AGÜ’nün daveti ve Türkiye akademisinin geleceği
Türkiye’de son yıllarda en çok konuşulan konulardan biri, üniversitelerin gerçek işlevini yerine getirip getiremediği… Bir üniversite yalnızca bir kampüs, derslikler veya tabeladan ibaret değildir. Üniversite, bir ülkenin aklıdır. Bilgisinin, düşüncesinin, mühendislik gücünün, toplumsal vicdanının ve geleceğe dair hayal kurma kapasitesinin merkezidir. Dolayısıyla, üniversiteyi ayağa kaldıran asıl unsur binalar ve bütçeler değil, akademik kadronun niteliğidir.
Tam da bu nedenle, Abdullah Gül Üniversitesi’nin (AGÜ) Rektörü Prof. Dr. Cengiz Yılmaz’ın akademisyenlere gönderdiği davet mektubu, aslında yalnızca bir “personel çağrısı” değil; Türkiye’de üniversite idealinin yeniden hatırlatılmasıdır. Çünkü bu çağrı, doğrudan liyakat, şeffaflık ve uluslararası rekabetçilik kavramlarını işaret ediyor.
BİR ÜNİVERSİTENİN GERÇEK KURULUŞ HİKÂYESİ
Bir üniversitenin karakteri, kadrosundan okunur. Nitelikli akademisyen demek, sağlam bir araştırma kültürü, uluslararası görünürlük, etik duruş ve özgür düşünce ortamı demektir. Bütün bunların birleştiği yerde, öğrenciler yalnızca diplomalı bireyler olarak değil; sorun çözen, analiz eden, araştıran, sorgulayan ve üretmeyi görev bilen insanlar olarak yetişir.
AGÜ’nün mektupta vurguladığı liyakat, bugün birçok üniversitenin en çok ihtiyaç duyduğu “yeniden başlama noktası” aslında. Çünkü Türkiye’nin beşeri sermayesi, doğru kadrolarla buluşturulamadığında yalnızca üniversiteler değil; sanayi, teknoloji ekosistemi, sosyal bilim araştırmaları ve hatta kamu yönetimi bile zayıflıyor.
Eğer üniversitelerde atanma ve yükselme süreçleri nitelik üzerinden şekillenirse: Sosyal bilimlerde daha derinlikli analizler, daha güçlü saha araştırmaları ve toplumun sosyolojik, ekonomik, kültürel sorunlarına dair sağlam politikalar üretilebilir. Mühendislik alanlarında dünya ölçeğinde rekabet edebilen tasarımlar, start-up’lar, patentler, yeni nesil teknolojiler ortaya çıkabilir. Sanat ve tasarım alanlarında uluslararası standartlara ulaşmış yeni estetik yaklaşımlar, yaratıcı üretimler doğabilir.
Kısacası liyakat, yalnızca akademiyi güçlendirmez; bir ülkenin tüm geleceğini yeniden kurar.
GENÇ BİR ÜNİVERSİTENİN CESUR PERFORMANSI
AGÜ’nün Times Higher Education’ın hem Dünya Üniversiteleri Sıralaması’na hem de Toplumsal Etki (Impact) sıralamasına girmesi, Türkiye’deki genç devlet üniversiteleri için önemli bir gösterge. Zira bu sıralamalar yalnızca akademik yayın sayısını değil; sürdürülebilirlik, inovasyon, uluslararası görünürlük ve toplumsal katkı gibi geniş bir alanı değerlendiriyor.
Genç bir üniversitenin bu seviyeye çıkması iki şeyi anlatır:
1. Yönetim anlayışı doğru kurulmuştur.
2. Kadrolar yetkinlik üzerinden şekillenmiştir.
Bu da Türkiye’deki geleneksel üniversite hiyerarşilerine alternatif bir modelin mümkün olduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.
BU ÇAĞRI SADECE AKADEMİSYENLERE DEĞİL; TOPLUMA YAPILMIŞ BİR ÇAĞRIDIR
Prof. Yılmaz’ın mektubu, görünürde yalnızca nitelikli akademisyenleri üniversiteye davet ediyor gibi görünüyor. Oysa satır aralarında daha geniş, daha derin bir mesaj var:
“Türkiye, kaliteli akademiye muhtaçtır. Üniversite ancak doğru insanlarla üniversite olur.”
Bu çağrı; eğitim politikalarını belirleyenlere, akademik dünyaya, genç araştırmacılara ve hatta öğrencilere yapılmış bir hatırlatma niteliği taşıyor. Çünkü nitelikli akademisyenlerin bir araya geldiği her kampüs, yalnızca bugünün değil; geleceğin mühendislerini, sosyologlarını, diplomatlarını, hekimlerini, tasarımcılarını yetiştiren bir üretim merkezine dönüşür.
ÇOCUKLARIN DAHA İYİ YETİŞMESİNİN YOLU AKADEMİDEN GEÇER
Türkiye’nin genç nüfusu çok güçlü bir potansiyel taşıyor. Fakat potansiyel kendiliğinden başarıya dönüşmez. Bir ülkenin çocukları: Doğru metodolojiyle, nitelikli hocaların rehberliğinde, özgür ve tarafsız bir akademik ortamda yetişirse; sosyal bilimlerde de mühendislikte de dünya çapında işlere imza atabilirler.
Bu nedenle AGÜ’nün liyakat vurgusu, aslında “eğitimde fırsat eşitliği”nin de kapısını aralıyor. Çünkü nitelikli eğitim alan öğrenciler, hangi şehirde yaşarsa yaşasın, geleceğe daha güçlü hazırlanabilir.
AGÜ’NÜN DAVETİ BİR FIRSAT DEĞİL BİR MODELDİR
Türkiye’nin üniversite sisteminin önünde iki yol var:
1. Eski alışkanlıklara teslim olmak: Formaliteye dönüşmüş akademik üretim, kısır tartışmalar, yeterli görülmeyen kadrolar ve uluslararası görünürlüğün giderek zayıflaması…
2. Liyakat merkezli yeni bir model inşa etmek: Şeffaf, rekabetçi, üretime odaklanan, dünyayla iletişim kuran bir akademi düzeni…
AGÜ’nün mektubu ısrarla ikinci yolu işaret ediyor.
Bu bir davetten öte, Türkiye akademisinin geleceğine dair bir iddia, bir vizyon, hatta bir manifesto niteliği taşıyor.
Ve her iyi manifesto gibi şu cümlede özetleniyor:
“Doğru akademik kadrolar yetişirse, Türkiye’nin geleceği de doğru inşa edilir.”
Bir rektörün nitelikli akademisyenlere “Kapımız açık, liyakatiniz yeter” demesi, sıradan bir personel ilanı değil, Türk üniversitelerine yapılmış bir vicdan çağrısıdır. Bu çağrıya kulak verecek, kriterlerini şeffaflaştıracak, torpili sıfırlayacak üniversite sayısı arttıkça çocuklarımız daha iyi eğitim alacak, Türkiye bilimde, teknolojide, sosyal bilimlerde hak ettiği yere biraz daha yaklaşacak.
Prof. Dr. Cengiz Yılmaz ve ekibine teşekkür borçluyuz. Çünkü onlar, çoğu kişinin fısıldayarak söylediğini yüksek sesle söylüyor:
Liyakat olmadan üniversite olmaz, üniversite olmadan millet olmaz.
Umarız bu mektup, sadece bir davet değil, bir dönüm noktası olur.