İstanbul
Açık
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

Beden dilinden ruh diline

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

İnsan için asıl önemli olan ve sonuç getiren, karşımızdaki bireyin maddi gereklerine değil ruhuna ulaşmaktır. Ne iş yaparsanız yapın asıl olan insanın içgüdülerine, dürtülerine, maddi varlığına, kişisel istek ve arzularına değil ruhuna hitap edebilmek ve ruhunu yakalayabilmektir. Kişilerin, uçmaya hazır ama aslında bedene hapsolmuş, mahzun ruhlarını yakalayabilirsek neler yapılmaz ki? Öğretmen, işçi, memur, usta, çırak, yönetici, lider hangi düzeyde olursak olalım muhataplarının bedenlerine odaklanan değil ruhlarına odaklanan bir dili yakalayabilmemiz gerekli. Kimsesiz, kapatılmış, mahzun ve uçacağı günü bekleyen kuş misali ruhu yakalayabilirsek hep birlikte daha da güzelleşebiliriz.

İlişkilerimizde beden dilinden ruh diline yönelmemiz, yükselmemiz gerekir. Böylece tasavvufta aranan ölmeden önce ölme yolunda olabiliriz. Yani ruh, her yere egemen olabilir, beden ruhun emaneti olabilir. Bunun için ruhun canlı tutulması, kendini ifade edebilmesi, iç âlem ve dış âlemle ilişki halinde olması gerekir.

Bedenin dili maddi dünyada kaybolmamıza yol açar ve ruhun kafesini giderek daraltır. Oysaki ruh diline geçtiğimizde beden, ruhun emrine girer. Beden ruhun isteği ile istediği biçimde hareket eder. Ancak bu şekilde kibirden merhamete, karanlıktan aydınlığa, çirkinden güzele yol alabiliriz.

Günümüzde yaşanan vahşete, şiddete, insani krize baktığımızda anlıyoruz ki hayatımızda beden dili giderek hâkim oluyor ve ruh dilini hızla unutuyoruz.

Bunun içindir ki sanatçılar eserlerine bir ruh katmanın peşindedir. Zira eserin salt maddi yönü ve varlığı, insanın maddi varlığına hitap eder. Eserin ruh esintileri insanın ruhuna hitap eder. Dolayısıyla sanatçılar, hangi alanda olursa olsun eserlerine görünen, duyulan, hissedilenin ötesinde bir anlam derinliği yüklemenin ve bir ruh katmanın derdinde olurlar. Her sanatçının asıl hedefi; insanların ruhlarına erişebilmek, ruhlarını yakalayabilmek, ruhlarına bir nefes olabilmektir. Birey, hayatının merkezinde yer alan temel güce göre çevresinden ve ilişkilerinden farklı biçimde etkilenir.

ESERİN RUH DİLİNİ YAKALAYABİLMEK

Sanatçının bütün mahareti eserine bir ruh bulabilmektir. Bunun için sanatçı kendi bedenine üflenen ruhtan aldığı bir esintiyle eserini üretiyorsa eseri bir ruh taşıyabilir. Zira sanatçı da mutlak kâinatla kesintisiz bir ilişki içinde olduğunda eseri de böyle bir ilişki içinde olur. Yahut eser de böyle bir ilişkinin eseri, yansıması olur. Eseri izleyen, dinleyen, seyredenler de sanatçının ruhundan gelen bu yansımaları yakalayarak eserdeki ruhu algılar ve seçer.

Tabi ki sanatçının ve eserin ruhu kadar bizim bunu algılama derecemiz de önemlidir. İnsan sahip olduğu ruh derinliği oranında eserin ve eser sahibinin ruhunu yakalar. Yani ancak kalbi selim bir kişi, eserdeki kalbi selimi yakalayabilir. Dolayısıyla çok derin anlamlar içeren kimi eserler, birçok kişi için bir anlam taşımayabilir. Bunun içindir ki aslında harikulade bir eserler manzumesi olan dünyaya bakarız da eşyayı görürüz de onlardaki ruhu ve gerçeği daha da önemlisi bu eserlerin arkasındaki sanatçıyı göremeyiz çoğu zaman.

Hani derler ki kendi gönül derinliğimiz oranında mürşit ve insan-ı kâmilleri tanıyabiliriz. Bizde derinlik zayıfsa karşımızdaki derinliği göremeyiz, onunla hemhal olamayız. Belki fizik âlem olarak o dünyanın içinde yaşar ama o dünyanın ruhunu yakalayamaz. Tıpkı bir resme bakıp bir şey anlayamayan biri gibi. Resme bakmıştır bakmasına ama alması gerekeni alamamıştır. Fizik algı düzeyinden daha yukarıya çıkamamış, eserin ruhunu yakalayamamıştır. Biz hassasiyetimiz, derinliğimiz, hazır bulunmuşluğumuz oranında yakalarız çevremizdeki eşyanın ruhunu.

Eser sahibi ile eseri seyredenin buluştuğu seviye de önemlidir. Bu, salt fiziki gerçeklik, anlam gerçekliği yahut ruh gerçekliği düzeyinde olabilir. Eser ile ona talip olan, ruh düzeyinde buluşabilirse aralarında bir ruh dili oluşur, sarsılmaz bir çekim gücü, bir aşk oluşur. Bu, insan ilişkilerinde de böyledir. Yunus’un Taptuk’la, Mevlana’nın Şems ile Osman Gazi’nin Şeyh Edebali ile ilişkisinde böylesine bir etkileşim vardı. İçinde bulunduğu etkileşimin ruhuna varan insan sadece bedeniyle değil tüm hücreleriyle yönelir insanın gerçeğine.

Her eser bir anlamda gerçek ile yeniden buluşmamızı sağlayan kilometre taşlarındandır. Dünyaya bir eser olarak baktığımızda ne mutlu onun ruhunu yakalayabilenlere ve anlayabilenlere.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...