İstanbul
Açık
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Değişim ahengi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

​Havalar değişti. Takvimler Kasım sonunu gösterirken, mevsimin çırılçıplak bıraktığı kavak ağaçları, doğanın o kaçınılmaz ritmini yüzümüze vuruyor. 

Elbette, daha önceki dönemlerde de sık sık hava değişimleri olurdu; Bu, varoluşun ta kendisidir. Hayatın bütünündeki her şey, tıpkı bir deniz dalgası gibi, inişli çıkışlı bir seyre tabidir. Bir sokağa girer, çıkmaz olduğunu görür, geri dönüp başka bir yöne saparız. Tüm bu dış döngü, bizi sürekli bir hareket ve arayış içinde tutar. 

Bu durum, hareket kabiliyetimizi geliştirirken, yeni hikâyelere, şiir ve romanlara da imkân tanır. ​Güneşin son ışıkları şehre kendi dingin ahengini sunarken, denizin dalgaları sahili tokatlamaya devam ediyor. Ne sizin beklemenize ne de umursamanıza aldırış etmeksizin bu gelgitler sürüp gidiyor. Yoldan geçen arabaların kornaları, hızla basılan bir fren sesi.. İnsanlar dönüp bakıyorlar. İnsan, ne kadar da tuhaf. Başkalarının konuşmalarına kulak kabartır, diğer masada konuşulana odaklanır. Sanki dışarıdaki her detay, onun eksik kalan bir parçasını tamamlayacakmış gibi. 

Oysa merak, aynı kapıdan kolayca dedikoduya yönlendirir insanı. Böylesi acayiplik, insan kalitesini zaafa uğratır, ahlakı yozlaştırır. Bize öğretilmişti: "Dedikodu yapmanın, kardeşinin ölü etini yemek" olduğu. Gaflet, dalgınlık, umursamazlık, nefsini dizginleyememe gibi hastalıkların bir sebebidir bu dedikodu işi. Dilini tut, parmaklarınla haddini bildir. Her şeyi konuşma, her şeye cevap verme. Sus, çünkü susmanın hayırlı olduğunu bilmelisin. 

Ne buyrulmuştu: "Ya hayır söyle, ya da sus." Bu muştuyu unutma ki, hem erkek hem de kadınlara bir nasihattir. Kendini kandırıp da mazeretler giyerek "Benim bitirmem gereken günlük şu kadar kelime var" demeyesin. Demiş isen ya da diyor isen gel bir daha düşün ki "ya hayır konuş, ya da sus." Şairimiz ne demişti: "Dilim dilim ettin beni dilim dilim." 

Unutma ki bu söz çok anlamlı bir ifadedir. Çünkü insanın başına ne gelirse, hep dili yüzünden gelir. Rasulullah Efendimiz mübarek parmaklarıyla dilini tutarak, "Buna sahip olan kurtulmuştur" buyurdular. Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Birini çekiştirirken – dedikodusunu yaparken – alışkanlık hâline getirilmiş tepkilerden biri olarak; “Ben demedim, o diyor (ben sadece aktarıyorum)” cevabına karşılık, Müslim'in rivayet ettiği Resûlullah'ın (sav) bir hadisi şerifi şöyledir: “Bir insanın yalancı sayılması için, kulağına gelen her sözü dilinin söylemesi yeterlidir.” 

Her duyduğunu söyleme. Evet, sen söylemedin ama naklettin. Unutmayalım ki bu topraklarda yaşayan iman sahiplerinin ağzından, kelimelerinden, kaleminden ve telefonundan kimsenin dinine, canına, onuruna ve malına zarar veremez. Vermemelidir. "Eline, diline ve beline sahip çıkmalıdır." Dili tutmak insanı azaptan korur. 

Ne denilmiş: "Dilin kemiği yok lakin kemiği kırar." Bütün bu dış karmaşalar ve koşturmacalar, çoğu zaman daha can yakıcı bir gerçeğe de işaret etmektedir: İnsanın içindeki kıymetli olanın giderek ucuzladığını, basitleştiğini, bayağılaştığını ve bunun yüze yansıdığını görmek mümkündür. İç âlem, dış âleme hükmeder. İçindeki yüzüne, gözlerine ve diline yansır. 

Dış dünya, tabiatın kanunları (biz buna ilahi kanun-hukuk diyoruz) ile değişirken, içimizdeki o büyük sarsıntıya ve kıymetlerin yitirilmesine sebep oluyor. Oysa denilmiştir ki, "Sabrın başı acı, sonu tatlıdır." Dış dünyanın çekici alevi içimizdeki cennet bahçelerine zarar vermemelidir. ​ Aceleciyiz. İsra sûresi 11. ayette: "İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir!" buyuruldu. Müşriklerden bazıları inkâr ve inatları nedeniyle Enfal 32. ayette belirtildiği üzere: “Allahım! Eğer bu kitap, senin katından gelmiş bir hakikatse gökten üzerimize taş yağdır!” derlerdi. 

İnsan evladı dilini tutmayı bilmelidir. Diline geleni söylemen senin için bela olarak yeterlidir. Bazen sıkıntılar karşısında akıl almaz ifadeler kullanıldığı olur. Aman ha, dilimize gelen her şeyi söylemeyelim. Dil söyleyince duaya dönüşüverir. Bakınız: “Allah canımı alsa da bu dertten kurtulsam!” şeklindeki sözler ve beddua edenleri bilirsiniz. Sakın ola söylemeyiniz. Kendi kendimize kötülük yaptığımızın farkında olun. Başkasının size bir şey söylemesine gerek yok. 

Zaten siz kendi kuyunuzu kendiniz kazıyor ve bedduayı hak ediyorsunuz. Bazen evlatlar için de bu türden kötü ifadeler kullanıldığı olur. Arkasından bir kötü haberle dizler dövülür de iş işten geçmiş olur. "Boynun devrilsin, arabanın altında kalasın" gibi ifadeler, insanın kendine yaptığı en büyük kötülüktür. İdrak edip tefekkür edip dili tutmak en hayırlı olanıdır. ​ Bizler, sonbaharın bu kasvetli günlerinde bile, yağmurlar birden yağsın, karlar aniden her tarafı kaplasın isteriz. 

Elbette yağmur, kar Rabbimizden rahmettir. Bazen tahammül edemez, sabredemeyiz. Lakin, her şeyin kendi içinde bir hesabı, kendi disiplininde akıp giden bir hâli vardır. "Ah teslimiyet, ah!" levhasına nasıl da muhtacız. Levha dedimse, sen gönlünü levha haline dönüştür dedim. Teslimiyet sahibi kişi, her hâle, her âna hamd eder, teşekkür eder ve şükreder. Bir damlanın ne zaman düşeceğinden, bir tohumun ne zaman filizleneceğine kadar her şey, hüküm sahibi olan Allah'a aittir. 

Teslim ol ve kurtul. Bu büyük kâinatın hâline bakıp, kendi durumumuza, kendi koşturmamıza bu pencereden bakmak gerekmez mi? VAROLUŞ DAVETİ ​Peki, bütün bu ahenk ve disiplin içinde, insan başıboş bırakılmış mıdır? Boş yere, anlamsızca yaratılmış bir mevcudat var mıdır? Hayır. Şüphesiz ki, hiçbir şey kendiliğinden, disiplinsiz ve rastgele (lâlettayin) değildir. Göklerin yedi kat üst üste bindirildiği, yerin katmanlarının belli bir düzenle var olduğu bir düzenekte, o en "akleden varlık" olan insanın başıboş bırakıldığını düşünmek, akıl yürütme çabasına ihanet değil midir?

 Akıllı insan, aklını kullanan insandır. ​"Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum/ Ben geldim geleli açmadı gökler" diyen Şair, neyi kastetmiştir? Bütünüyle şiirler, felsefeler bu iki hakikat arasında yol alır: Yani hayat ve ölüm, aşk ve uçurum. İşte şehirler, sokaklar, meydanlar. İnsanların bir ırmak gibi akıp gittiği, fark etmeden kaybolup gittiği akıntılar. Bütün bunlar, bizim oturup düşünmemiz, akletmemiz ve tefekkür etmemiz gereken varoluşun bir davetidir.

 İçimizdeki kıymetlerin ucuzlamasına izin vermemek ve bu muazzam düzenin bir parçası olduğumuzu idrak etmek için, bu akışta durup bir an nefes almalı, kendimize sormalıyız: "Ben bu büyük hesaptaki yerimi biliyor muyum? Yaratılış nedenimin farkında mıyım? Kulluk şuurunun neresindeyim? Ben kimim?" İşte bu tefekkür, dağınık zannettiğimiz hayatımızı yeniden merkeze alacak yegâne yoldur. Vesselam.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...