Mecidiye Kasrı
İstanbul’un Boğaziçi boyunca uzanan mimari mirası çoğu zaman ihtişamlı saraylar üzerinden okunur halbuki Beykoz Mecidiye Kasrı bu görkemli silsilenin içinde daha derin, daha girift ve daha düşündürücü bir yere sahiptir.
Asya yakasında, Hünkâr İskelesi mevkiinde, denizden yükselen teraslı bir peyzajın en üst noktasına yerleştirilen bu yapı, bakışı Boğaz’ın sularına yöneltirken zihni Osmanlı Devleti’nin on dokuzuncu yüzyıldaki siyasal sarsıntılarına sabitler. Mekânın seçimi, mimari tercihler ve tarihsel bağlam birlikte okunduğunda, Beykoz Mecidiye Kasrı’nın rastlantısal bir inşa ürünü olmadığı açık biçimde ortaya çıkar.
Bu kasır, imparatorluğun askerî, diplomatik ve idarî dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönemde vücut bulmuştur. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın merkezî otoriteyle giriştiği mücadele, Konya’da Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgi ve bu yenilginin ardından Rusya’dan talep edilen askerî destek, İstanbul Boğazı’nı geçici bir güç gösterisi sahnesine dönüştürmüştür. Büyükdere ve Beykoz koylarına demirleyen donanma, Selviburnu’nda konuşlanan birlikler ve Hünkâr İskelesi Antlaşması, Boğaz hattında uzun süre silinmeyen bir iz bırakmıştır. Bu iz, zaman içinde mekânsal bir karşılık bularak Beykoz’da bir kasır fikrini doğurmuştur.
1845 yılında İstanbul’u ziyaret eden Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Beykoz’da bir yapı inşasına girişmesi, geçmişte yaşanan gerilimin mimari bir jest aracılığıyla yumuşatılma arzusuyla ilişkilidir. Paşa’nın vefatıyla yarım kalan inşa süreci, oğlu Said Paşa tarafından tamamlatılmış ve yapı Sultan Abdülmecid’e armağan edilmiştir.
MİMARİSİ
Beykoz Mecidiye Kasrı, Boğaziçi’nde inşa edilen ilk kâgir ve yeni tarz yapı olması bakımından mimarlık tarihinde ayrı bir konuma sahiptir. Osmanlı geleneğinde yer alan serdap köşklerinin on dokuzuncu yüzyıldaki uygulamalarından biri olan yapı, yaz mevsiminde serinlik sağlayan plan kurgusu ve doğal çevreyle kurduğu ilişki üzerinden şekillendirilmiştir. İki katlı ve simetrik düzenli kasırda orta sofalı şema tercih edilmiş, cephelerde İtalya’dan getirilen taşlar ile yerli beyaz mermer birlikte kullanılmıştır. Bu tercih, dönemin mimari anlayışında yerel malzeme ile dış etkiler arasında kurulan bilinçli dengeyi yansıtır.
Neoklasik etkiler cephe düzeninde belirginleşirken, yapı kütlesinin Boğaz manzarasına hâkim konumu, mimariyle manzara arasında kurulan karşılıklı ilişkiyi güçlendirir. İç mekânlara dair bilgiler, arşiv belgeleri ve dönem fotoğrafları aracılığıyla takip edilebilmektedir. Sultan II. Abdülhamid devrinde çekilen fotoğraflar, varaklı mobilya takımları, Hereke kumaşlarıyla döşenmiş perdeler, Baccarat vazoları ve büyük kristal avizelerle şekillenen bir iç düzenlemeyi gözler önüne serer. Renkli somaki taşlarla yapılan bezemeler, kasrın estetik iddiasını pekiştirirken, saray kültürünün dönemin uluslararası sanat çevreleriyle kurduğu bağı da görünür kılar.
Kasrın bahçesinde yer alan ve “dağ hamamı” olarak adlandırılan küçük dinlenme köşkü, iç duvarlarını kaplayan istiridye kabuklarıyla dikkat çeker. Bu unsur, Beykoz Mecidiye Kasrı’nı çevreleyen peyzajın, yapının mimari kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak tasarlandığını gösterir. Arşiv kayıtlarında padişah maiyeti için inşa edilen odalar, mutfak, su deposu, limonluk, kümes ve benzeri birimlerden söz edilmesi, kasrın küçük ölçekli bir saray kompleksi niteliği taşıdığını ortaya koyar.
TARİHÎ DEĞERİ
Beykoz Mecidiye Kasrı’nın tarihsel değeri tanıklık ettiği olaylarla daha da derinleşir. Kırım Harbi yıllarında Beykoz Çayırı’nda kurulan ordugâh, cepheye sevk edilen gönüllü birlikler ve büyük efelerin kasırda ağırlanması, yapının askerî ve diplomatik bağlam içindeki rolünü belirginleştirmiştir. Bu dönem, kasrın devletin kritik anlarında devreye giren bir mekân olarak algılanmasına zemin hazırlamıştır.
Sultan Abdülaziz devrinde yapı, yaz aylarında dinlenme ve kabul mekânı olarak daha yoğun biçimde kullanılmıştır. Padişahın Boğaz’ı seyretmesi, Beykoz Çayırı’nda düzenlenen güreş müsabakaları ve Tokat Köyü’ndeki av faaliyetleri, kasrın gündelik saray yaşamı içindeki yerini belirginleştirmiştir. 1869 yılında Fransız İmparatoriçesi Eugénie onuruna verilen görkemli ziyafet ve askerî geçit töreni, Beykoz Mecidiye Kasrı’nı uluslararası temsil sahnesine taşımıştır. İstanbul halkının kara ve deniz yoluyla Beykoz’a akın etmesiyle yapı iyice tanınmıştır.
Meşrutiyet döneminde Sultan Reşad tarafından Meclis-i Mebûsân üyeleri ve devlet erkânı için verilen bahar ziyafeti, kasrın siyasal temsil gücünün sürekliliğini ortaya koyar. Buna karşılık imparatorluğun son yıllarından itibaren yapı kamusal işlevlere yönelmiş, önce Dârü’l-eytâm ardından hastane ve prevantoryum olarak kullanılmıştır. Uzun yıllar Beykoz halkı tarafından çocuk hastanesi olarak anılması, mimari mirasın gündelik hayatla kurduğu ilişkinin somut bir göstergesidir.
1997 yılında Millî Saraylar bünyesine alınarak koruma altına alınan yapı, kapsamlı restorasyon çalışmalarının ardından 2017 yılında müze olarak ziyarete açılmıştır. Bugün Beykoz Mecidiye Kasrı Boğaziçi’nin sakin bir noktasında, Osmanlı Devleti’nin siyasal gerilimlerini, mimari tercihlerini ve kamusal dönüşümlerini aynı mekân içinde okunabilir kılan nadir yapılardan biri olarak varlığını sürdürür.