Kapitalizmin maddi bedeni - I: Harita, coğrafya ve devlet
Kapitalizmin doğuşunda bir ruh iklimine ihtiyaç olduğunu ve bunun bileşenlerinin ne olduğunu önceki iki yazıda gördük… Ama adı üstünde Kapitalizm; yani sermaye düzeni… Bu üretim tarzının muhakkak maddi unsurları da olacaktır. İşte ben, bu unsurları, Kapitalizmin Maddi Bedeni olarak tanımladım. Bu ilk yazıda harita, coğrafya ve devlete değineceğim…
1.GİRİŞ
Önceki iki yazıda kapitalizmin ruh iklimi üzerine durmuştum. Mokyr ve Ülgener’den başlayarak, North ve Acemoğlu ile devam edip şunu tartıştık: Kapitalizmin sadece makine, banka ve fabrikadan ibaret olmadığını; zihniyet, kurumlar ve “yararlı bilginin” oluşturduğu bir ruh iklimine ihtiyaç duyduğunu…
Ama ruh tek başına dolaşmaz; her ruhun yerleştiği bir bedeni vardır. Kapitalizmin bedeni dediğimizde akla ne geliyor? Harita, coğrafya, iklim, enerji kaynakları, ticaret yolları ve devletlerin bu harita üzerindeki konumu…
Bu yazıda şu soruya odaklanmak istiyorum:
“Coğrafya, kapitalizmin kaderini ne kadar belirledi?”
Bunu da bu alanda çokça tartışılan dört ismin etrafında yapacağım: Jared Diamond, Jeffrey Sachs, Fernand Braudel ve Kenneth Pomeranz. Hem katkılarını hem de eleştirilen yönlerini kısaca özetleyip bir sentez denemesi yapacağım.
2. JARED DIAMOND: ŞANSLI KITALAR, EVCİL TÜRLER VE MİKROPLAR
Diamond klasik anlamda bir iktisat tarihçisi değil; biyoloji ve coğrafya kökenli bir bilim insanı. Dünyada asıl ününü “Tüfek, Mikrop ve Çelik” kitabıyla kazandı. Benim daha asistanken okuduğum bu eserinde çıkış sorusu şuydu:
“Neden tarih boyunca bazı toplumlar diğerlerini işgal etti de, tersi olmadı? Neden Avrupalılar Amerika’yı fethetti de, Amerikalılar Avrupa’ya gitmedi?”
Diamond bu soruya neredeyse tamamen ekoloji ve coğrafya üzerinden cevap verir. Diamond’ın üç temel argümanı var:
· Avrasya kıtası, evcilleştirilebilir bitki ve hayvan türleri bakımından çok daha avantajlıydı;
· Kıtanın doğu–batı eksenli yapısı, tarım tekniklerinin ve ürünlerin yayılmasını kolaylaştırdı;
· Yoğun nüfus, evcil hayvanlarla yakın temas ve şehirleşme, ölümcül mikroplara karşı uzun vadede bir bağışıklık yarattı; bu mikroplar kolonileşme sürecinde yerlileri kitlesel olarak kırdı.
Sonuç: Avrupa’nın üstünlüğü, “üstün zekâ” ya da “üstün kültür” değil, tarihin başında çekilen coğrafi piyango ile açıklanmalıdır.
Bu yaklaşımın güçlü tarafı, ırkçı ve kültürcü açıklamalara güçlü bir panzehir sunmasıdır. Ancak bu güçlü ve etik tarafın sonucunda oluşan zayıflık da şudur: Diamond, çoğu zaman çevresel determinizme fazla yaklaşmakla eleştirilir. İnsanların siyasal tercihleri, sınıf mücadeleleri, kurum inşası ve bilgi üretimi arka planda kalır. Harita çok konuşur, insan biraz susar. Ayrıca “Avrupa neden üstün?” sorusunu tersine çevirirken, bu kez “üstün kültür” yerine “üstün coğrafyayı” merkeze koyduğu için “tersinden eurocentrism / Avrupa merkezcilik” eleştirisini de hak eder.
Burada Diamond ile ilgili olarak bence önemli bir noktayı da belirtmem gerekir: Diamond daha çok uygarlığın nasıl ve hangi coğrafyalarda ortaya çıktığını anlatıyor. Bahsettiği ve önem atfettiği Avrasya coğrafyası Uzak Doğu’yu, Orta Asya’yı, Rusya’yı, İslam Dünyası’nı, Akdeniz havzası ile Kuzey ve Batı Avrupa’yı içerir. Bu birbirinden çok farklı uygarlıkları tek bir sepete koyar. Doğal olarak kapitalizm bu çok farklı halkların ortak ürünü olarak sahneye çıkar. Ama tarihin detaylarına indiğimizde işler hiç de bu kadar basit değildir.
3. JEFFREY SACHS: İKLİM KUŞAKLARI, HASTALIK YÜKÜ VE YOKSULLUK TUZAKLARI
Jeffrey Sachs bir kalkınma iktisatçısıdır. “Yoksulluğun Sonu” gibi eserlerinde, özellikle yoksulluk haritasının coğrafi boyutuna vurgu yapar. Onun sorusu Diamond’unkine benzer, ama daha çok günümüze dönüktür:
“Neden bazı ülkeler hâlâ yoksulluk tuzağından çıkamıyor?”
Sachs’a göre bunun önemli bir bölümü, coğrafi dezavantajlarla ilgilidir:
· Tropikal iklimlerde tarımsal verim daha kırılgandır; sıtma ve benzeri hastalıklar işgücü verimini düşürür;
· Karayla çevrili ülkeler limana ve dünya ticaretine daha zor entegre olur;
· Ulaşım maliyetleri yüksek, altyapı yatırımları yetersiz kaldığında, özel sektör yatırım yapmaktan kaçınır.
Bu tablo onu, büyük ölçekli altyapı ve sağlık yatırımlarını savunan bir “büyük itiş” (big push) stratejisine götürür. Yani doğru tasarlanmış uluslararası yardımlar, bu coğrafi yoksulluk tuzaklarını kırabilir. Sachs’ın katkısı, coğrafyanın ve sağlığın kalkınma literatüründeki yerini güçlendirmesidir. Ancak o da şu açılardan eleştirilir:
Birincisi, kimi yorumculara göre fazla teknokratik iyimserdir; büyük yardım paketlerinin yerel siyaset, yolsuzluk, devlet kapasitesi gibi engellere takılmasını hafife alır. İkincisi, tropik iklim–yoksulluk ilişkisini vurgularken, sömürgecilik tarihi, sınıf yapıları ve kurumların rolünü ikinci plana itme riski taşır. Yani Diamond kadar olmasa da, o da haritaya güçlü, siyasete zaman zaman zayıf bakan isimlerdendir.
Sachs için söylenebilecek son bir eleştiri noktası da şudur: Limanlar dünya ticaretine entegrasyon için önemlidir de, eğer ticaret yolları değişirse bunların da pek önemi kalmaz. Okyanus ticaretinden önce Akdeniz limanları ve İpek Yolu güzergâhındaki şehirler önemliydi. Okyanus ticareti ile bu değişti. Bugün ticaretin yeniden kara yollarına dönme ihtimali vardır. Yani, diyeceğim o ki, limanlar sadece liman oldukları için önemli değildir; onları önemli kılan, içinden geçen ticaret yollarıdır. Dolayısıyla bu konuda genelleme yapmak doğru olmaz
4. FERNAND BRAUDEL: UZUN SÜRE, DENİZLER VE MEKÂNLI TARİH
Fernand Braudel, Annales ekolünün büyük tarihçisidir. Kapitalizmi anlamak için bize üç katmanlı bir tarih anlayışı sunar:
Coğrafya ve “uzun süre”, ekonomi ve toplumsal ritimler, olaylar ve siyaset...
Braudel’e göre kapitalizmin bedeni, önce bu uzun süreli coğrafi yapı içinde şekillenir. Akdeniz havzası, sonra Atlantik; boğazlar, limanlar, deniz yolları… Kapitalizm, bu deniz ağlarının üzerinde yer değiştiren bir dünya-ticaret sistemi olarak doğar. Cenova, Venedik, Antwerp, Amsterdam ve Londra gibi şehirler, bu sistemin düğüm noktalarıdır.
Onun ünlü katkılarından biri, “pazar ekonomisi” ile “kapitalizmi” ayırmasıdır. Pazar, gündelik hayatın, küçük üreticilerin ve yerel alışverişin alanıdır. Kapitalizm ise bunun üst katında duran, uzun mesafe ticareti, finansı ve devletle iç içe geçmiş büyük sermayeyi anlatır. Böylece kapitalizmi sadece fabrika bacasıyla değil, harita, deniz ve şehir üçgeni içinde düşünmemizi sağlar.
Braudel’in zaafı ise, bu muazzam yapısal çerçevenin bazen fazla baskın hale gelmesidir. Uzun dönemli yapılar o kadar güçlüdür ki, devrimler, krizler, sınıf mücadeleleri adeta “dalgacık” gibi görünür. Schumpeter’in girişimcisi, Marx’ın sınıf çatışması, siyasal kırılmalar gölgede kalabilir. Kapitalizmi coğrafya ve yapı içinde çok güzel yerleştirir ve büyük resmi çizer, ama bazen yaşamsal önemdeki detayları ihmal eder…
5. KENNETH POMERANZ: KÖMÜR, KOLONİLER VE “BÜYÜK SAPMA”
Kenneth Pomeranz, “Büyük Sapma” tartışmasının merkezindeki isimlerden biridir. Onun ana sorusu da tarihî süreçle ilgilidir:
“18. yüzyıla kadar Çin’in gelişmiş bölgeleri ile İngiltere birbirine bu kadar benzerken, neden sanayi devrimi İngiltere’de patladı da Yangtze Deltası’nda patlamadı?”
Pomeranz’a göre 18. yüzyıla kadar Kuzeybatı Avrupa ile Doğu Asya’nın bazı bölgeleri arasında tarımsal verimlilik, nüfus yoğunluğu, pazar ilişkileri açısından büyük uçurumlar yoktur. Asıl “büyük sapma”, iki dışsal-coğrafi avantajla açıklanabilir:
(i) İngiltere’nin sanayi merkezlerine yakın zengin kömür havzalarına sahip olması;
(ii) Yeni Dünya kolonilerinden gelen toprak, pamuk, şeker ve madenler sayesinde Avrupa’nın ekolojik baskıyı dışarıya ihraç edebilmesi.
Bu anlatı, içsel zihniyet ve kurum farklarını tamamen reddetmez ama ağırlığı enerji ve imparatorluk coğrafyasına verir.
Pomeranz da eleştirisiz kalmaz. Bazı iktisat tarihçileri, Avrupa ile Asya arasındaki farkların 18. yüzyıldan daha önce açıldığını; Çin–Avrupa benzerliğinin abartıldığını savunur. Bir diğer eleştiri, kömür ve kolonilere verilen ağırlığın, mülkiyet hakları, finansal kurumlar ve teknolojik dinamizm gibi unsurları olduğundan daha ikincil gösterdiği yönündedir. Asya içindeki çeşitliliği yeterince ayrıştırmaması da sıkça gündeme gelir.
6.SONUÇ: COĞRAFYA KADER Mİ, YOKSA SAHNE Mİ?
Diamond, Sachs, Braudel ve Pomeranz farklı dillerle şunu hatırlatıyor:
Kapitalizmin ruhu, boşlukta asılı bir soyutlama değil; bir bedene, yani haritaya, iklime, enerji kaynaklarına, deniz yollarına ve devletlerin bu harita üzerindeki konumuna yerleşmiş bir tarihsel olgu.
Ama aynı zamanda görüyoruz ki, bu dört isim de coğrafyayı farklı derecelerde “kader” haline getirme riski taşıyor. Kimisi çevreyi neredeyse her şeyin belirleyeni gibi okuyor; kimisi iklim ve yoksulluk kuşaklarını, kimisi kömür ve kolonileri, kimisi deniz yollarını merkeze alıyor. Harita iktisadi ve sosyal gelişmeler anlamak için güçlü bir araçtır; fakat hakikatin tamamını anlamak için tek başına yeterli değildir.
Benim için daha doğru olan okuma şu: Coğrafya bir kader değil, güçlü bir sahnedir. Bu sahnenin dekorunu Diamond, Sachs, Braudel ve Pomeranz gibi isimler güzel çiziyor. Ama oyunun nasıl oynanacağını; hangi kurumların inşa edileceğini, hangi zihniyetlerin baskın çıkacağını, “yararlı bilginin” nasıl üretileceğini yine insanlar, sınıflar ve devletler belirliyor. Yani Kapitalizm bir tiyatro oyunuysa, coğrafya ve dekor bu oyunun sahnesidir ancak oyuncular (bireyler, sınıflar, toplumlar ve devletler) ve senaryo (sermaye birikiminin ana kuralları) olmadan tek başına sahne ve dekor yeterli değildir.
Bir sonraki yazıda, bu sahnenin üzerine şehirleri, ticaret yollarını ve “ilkel sermaye birikimini” yerleştiren düşünürlere bakacağız: Marx, Braudel’in şehirleri, Wallerstein’ın dünya sistemi ve Weber–Sombart hattı… Yani kapitalizmin maddi bedenini bu kez şehir ve ticaret üzerinden tartışacağız.