Bir ulusun küllerinden doğuşunun sırrı
Tarih, bazen bir ulusun kaderini tek bir ismin azmiyle yeniden yazar. Türk milleti için Mustafa Kemal Atatürk'ün önemi, yalnızca bir kuruculuk vasfının çok ötesindedir; o, milletin kendi gücüne olan inancını yeniden alevlendiren, asırlık yorgunluğun ardından ulusal bilinci uyandıran bir katalizördür. Dünya Savaşı'nın enkazından ve işgalin karanlığından sıyrılma çabası, sadece bir toprak savunması değil, aynı zamanda Türk ruhunun köklerine dönüş ve yeniden var olma mücadelesiydi. Atatürk, bu derin travma anında, çöküşün kaçınılmaz olduğuna inananlara karşı, milletin onurunu ve egemenliğini sıfırdan inşa etme vizyonunu sundu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, basit bir rejim değişikliğinden ziyade, tarihin akışını değiştiren bir vizyonerlik dehasıdır. Atatürk, cumhuriyeti, yıkılan bir imparatorluğun üzerine kurmadı; o, parçalanmış vatan toprakları üzerinde, esaret zincirini reddeden, bağımsızlığı için ölmeyi göze almış yepyeni bir ulusun temelini attı. Kurulum süreci, Samsun'a ayak basarak ulusal direnişin fitilini ateşlemekle başladı. Amasya, Erzurum ve Sivas kongreleriyle dağınık halde bulunan direniş güçlerini tek bir çatı altında, milletin iradesi etrafında topladı. Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı (1920), egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun resmi ilanıydı. Bu, sadece askeri bir savaş değil, aynı zamanda "ya istiklal ya ölüm" felsefesiyle siyasi ve hukuki bir bağımsızlık manifestosuydu. Ardından gelen Kurtuluş Savaşı zaferleri, bu iradenin askeri tescili oldu. Saltanatın kaldırılmasıyla (1922) tarihi bağlar koparıldı ve son olarak 29 Ekim 1923'te, tüm yetkinin halka ait olduğu cumhuriyet ilan edildi. Bu, sadece bir devlet kurmak değil, yüzlerce yıllık teokratik ve monarşik geleneği, çağdaş, laik ve demokratik bir yönetim biçimiyle değiştirme cesaretidir.
Türk milleti için Atatürk, sadece ülkenin kurucusu değil; aynı zamanda ilericiliğin, bilimin ve aydınlanmanınsembolüdür. Onun çizdiği yolda, Türkiye, bir yandan geleneksel değerlerini korurken, diğer yandan muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedeflemiştir. Milletin egemenliğinin kaynağı olarak tanımlanan cumhuriyet, bugün 102. yaşınıkutlarken, Atatürk'ün mirası, bir anıt olmaktan çok, her gün yeniden inşa edilen canlı bir ideoloji olmaya devam etmektedir. O, Türk gençliğine bıraktığı en büyük miras olan özgürlük, bağımsızlık ve çağdaşlaşma meşalesini, daima ileride tutma sorumluluğunu yüklemiştir. Bu miras, sadece geçmişi onurlandırmak değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'ni geleceğe taşıyan en güçlü dinamiktir.