. Obama’nın denemeleri GKRY istedi/istemedi diye çökmedi. Arap Baharı başladı, Türkiye ve Batı/İsrail farklı tercihler yaptılar ve nihayetinde Obama Yönetimi İran ile anlaşmayı o kadar önemsedi ki Doğu Akdeniz’de Suriye-Lübnan-Mısır-Libya-Kıbrıs-Türkiye hattında bir düzen kurma ihtimalini görmezden geldi. Diğer büyük şans, Federal Model için, Crans Montana (2017) görüşmeleriydi. Türkiye statükonun değişimini o kadar önemsedi ki (ya da GKRY ve Avrupalıların körlüğünü o kadar iyi okuyabiliyordu ki) çözümün önünü açtı. Üstelik masada KKTC içerisinde ve KKTC-TC ilişkileri çerçevesinde Türkiye’yi/Türkleri ötekileştiren radikal bir siyaset izleyen Akıncı vardı. Akıncı, takipçilerinin de çokça övünerek söylediği üzere, hayatını Federalist modele adamış biri. Yıllar sonra Crans Montana’da masanın GKRY (basına bilgi sızdırmaları) ve Yunanistan (görüşmelere gelmeyi kabul etmeyerek) tarafından dağıtıldığını söyleyecekti. Obama ve Crans Montana denemeleri ayrıca bize şunu gösterdi. Federal modeller bir şekilde paylaşım kararına dayanır. Zenginliği, kurumları, güvenlik ve güvensizlik algısını paylaşmaya hazır olmanız gerekir. Crans Montana Türkiye’nin değil GKRY’nin Ada’yı paylaşmaya hazır olmama halinin (kimilerine göre Kıbrıs Rum milliyetçiliği) Federal modelin ilerlemesine gerçek bir engel olduğunu gösterdi.

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM TEK REEL OPSİYON

2017, Türkiye’nin donanma doktrinini ilan ettiği 2015’den iki yıl uzaklıktaydı, Mavi Vatan bugünkü kadar bilinen bir kavram değildi, 2016 başarısız darbe girişimi olmuştu. Daha Libya anlaşması yapılmamış, Suriye’de Türkiye can alıcı adımlarını henüz atmamıştı. Avrupalıların Mısır-Libya-Fas üzerinden kendi Doğu Akdeniz hayalleri gördükleri günlerden geçiyorduk. Crans Montana’daki çöküş çözümün denenen müzakere masası üzerinden bulunmayacağı algısını güçlendirdi; Akıncı’nın siyasi kariyerini (Türkiye ile ortaklığa zarar veren başka hatalarının yanında) bitirdi ve iki devletli çözüm modelinin önünü açtı. Cenevre görüşmelerinde Tatar, masaya iki devletli çözüm modelini koyduğu andan itibaren bu model, altı hamasi nutuklar dışında bugüne kadar dolmamış Federalist modelden daha fazla gerçekliğe sahip. 2020’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri- bu nedenle tarihi öneme- sahipti. Bir nevi KKTC halkının Cenevre’de masaya konulan yeni iradeyi onaylayıp onaylanmayacağı görülecekti. Sonuç, Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı oldu. Türkiye-KKTC iradesinin oydaşması, ortaklaşması ve birlikte çalışması konusunda çok yol alındı. Bağımsız bir devlet- ki ilk irade1983’de gösterilmişti zaten- için var olan siyasi, kurumsal, teknik alt yapı güçlendirildi. Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi haline geldi KKTC. TC ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM dahil her platformda KKTC’nin tanınması gerektiğini vurguluyor. Ekonomik baskı ve izolasyonlar bugün KKTC ve Kıbrıs Türk Toplumunu zorlayan en önemli konu. Bu sene TEKNOFEST’in KKTC’de gerçekleşmesi, sanayileşme olmadan ekonomik çeşitlendirmeyi nasıl sağlayabileceğimiz konusunda yeni bir ümit verdi. Akıllı teknoloji için yazılım gibi ekonomiye yeni katılım yolları Kıbrıs Türk Toplumunun ekonomik gücünü artırabilir.

Kendi devletine ve tam bağımsızlığına sahip olma güçlü bir ideal, zor bir yolculuk ama şu anki gerçeklerle örtüşen tek yolculuk. Kıbrıs Türk Toplumunu eşit varlık alanından bunca yıl sonra söküp atmak mümkün değil. Bu nedenle yazının başlangıcında 2025 Başkanlık seçimlerini tarihi olarak nitelendirmedim. Tatar’ın seçimleri kazanması -elbette- KKTC içi ve dışında kafa karışıklığını azaltacaktır. Ama seçim sonuçları ne olursa olsun Federalist modelin gerçeklik kazanması bugünün bölgesel ve küresel konjonktüründe mümkün değil. ABD, Ortadoğu’da bir düzen kurmaya çalışıyor, evet. Ama bu düzen henüz kurulmuş değil. Gazze ateşkesi işleyecek mi (ki işlemesini umarız) o bile belli değil. Bu yeni düzende Türkiye ile nasıl anlaşılacak, şimdilik sadece belirli ipuçlarını görüyoruz. Avrupalılar Rusya nedeniyle elleri kalplerinde yaşıyor, Türkiye-AB ilişkileri elbette yeniden tanımlanmalı ama henüz tanımlanmadı. Türkiye Afrika’daki ve denizlerdeki varlığını artırmış durumda. Hiç kimseye ve tabi ki İsrail’e sahayı bırakıp gidecek değil. Birgün konjonktür başka anlaşmalara, model ve yöntemlere izin verebilir. O gün geldiğinde de devlet kurumların, aktörlüğün ne kadar güçlü ise pazarlık masasında o kadar daha fazla şey alacaksın demektir. Durum böyleyken istersek KKTC’nin başına başka bir gezegenden başkan getirelim manevra sahası bellidir. Yıllardır Türkiye-KKTC uyumsuzluğu olduğunda ne olduğunu, uyumu olduğunda ne olduğunu bilen KKTC halkı siyasetçinin manevra alanını siyasetçinin kendisinden bile iyi biliyor. Bugün Akıncı gibi radikal söylem sahibi figürlerin siyaset yarışında öne çıkmaması da bundan. Siyaset ve seçimler, demokratik hakkın kullanılması, halkın günlük hayatı ile ilgili memnuniyet ve memnuniyetsizliğini dile getirmesi çok güzel. Fakat sonuç ne olursa olsun KKTC siyaseti Türkiye ile ortaklık ve ortak hareket etme dinamiğini yakalayacak ve bölgesel gerçeklerle, tecrübenin öğrettiklerine uygun iki devletli çözüm modelini geliştirmeye devam etmek zorunda kalacaktır.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...