Kur’an’ı hayatına yazmak
Tek gayeleri rıza-yı ilâhi olan Sahabe Efendilerimiz semâvat ve arzın Hâlıkı olan Rabb’imizin indirdiği âyetleri hayatlarına tatbik etme hususunda oldukça titiz ve hassas idiler.
Öyle ki, bir âyet indirildiğinde “İşittik ve itaat ettik” diyerek anında uygulamaya geçerlerdi. Tesettür âyetini duydukları anda hurma bahçelerinde bulunan kadın sahabiler, buldukları örtülerle hemen örtünüverdiler, ertelemediler.
Asırlar geçse de Kur’an’ın hükümleri değişmedi. Allah’ın emirlerini işittiklerinde kalpleri ürperen, itaat eden müminlerin yerini, işitip umursamayan, Allah’ı hayatına karıştırmayan, isyan edenler veya Allah’ın kitabını bilen, ilmiyle amel etmeyenler, insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındırıp kendileri yapmayan âlimler aldı.
Kur’an-ı Kerim’de ilmiyle amel etmeyenlerin durumu kitap yüklü merkeplere benzetilmiştir. Bu hayvan için taşıdığı şeyin kitap veya odun olması mühim değildir.
Öğrendiklerini hayatına tatbik etmeyenlere de taşıdıkları o kitaptaki bilgiler âdeta onların cehennem ateşini tutuşturacakları birer odun hükmüne geçerler. Kendisi yapmayıp da insanları irşad etmeye çalışanlar da Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde şiddetle ikaz edilir.
”Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?'' buyuruyor Rabb’imiz. Yine hadiste onların dehşetli halleri ibret alanlar için şöyle ifade edilir: ”Kıyamet gününde bir adam getirtilir, ateşe atılır, ateş içinde değirmen taşı gibi dönmeye başlar. Cehennem ehli onun etrafını çevirirler. Ey falan! Sen bize iyilikleri emreder, fenalıkları yasaklar değil miydin? derler. Evet ama ben size emreder, kendim yapmazdım” der.
Kur’an’da her ne kadar bu âyetteki ve bunun gibi bir çok hitap İsrailoğulları’na yapılsa da her Müslümanın Allah’ın emirlerine sırt çevirdiğinde onlar gibi olma tehlikesi vardır. Allah’ın kelâmını bir tarih kitabı, o hadiseleri yaşanmış ve bitmiş olarak görmek, masal okuyor gibi okumak veya azabı kendi başına gelmeyecekmiş gibi nefsinden uzak görüp kendini kusursuz zannetmek büyük bir hatadır.
Kur’an bütün asırlara hitab eder ve her dâim gençtir. Okurken kendi nefsimize okumamız icab ediyor. İnsan, Kur’an’la hayat bulan İslam’ı yaşamak üzerine dizayn edilmiş bir varlıktır ve bu dini hayatına tatbik ettiğinde, Allah’ın kelâmını tüm zerrelerine yazdığında ancak hayat bulur, kemalini bulur.
Kur’an’ı yazmak, önce okumak, okuduğunu anlamak ve insanın kendisine her gün verilen o tertemiz hayat sayfasına onları en güzel ve aslına en muvâfık şekilde nakşetmektir. Bu yapıldığı zaman lisan-ı haliyle hakikatler anlatılmış olduğu için lisân-ı kâlden daha ziyade tesir ediyor. Gazze’de hakiki manâda yaşanan İslâmiyet yüzlerce âlimin yapamadığını yapmış, çok sayıda insanın iman etmesine vesile olmuştur ve olmaya da devam ediyor.
“Lisanın, Kur’an’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı halin ile de Kur’an’ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun! (Hz.Bediüzzaman)