Uluslararası gölgenin şişirdiği tehlikeli dil
Kandil’den yükselen son açıklama, terör örgütünün en ideolojik isimlerinden Bese Hozat’ın ağzından çıktı: “Suç işlemedik, af istemiyoruz.” Bu cümlenin çıplak hâline bakıldığında bile sıradan bir meydan okuma değil; örgütün uzun zamandır kurmaya çalıştığı “meşru taraf” illüzyonunun yeni ve en pervasız evresi olduğu görülüyor.
Ancak bu pervasızlığın kaynağı örgütün sahadaki gücü değil; dışarıdan aldığı geçici uluslararası destek sinyallerinin şişirdiği tehlikeli bir özgüvendir.
Bu özgüvenle kurulan her kelime, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik alanını hedef alıyor.
“SUÇ İŞLEMEDİK” İFADESİNİN ARKASINDAKİ ASIL HESAP
Bese Hozat’ın sözleri, basit bir inkâr değil; açık bir stratejinin tercümesidir.
“Suç işlemedik” demek, örgütün 40 yıllık kanlı tarihini aklama çabası değildir yalnızca. Aynı zamanda “devletin hukuku bizi bağlamaz” demektir. Yani PKK, kendisini devlete denk bir siyasal özne olarak konumlandırmaya çalışmakta; Türkiye’yi terör örgütüne karşı yürüttüğü meşru mücadele zemininden çekip “iki taraflı çatışma” denkleminin içine sürüklemeye çalışmaktadır.
Bu bir dil oyunundan ibaret değildir. Uluslararası hukukta “iç çatışma statüsü” yaratma, terörü “siyasal aktörlüğe” dönüştürme ve ileride masaya statü talebi koyma girişimidir. Kandil’in bu çıkışı, tam da bu niyetin en açık itirafıdır.
DIŞ DESTEKTEN BESLENEN MEYDAN OKUMA
PKK’nın son dönem söylemleri, uluslararası güçlerden aldığı sınırlı desteği örgüt içi motivasyon aracına dönüştürme çabasının ürünüdür.
Suriye sahasında kendince alan bulan, Avrupa’daki diaspora yapıları üzerinden propaganda üreten örgüt; bu dış destek noktalarını gerçek bir “dayanak” gibi görmekte ve bu yanılgı üzerinden Türkiye’ye meydan okumaktadır.
Oysa dış destek, konjonktüre bağlıdır. Bugün verilen küçük bir destek sinyali, yarın diplomatik bir hamleyle silinir gider. Ama Kandil’in lider kadroları bu geçici sinyalleri örgüte “devletleşme adımı” gibi sunmakta; söylemlerini şişirdikçe şişirmektedir.
Bu yüzden Hozat’ın son açıklaması, aslında zayıflığın üstünü örten bir gürültüdür.
SÜREÇ SABOTE EDİLİRSE SONUÇ KAÇINILMAZDIR
Türkiye, terörle mücadelede duygusal reflekslerle değil; kurumsal akıl ve stratejik kapasiteyle hareket ediyor. Devlet otoritesi, sahada kesin bir üstünlük sağlamışken; örgütün uluslararası desteğe yaslanarak meydan okuması, süreci dinamitleyen bir sabotajdır.
Bu sabotaj dili devam ederse, Türkiye Cumhuriyeti’nin “sert yüzü” devreye girmekten kaçınmaz. Bu sert yüz, yıllara yayılan mücadelenin, verilen şehitlerin, korunması gereken egemenliğin zorunlu sonucudur.
Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta şudur:
Devletin sertleşmesi sürecin değil, örgütün tercihidir.
SÜRECİ KİM ZEHİRLİYOR? SORUMLULUK KİMİN?
Bugün Türkiye’de bazı çevreler hâlâ örgütün bu çıkışlarını bir “hak siyaseti” olarak yorumluyor. Bazı medya organlarına sızmış propaganda hatları, cümleleri makulleştirmeye çalışıyor. Batı’da bazı merkezler, PKK’yı konjonktürel bir “araç” gibi görerek onun söylemine alan açıyor.
Ancak bu çarpık okumalar gerçeği değiştirmiyor.
Bese Hozat’ın sözleri, Türkiye’nin egemenliğine yönelmiş hesaplı bir psikolojik operasyonun parçasıdır. Ve eğer bu dil sürdürülürse, ortaya çıkacak olan çatışmalı iklimin sorumlusu devlet değil; o dili kuran örgütün kendisi olacaktır.
MEYDAN OKUMANIN BEDELİ AĞIRDIR
Kandil, uluslararası destekçilerin gölgesine sığınarak bu meydan okuma dilini devam ettirirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin sabrını değil; devlet aklının kararlılığını test etmiş olur.
Ve o kararlılığın sahadaki karşılığını herkes bilir.
O zaman hiç kimse “Biz bunu öngörmemiştik” deme fırsatı bulamaz.
Bu tehlikeli çıkışların bütün sorumluluğu, o çıkışları yapanlardadır.
Unutulmasın ki; maksadını aşan açıklamalar, devletin ciddiyet ve kararlığında yok olur.