Pekin kaldıracı
Donald Trump'ın dış politika ajandası, daima büyük iddialar ve alışılmışın dışındaki hamlelerle şekillendi.
Yeni dünya düzeninin, ABD liderliğindeki Batı bloğu ile Çin ve Rusya'nın derinleşen stratejik ortaklığı etrafında yeni bir jeopolitik kutuplaşmaya hızla evrildiği bu dönemde, Trump’ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile kurduğu münasebet ve Rusya-Ukrayna Savaşı’na yönelik duruşu, ABD’nin küresel liderlik iddiasının geleceğini belirliyor.
Trump, Ukrayna’daki savaşı "çok çabuk" bitirebileceği iddiasını dillendirmiş olsa da, şu ana kadar bu hedefine ulaşamadı.
Bu durum, ABD’nin süper güç olarak kendi hegemonik pozisyonunu koruma çabasını sürdüren, ancak uluslararası krizler karşısında pratik bir çözüm arayışında olan bir liderin diplomatik çıkmazını gözler önüne seriyor.
Çözüm arayışındaki Trump’ın attığı en belirgin adım ise, hem ticari hem de jeopolitik bir kaldıraç olarak Pekin'e yönelmek oldu.
ÇİN: BARIŞIN ANAHTARI MI, EKONOMİK HEDEF Mİ?
Trump'ın Çin Devlet Başkanı Şi ile olan görüşmeleri iki ana stratejik hedefi barındırıyor:
Ekonomik Düzeltme: ABD ekonomisini rekabetçi bir zemine oturtmak adına, Çin ile Washington lehine "adil bir ticaret anlaşması" tesis etmek.
Trump, devasa ticaret açığını kapatma arzusunda ve bu uğurda gümrük vergilerini güçlü bir müzakere aracı olarak kullanmaktan çekinmiyor.
ABD’nin ulusal çıkarlarını merkeze alan bu yaklaşım, onun "Önce Amerika" (America First) doktrininin özünü teşkil ediyor.
Rusya-Ukrayna Çözüm Yolu: Asıl kritik nokta ise, Trump'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i müzakere masasına oturtacak kilit bir aktör olarak Çin'i görmesidir.
Trump, Putin ile Şi arasındaki sağlam ilişkilerin, Çin'i savaşın sona ermesi için ABD'nin ihtiyaç duyduğu bir diplomatik katalizör haline getirdiğini düşünüyor. Bu strateji, Trump'ın küresel barışın baş aktörü olma arzusunun bir yansıması olarak okunabilir.
ÇİFT KUTUPLU DÜZENİN DİZGİNLENMESİ
Trump, Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşmanın ABD için ciddi bir tehdit oluşturduğu yönündeki tezleri "küçümseyerek" yanıtlıyor ve ABD'nin askerî üstünlüğünü ön plana çıkarıyor.
Bu yaklaşım, yalnızca bir güven beyanı değil; aynı zamanda potansiyel bir rakip bloğu kendi eksenine çekerek dizginleme çabasıdır.
Trump, Çin'i bir yandan ekonomik ortak olarak konumlandırmaya çalışırken, diğer yandan da onu Rusya ile tam bir askerî/jeopolitik ittifak kurmaktan stratejik olarak caydırmaya çalışıyor.
Bu karmaşık denge, yeni jeopolitik kutuplaşmaya karşılık, ABD'nin küresel liderlik hegemonyasını muhafaza etme amacını taşıyor.
YAPTIRIMLAR PETROL VE HEGEMONYA ÇIKMAZI
Trump'ın Rusya üzerindeki baskıyı artırma arayışı, Batı'nın ekonomik araçlarının ne denli belirleyici olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu bağlamda, ABD ve AB'nin uyguladığı 19. yaptırım paketi, Rusya'yı stratejik olarak zayıflatmak amacıyla atılan en büyük ve en kapsamlı iktisadi taarruz...
Enerjiden finansa, teknolojiden bireysel oligarklara kadar uzanan bu devasa yaptırım ağı, Moskova'nın savaş bütçesini ve uzun vadeli ekonomik istikrarını hedef alıyor.
Ekonomik kaldıraçlara dayanan Trump'ın bir diğer önemli argümanı ise petrol fiyatları...
Trump, petrol fiyatlarının düşürülmesi (Suudi Arabistan ve OPEC'ten beklenti) durumunda Rusya'nın gelirlerinin azalacağını ve savaşın daha çabuk biteceğini savunuyor.
Yaptırımlarla zaten darbe alan Rus ekonomisinin, düşük petrol geliriyle daha da sıkışacağını düşünen Trump, bu yolla Moskova'yı ekonomik kıskaç altına alma hedefini somutlaştırıyor.
Ancak bu ve diğer diplomatik çabaların, Trump'ın Rusya üzerinde aradığı hegemonik çözümü henüz sağlayamamış olması, Çin'e olan bu yönelimin temel motivasyon kaynağını oluşturuyor.
ARABULUCULUK TEKELİ: BEYAZ SARAY'IN GÖRÜNMEZ RAKİBİ VE ÇİN STRATEJİSİ
Trump'ın bu denkleme Çin'i dahil etme çabası, bölgedeki bir diğer güçlü aktörün, yani Türkiye'nin, barış diplomasisindeki etkisine karşı bir diplomatik refleks olarak okunabilir.
Türkiye, Tahıl Koridoru Anlaşması gibi kritik uzlaşmalar ve esir takasları ile Rusya-Ukrayna Savaşı'nda arabuluculuk rolünü her defasında yinelenmiş, bu savaşı bitirmedeki potansiyelini kanıtlamıştır.
Tarihsel, jeopolitik konumu, Karadeniz üzerindeki Montrö Sözleşmesi'nden kaynaklanan stratejik kontrolü ve tarafsızlık ile güvenilirliğe dayalı diplomatik zemin sağlama yeteneği sayesinde Türkiye, kısa sürede sonuç alabilecek bir pozisyondadır.
Özellikle Karadeniz'deki askeri gemi trafiğini düzenleme yetkisi, Türkiye'nin savaşın gidişatındaki hayati önemini ve diplomatik masadaki ağırlığını belirleyen kilit bir askeri üstünlüktür.
Ancak Trump'ın bu barış "zaferini" veya uluslararası görünürlüğünü Türkiye'ye kaptırmak istemediği aşikârdır. Bu nedenle, kendisi bu vazifeyi üstlenmeye çalışmakta ve ABD'nin küresel liderlik yeteneğini kanıtlamak için Çin üzerinden bir yol aramaktadır.
KARMAŞIK BİR MİRAS VE ŞÜPHELİ BARIŞ
Trump'ın politikası net bir çıkarım sunuyor: Ekonomik anlaşmazlıkları çözmek ve Rusya'yı müzakere masasına oturtarak Ukrayna'daki savaşı bitirmek.
Ancak bu yaklaşım, ABD'nin geleneksel Batı müttefikleriyle ilişkilerini sarsma riski taşısa da, Çin-Rusya işbirliğinin yönü üzerinde karmaşık ve potansiyel olarak değiştirici bir etkiye doğru evrilecektir.
Bu hamleler, ABD'nin bir yandan İsrail-Hamas arasında yaşanan ve Gazze soykırımına evrilen savaş üzerinde "bitirdiğini" iddia ettiği ama hala devam eden krizdeki başarısızlığına benzer şekilde, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda da aynı nispette hızlı ve kalıcı bir başarı doğuracağı netlik kazanmış değil!
Çin ile olan bu dikkatli münasebet, Trump’ın "Barışın Aktörü" olma arayışında, sadece ekonomik ve jeopolitik bir zorunluluktan değil, aynı zamanda uluslararası alandaki inandırıcılığını yeniden tesis etme kaygısından doğmuştur. Bu stratejinin sonuçları ve küresel etkileri, ancak zamanla ortaya çıkacaktır.