İstanbul
Açık
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Yapay zeka çağında sınıflar, sömürü ve orta çağ feodalizmi 2.0 - II

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Yapay zekâ ve robotik, emekçi sınıfı ortadan kaldırmıyor; biçim değiştiriyor. Artı-değerin yanına artı-zamanı, artı-veriyi ve artı-öngörüyü ekleyen yeni bir sömürü rejimi doğuyor. Eğer bu düzen denetlenmezse, karşımıza ‘Orta Çağ Feodalizmi 2.0’ diyebileceğimiz dijital bir serflik düzeni çıkabilir.

Her şeyden önce, bugün hepimiz için özel bir gün: 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bu vesileyle başta ilkokul öğretmenim Perihan Ergül ve Lisede Müdür Yardımcımız Mehmet Alkan olmak üzere, Kadıköy Anadolu Lisesi, Marmara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde benim üzerimde emeği bulunan bütün Hocalarımın ellerinden öperim. Ölmüş olanlara da, başta sevgili Hocam Erol Manisalı olmak üzere, Cenab-ı Hakk’tan rahmet niyaz ederim. Öğretmenler Günümüz Kutlu Olsun!

1.GİRİŞ

Geçen yazıda yapay zekâ ve robotların ön planda olacağı geleceğimizin ekonomisinde ortaya çıkabilecek distopik toplumsal yapıda iktisadi sınıfları anlatmaya çalışmıştım. Bu iktisadi sınıflar Orta Çağ Feodalizmine benzer bir yapı sergiliyorlardı. Tabii bir üretim sisteminde egemen bir sınıf varsa kaçınılmaz olarak sömürü de vardır. Bu yazıda işin bu kısmını, yani distopik bir yeni kapitalizmde yeni sömürüyü anlatmaya çalışacağım. Zaten hâl-i hazırda bu sömürü sistemi çalışmaya başlamıştır bile…

2. SÖMÜRÜNÜN DEĞİŞEN VASFI: ARTI-ZAMAN, ARTI-VERİ, ARTI-ÖNGÖRÜ

Klasik Marxçı analizde sömürünün merkezinde “artı-değer” kavramı vardır. Emekçi, günün bir kısmında kendi ücretini yeniden üretir, geri kalan kısmında ise sermayedar için karşılıksız değer üretir. Bugün bu mekanizma ortadan kalkmış değildir; aksine, üzerine üç yeni katman eklenmektedir: Artı-zaman, artı-veri ve artı-öngörü.

2.1. ARTI-ZAMAN: MESAİ BİTTİ, GÖZETİM BİTMİYOR

Artı-zaman, en basit hâliyle, sözleşmede yazmayan ama fiilen işverene açılan zaman dilimidir. Esnek mesai, uzaktan çalışma, her an çevrimiçi olma baskısı, uygulama bildirimleri ve performans metrikleri, emekçinin gününü delik deşik eder. Kağıt üzerinde sekiz saatlik mesai, fiiliyatta on iki saatlik bir “hazır ol” hâline dönüşebilir. Platform proletaryasında bu durum daha da belirgindir: Uygulamaya giriş-çıkış saatleri, bekleme süreleri, sipariş gelmediği hâlde çevrimiçi kalma zorunluluğu, çoğu zaman “çalışma süresi” olarak bile sayılmaz. Fakat emekçinin hayatı, bu bekleme ve hazır olma hâli etrafında örgütlenir.

Tüketici açısından da benzer bir artı-zaman sömürüsünden söz etmek mümkündür. Sonsuz kaydırma mantığıyla tasarlanmış sosyal medya akışları, bitmeyen bildirimler, oyun ve dizi platformlarının kurguladığı “bir bölüm daha” psikolojisi, insanların dikkatini ve boş zamanını yutar. Burada kimse kimseye “mesai” yaptırıyor gibi görünmez; oysa şirketler için bu dikkat dakikaları, reklam gelirinin ve veri üretiminin asıl kaynağıdır. Emekçi için olduğu kadar tüketici için de artı-zaman, hayatın parçalarının usul usul şirketlere doğru akmasıdır.

2.2. ARTI-VERİ: ÜCRETLENDİRİLMEMİŞ DAVRANIŞ FAZLASI

Artı-veri ise emekçinin ve tüketicinin davranışlarından süzülen ve karşılığı ödenmeyen bilgi fazlasıdır. Emekçi, işini yaparken sadece mal veya hizmet üretmez; aynı zamanda sistem için son derece değerli bir davranış verisi üretir. Çalışma hızları, hata oranları, hangi rotayı seçtiği, makinayı nasıl kullandığı, hangi ekranda takıldığı, molaya ne zaman çıktığı… Bunların her biri, üretim sürecini yeniden düzenlemek, iş yükünü yoğunlaştırmak, ücreti baskılamak ve “verimliliği” artırmak için kullanılır. Emekçi, ücretini aldığı işin yanında, bedelsiz bir bilgi girdisi daha sağlar.

Tüketici cephesinde artı-veri çok daha görünür ama bir o kadar da normalleştirilmiştir. Arama geçmişi, alışveriş tercihleri, tıklamalar, beğeniler, lokasyon verileri, sosyal ağ ilişkileri, izleme süreleri… Bütün bu veriler, şirketlerin pazarlama ve fiyatlama stratejilerinin ham maddesidir. Bu veriler olmadan hedefli reklamcılık yapılamaz, dinamik fiyatlama algoritmaları çalışamaz, “kişiselleştirilmiş” öneri sistemleri bu kadar isabetli olamazdı. Fakat ne emekçi ne tüketici, bu veri katkısı için ayrı bir hak iddia etmektedir. İşte bu nedenle artı-veri, çağımızın özgün sömürü biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkar.

2.3. ARTI-ÖNGÖRÜ: TAHMİN EDİLEN İNSAN

Artı-öngörü ise daha ileri bir aşamayı ifade eder: İnsanların bugünkü davranışlarından hareketle gelecekte ne yapacaklarının tahmin edilmesi ve bu olasılıkların kâra dönüştürülmesi. Emekçi açısından bakıldığında, algoritmalar, hangi koşullarda işi bırakacağını, ne kadar primle motive olacağını, hangi vardiyada daha verimli çalışacağını, hangi rotayı seçeceğini tahmin etmeye çalışır. Bu tahminlere göre vardiya planları yapılır, ücret skalaları ayarlanır, prim sistemleri kurgulanır, işten çıkarma kararları verilir. Emekçi, sadece bugünkü performansı üzerinden değil, gelecekteki muhtemel davranışı üzerinden de disiplin altına alınır.

Tüketici açısından artı-öngörü, davranışın önceden fiyatlanması anlamına gelir. Hangi ürünün ne zaman alınacağı, hangi kampanyaya kimlerin daha kolay ikna olacağı, hangi içeriğe ne kadar süre bakılacağı, hangi haberin kimde öfke uyandıracağı, tahmin edilebilir hâle getirilmeye çalışılır. Bu tahminler, reklam paketlerine, fiyat stratejilerine, siyasi kampanyalara ve hatta dezenformasyon kampanyalarına gömülür. İnsanların gelecekteki tercihleri adeta bugünden satın alınır.

Böylece klasik artı-değer mekanizmasının yanına, üç yeni fazlalık eklenmiş olur: Zaman fazlası, veri fazlası ve öngörü fazlası. Sömürü, fabrika duvarlarının içine hapsolmuş olmaktan çıkar, gündelik hayatın her anına ve her tıklamasına yayılır.

3. “ORTA ÇAĞ FEODALİZMİ 2.0”: DİJİTAL SERFLİK İHTİMALİ

Bu tabloyu bir benzetme üzerinden düşünmek, belki de meseleyi daha çarpıcı kılar. Orta Çağ feodalizminde güç, toprağın mülkiyetinden geliyordu. Senyörler, toprağın ve üzerindeki üretim ilişkilerinin sahibiydi. Serfler ise hukuken köle olmasalar bile fiilen toprağa bağlıydılar; oradan kopmak, çoğu zaman hayatta kalma imkânını kaybetmek demekti. Arada ise hem dünyevi iktidarı meşrulaştıran hem de hakikatin tek yorumcusu rolünü üstlenen bir Kilise yapısı bulunuyordu.

Bugünün dünyasında toprağın yerini veri tarlalarının, kalelerin yerini veri merkezlerinin, ticaret yollarının yerini ise küresel dijital ağların aldığını söylemek abartı değildir. Egemen sınıf, bu altyapıyı, platformları ve algoritmaları kontrol eden sermaye bloğudur. Üst teknik sınıf, kodu ve muhakemeyi tek “doğru dil” gibi sunan, algoritmanın tarafsız ve bilimsel olduğunu söyleyerek sistemi meşrulaştıran bir tür modern Kilise işlevi görebilir. Emekçiler ve tüketiciler ise hem emekleriyle hem de verileriyle bu yapıya bağlı olan, platformlardan koptukları anda iş ve hizmetten mahrum kalma riski taşıyan yeni serflerdir.

Bu benzetme elbette tam bir tarihsel eşitleme iddiası değildir. Feodalizm yerel, yüz yüze, askeri ve toprak temelli bir düzendi; burada ise karşımızda küresel, dijital, veri ve algoritma temelli bir tahakküm ihtimali duruyor. Yine de yapısal benzerlikler dikkat çekicidir: Mülkiyetin aşırı yoğunlaştığı, hakikatin yorumunun dar bir “uzmanlar” zümresine bırakıldığı, geniş kitlelerin ise hem ekonomik hem bilişsel düzeyde bağımlı kılındığı bir düzen.

İşte bu yüzden, eğer veri ve algoritma üzerindeki bu tekelleşme demokratik denetime açılmaz, emekçinin ve tüketicinin zaman, veri ve öngörü üzerindeki hakları tanınmazsa, karşımıza “Orta Çağ Feodalizmi 2.0” diyebileceğimiz dijital bir serflik düzeninin çıkması hiç de imkânsız değildir. Distopya, yalnızca bilimkurgu yazarlarının hayal gücüne bırakılacak bir alan değil, bugün alınan ekonomik ve siyasal kararların doğal uzantısıdır.

4.SONUÇ: DİSTOPYA MI, MÜMKÜN GELECEKLERDEN BİRİ Mİ?

Buraya kadar çizdiğim tablo karanlık görünebilir. Egemen sınıfın veri ve algoritma üzerindeki tekeli, üst teknik sınıfın yeni bir Kilise gibi hakikati tekelleştirme riski, platform proletaryasının ve veri-serf tüketicilerin görünmez sömürüsü, gerçekten de distopik bir geleceğin ipuçlarını taşıyor. Ancak bu, tarihin tek yönlü ve kaçınılmaz akışı değildir.

Bu düzenin nasıl şekilleneceği, büyük ölçüde bugün neyi talep ettiğimize ve hangi kuralları benimsediğimize bağlıdır. Emekçinin zaman hakkını, tüketicinin veri hakkını, yurttaşın algoritmik karar süreçlerine katılım hakkını savunmak mümkündür. Yapay zekâ sistemlerinin şeffaflığı, denetlenebilirliği, kamu yararı adına kullanımına dair kurallar koymak mümkündür. Eğitim ve yeniden beceri kazandırma süreçlerini, piyasaya terk edilmiş bireysel bir “kariyer yatırımı” olmaktan çıkarıp, sınıfsal eşitsizlikleri azaltacak kamusal bir hak hâline getirmek mümkündür.

Kısacası, elimizdeki teknolojiler, bizi otomatik olarak “Orta Çağ Feodalizmi 2.0”a sürüklemez. Aynı teknolojiler, emeğin verimliliğini artıran, çalışma sürelerini kısaltan, gelir dağılımını iyileştiren, demokratik katılımı güçlendiren bir toplumsal projeye de hizmet edebilir. Farkı yaratacak olan, teknolojinin kendisi değil, o teknolojiyi kimlerin, hangi amaçlarla ve hangi kurallarla yönettiğidir.

Bu yazıda anlattığım distopyayı, “geleceğin kaçınılmaz kaderi” olarak değil, mümkün geleceklerden biri olarak okumak gerekir. Eğer bugün susar, veri ve algoritma üzerindeki tekelleşmeyi doğal karşılar, emekçinin ve tüketicinin yeni sömürü biçimlerine itiraz etmezsek, bu distopya adım adım gerçeğe dönüşebilir. Ama eğer zaman, veri ve öngörü üzerindeki haklarımızı ciddiye alır; emeği, bilgiyi ve teknolojiyi daha adil bir düzen için seferber etmeyi başarabilirsek, bambaşka bir yola da girebiliriz.

Gelecek, biraz da bu soruya verdiğimiz toplumsal cevabın toplamı olacak:

“Yapay zekâ çağında insan, kendi kendisinin serfi olmayı mı seçecek, yoksa bu yeni gücü özgürleşme yönünde kullanmanın yollarını mı arayacak?”

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...