Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz
Kibirden başı eğilmeyen insanın, aczini idrak edip kulluğunu en güzel şekilde yapabilmesi için bazen güzellikle, bazen cebren Rabb’ine döndürülür. Allah, kullarına, rahmetiyle, “Allah-ü ekber” dedirtip bir nevi miraç olan namazla manevi huzuruna kabul ederek kendine secde ettirmeyi lutfettiği gibi, bazen kulunu seçer, hastalığa ve musibete de dûçar eder veya Firavun gibi hiç bir sıkıntı da vermeyebilir, ömrü boyunca baş ağrısı dahi çektirmez.
Neticede ya hastalık ve musibeti sabır ve şükürle karşılayıp Eyyübvâri(as),Rabb’inin övdüğü “Ne güzel bir kuldu” dediği sabır kahramanı olur veya Rabb’inden gelene râzı olmayıp isyan eder, imtihanı kaybeder ya da Firavunvâri olup hüsrana uğrayanlardan olur. Hastalık ve musibetler insana aczini hatırlatır.
Bir mikrop karşısında çaresiz kalan insan, Rabb’inden başka sığınılacak yer olmadığının farkına varır.Bu sıkıntılar, sûreten çirkin görünse de uhrevi faydalar getirme hususunda güzeldirler.
Bazen hastalığın bir dakikası, derecesine göre bir saatlik, bazen bir senelik ibadet hükmüne geçebilir. Senelerce ibadet edilse, belki o kadar sevap elde edilmeyebilir. Aynı zamanda sabır ve şükürle mukabele edildiğinde günahlara kefaret olur, günahların kirlerini temizler.
Peygamber Efendimiz (sav): ”Ermiş ağacı silkelemekle nasıl meyveleri düşer,imanlı bir hastanın titremesi de, öyle günahları döker” buyuruyor. Hastalıklardan maksad, onu gönderenin, asıl şifâ verenin o Şâfi-i Hakiki olan Rabb’imiz olduğunu, hastalık sırasında bizde tezahür eden esmâyı güzelce okumak, idrak edebilmektir.
Yoksa Allah’ın gönderdiği o mektubu okuyup anlamadan, asıl şifâyı sebeplerden bilmek veya isyan etmek büyük bir yanlıştır. Allah, sevdiği kullarına daha ziyade hastalık veriyor. Eyyüb Peygamber’in (as) evlatları vefat etti, malını mülkünü kaybetti, vücudunu yaralar kapladı, on üç sene boyunca sabretmekten ve şükretmekten hiç bir zaman vazgeçmedi.
Vücudundaki yaralar zikir mahalli olan kalp ve lisanına zarar verdiğinde, Rabb’ine yakardı: ”Ey Rabb’im zararı bana dokundu, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diyerek duânın da bir edebi olduğunu, Rabb’ine hamd ederek, aczini yalnızca O’na izhar ederek, münâcat etti.
Bu yakarış neticesinde hakiki şifâyı buldu.Allah O’na kaybettiklerini de geri verdi. Bizim yaralarımız dışımızdan çok kalbimizde ve ruhumuzda açılmış durumda. Her işlediğimiz günah, tövbe ve istiğfar edilmediği takdirde içeride yaralar açıyor. Asıl korkulması gereken maddi değil, manevi hastalıklarımızdır, manevi musibetlerdir.
Zira onlar, ebedî hayatımızı tehlikeye atıyorlar. Rabb’imizin huzuruna gidemiyorsak, ibadet edemiyorsak asıl musibet budur. Beyaz bir sayfaya sürekli nokta konulursa o sayfa zamanla karardığı gibi her günah işlendiğinde, kafamıza her türlü şüphe girdiğinde aynı o sayfa gibi kalpte siyahlıklar, yaralar oluşuyor, zamanla kalbi paslandırıyor, imanın çıkmasına sebebiyet veriyor.
Bu sebeple manevi hastalıklarımıza daha ziyade ehemmiyet vermemiz gerekiyor. Maddi ve manevi cümle hastalıklarımızın şifâsı namaz, ubudiyet, tevbe ve istiğfarla inkişaf ettirilen iman ilâcıyla tesir eder.
Her derdin devâsı ibadetlerin fihristesi olan namazda, Mevlâmızın manevi huzuruna çıktığımızda diğer isimleri gibi O’nun Şâfi esmâsıyla da boyanırız. Maddi ve manevi cümle hastalıklarımıza şifâlar veren, bizi her türlü musibetten muhâfaza eyleyen Rabb’imiz’e hamd olsun.