2025’i bitirirken: Büyük güçler üzerinden bir yıl sonu değerlendirmesi-2
Geçtiğimiz hafta Rusya-Ukrayna savaşının gidişatıyla ilgili öngörülerimizi haklı çıkartan gelişmeler oldu. Savaş uzuyor. ABD, Savaşın bitmekte olduğunu ve Berlin’de Ukrayna müttefiklerinin yeni plan üzerinde anlaştığını iddia etse de savaş uzuyor. Nitekim Rusya, Kremlin’in konuyla ilgili öngörüsünü yayınladı. Buna göre Moskova, Haziran 2026’da savaş amaçlarını gerçekleştirerek Ukrayna Savaşını bitirmeye hazır olabileceklerini tahmin ediyor. Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik, Rusya bu savaşı kazanılabilir bir savaş olarak değerlendiriyor. Ukrayna’da Donbass’ın tamamen kontrolü ve geriye kalanın Mearsheimer’ın deyimi ile işe yaramaz “atık bir devlet” olarak Avrupa’nın kucağına atsan atılmaz satsan satılmaz bir varlık olarak bırakılması Rusya için önemli, Batı-Rusya dengeleri için küçük bir zafer.
SAVAŞ UZATMAYA GİTTİ, ZELENSKY ŞİMDİLİK BATI’DAN İSTEDİĞİNİ ALDI
Ukrayna saldırılarının Tomahawk gibi yeni kuvvetlerle desteklenmediği takdirde Rusya’ya verebileceği zarar da belliyken Moskova, sınırlı ama stratejik açıdan önemli savaş amaçlarını gerçekleştirmek için bir eliyle ABD baskısına direnmeye bir eliyle de ABD’ye gerçek ya da hayal havuçlar (son havuç: Arktik’de iş birliğiydi) sunmaya devam ediyor. İşin özü değişmedi: ABD ve Batılılar (-ki Avrupalılar gerçekten Moskova’yı ikna etmeye de çalışmıyorlar) Rusya’yı savaşı Trump planı çerçevesinde bitirmeye şimdilik razı edemiyor. Bu nedenle ABD, Rusya’ya küçük bir zafer önerirken, bir kaza olup büyük bir zaferin Rusya adına ortaya çıkmasını da engellemeye çalışıyorlar. Zelensky, geçtiğimiz haftayı bu sebeple mutlu kapattı diyebiliriz. Miami’den ne çıktığı tam anlaşılamamakla birlikte (zira Tomahawklarla ilgili yeni bir karar resmi olarak açıklanmadı ve Kiev’e sağlanan ABD desteğinin boyutuyla ilgili haberler söylenti düzeyinde kaldı) Washington, Kiev’in paldır küldür düşmesini istemiyor. ABD, Ukrayna’da toprak ve stratejik derinlik tavizi vererek savaşın bitirilmesini tercih ediyor ve Avrupalıların Ukrayna sorununu nasıl çözeceğini önemsemez gözüküyor ama Rusya’ya gereğinden fazla şey kazandırmayı da arzu etmiyor. ABD, Kiev’e uzatmalar için destek veriyor ve bu arada kimsenin, kimsenin kalesine büyük bir gol atmayacağını umuyor.
Uzatmalar, Zelensky rejimi için oldukça önemli. Ve bu noktada Kiev aradığı maddi yardıma kavuşmuş görünüyor. Avrupalılar bir süredir Ukrayna’yı finansal olarak nasıl destekleyeceklerini konuşuyorlardı. Von der Leyen ve Merz, Rusya’nın dondurulmuş varlıklarını kullanarak Ukrayna savaşını finansa etmeyi hayal ediyor, buna Avrupa’nın ölüm kalım savaşı olarak bakıyorlardı. Mesele iki açıdan büyük tartışmalara neden olmuştu. İlki, Belçika’nın itirazının da temel kaynağı olan husus, Moskova’nın, Rusya’nın dondurulmuş varlıkların kullanımına Rusya’nın varlıklarına el koyulması olarak yorumlaması olasılığıydı. Belçika, Kiev uğruna Rusya ile savaşa girmek filan istemiyordu. Rus tepkisine karşı Belçika Başbakanı kesintisiz ve azaltılmayacak Avrupa desteği talep ettiğinde Avrupalılar “B planını” konuşmaya başlamışlardı. İkinci husus, şu anda yanılmıyorsak 20 maddeye inmiş Trump’ın Ukrayna Barış Planı orijinal halinde Avrupa’daki Rus dondurulmuş varlıklarını bir pazarlık kozu olarak, Rusya’nın anlaşmaya uymasının bir garantisi olarak elinde tutmasıydı. Bu nedenle kimse bu varlıkları ABD yönetimine danışmadan çözüp kullanmaya cesaret edemiyordu. B planı denilen şey, AB’nin Ukrayna’ya yönelik ortak bir borç hanesi yaratması anlamına geliyor- ki buna da başta Macaristan, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti olmak üzere çeşitli üyeler itiraz ediyordu. Sonuçta üç üye planın dışında bırakıldı, Rus dondurulmuş varlıklarına dokunulmadı ve Ukrayna için ortak bir borç fonu oluşturuldu. Zelensky parasına kavuştu ve Avrupalılar kritik ve riskli bir konuda -riskten de olabildiğince kaçınarak- ortak karar alabildiklerini gösterdiler. Dolayısıyla, bize, savaş uzuyor dışında Avrupa konusunda bir şeyler söylemek için de bir fırsat çıktı.
AVRUPA NEREYE KOŞUYOR?
Bir süredir Mearsheimer’ın Avrupa’nın geleceği ile ilgili korkunç kehanetleri ortada dolaşıyor. ABD son Ulusal Güvenlik Strateji belgesini (NSS) ilan ettiğinde de birileri “Avrupa’nın Sonu” tezini ortaya atmışlardı. Uluslararası konjonktür ve Trump liderliğinin Avrupa nefreti (çünkü başarısızlar, güçsüzler ve aptallar) kısa dönem için Avrupa’ya iyi bir senaryo sunmuyor. Yine de AB’yi çözmek ya da ortadan kaldırmak büyük bir maliyet içeriyor. AB içerisinde ABD’ye ya da Muhafazakâr Milliyetçilere yakın küçük gruplar var olabilir ama bu esneklik AB’nin parçalanmasının getireceği olağanüstü maliyet yanında katlanılabilir bir bedel olacaktır. AB bürokrasisinin, Almanya ve Kuzey Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya sağlanacak finansman konusunda Rus varlıklarına el konulması için fırtınalar kopardıktan sonra B planı kabul etmeleri; ikna edilemeyen üç ülkenin de plandan düşmesi ama AB’nin yola devam etmesi bize esnekliğin hala AB dayanıklılığının isterse en önemli artısı olduğunu gösteriyor. Bu AB, gerekli motivasyonu sağladığı takdirde uzun dönemde kendini dönüştürmeyi ve kendi savunma kabiliyetlerini inşa etmeyi başarabilir. Elbette kısa dönemdeki bocalamalar, kararsızlıklar ve üstlenilmek zorunda kalınan savaş maliyeti uzun erimli dönüşümün yolunu uzatacaktır. Ama tehlike ve tehditle karşı karşıya kalan teknoloji ve para sahibi aktör en nihayetinde bir kalkan geliştirmeyi başarabilir. Kısa dönemli karamsar senaryolar uzun dönemli dönüşümü tetikler kuvvette ve gerçekçi, bu unutulmamalı.
ÇİN’İN 2025’DE İLAN ETTİĞİ BELGELER NE DİYOR?
2025’de Çin, aynı Çin’di. Hatta 2025 Çin’in Stratejik Güvenlik Belgesi- Beyaz Kitabı’nı yayınladığı yıl oldu ve orada binlerce yıllık stratejik kültürün devamından ve 2012’den beri süren dünya ile ilgili vizyonun sürekliliğinden bahsedildi. Çin hala Konfüçyüsçü Realizm diye adlandırılan zihniyetin kenarlarında gezinmekten hoşlanıyor. Bu bir problem değil elbette. Ancak, ABD 2025 NSS’i ilan ettiğinde Washington için stratejik kavramsallaştırmada devrimsel bir dönüşüm gerçekleştirdi. Bu tür bir dönüşen, devinen büyük güce karşı aynı Çin yuvarlak bazı vaatler dışında ne önerebiliyor diye sormak gerekiyor. Çin ve Rusya’nın ve de Küresel Güney’in üzerinde çokça durduğu çok kutupluluk, bugün ABD doktrininde de anılmasa bile yer bulan bir kavram, hegemonyanın reddedilmesi de ABD ve Çin’in ortak zeminde buluşabildiğini gösteriyor. Yine de iki aktörün farklı şeylerden bahsettiğini anlıyoruz. Beijing, merkezinde iç istikrar ve ekonomik kolektif büyümenin yer aldığı Komünist Parti denetimindeki Çin’in aldığı bir küresel yönetişim sisteminden bahsediyor.
Çin’in vizyonunda, 2010’lardan itibaren ortaya attığı sayısız inisiyatif (Küresel Gelişim İnisiyatifi, Küresel Güvenlik İnisiyatifi, Küresel Medeniyet İnisiyatifi, Küresel Yönetişim İnisiyatifi, Yol-Kuşak inisiyatifi vb) ve bu inisiyatifleri bünyesine alacak küresel-bölgesel çok taraflı iş birliği platformu var (BRICS, ŞİÖ, ASEAN+3 vb). Ortalarda bir yerde Çin’in çok önem atfettiği ama reforme edilmesi gerektiğinden de bahsettiği BM var. Çin’in büyük stratejisi tüm bu inisiyatifleri, iş birliği platformlarını, BM’yi, Küresel Güney ve Rusya’yla geliştirdiği özel ilişkiyi bir teknoloji, finansman, kaynak, ticaret alt yapısı üzerinden Çin’e bağlamak, Çin’i de Parti denetimde bölünmez sert bir ulusal bütün olarak tutmak var. Doğrusu Beijing, bu tür küreselleşmeye dayalı gelişme modelinin dejenere etkilerinden orta sınıfını korudu mu bilemiyoruz ama Çin’de iç kalkışma filan olmadı. Bu nedenle doktrinin temeli içerdeki Parti kontrolünün ulusal güvenlik ve stratejik vizyon ile doğrudan örtüşmesi. Bu tür birçok sıkı kontrolün mutlaka yumuşak karınları vardır ama bu yumuşak noktaların analizini- konuya çok meraklı Amerikalılara bırakıyorum. Sonuçta bizi ilgilendiren husus şu, Çin, ABD’nin korumacı milliyetçi ve dolayısıyla küresel yönetişimden haz etmeyen ama çok kutupluluğa izin veren bakış açısından farklı bir bakış açısına sahip. Bu bakış açısında ABD gibi bir rakibinin olması önemli olduğundan, ABD NSS’de geçmeyen Çin rekabeti, Çin’in Beyaz Kitabında ABD’den rakip güç olarak bahsedildiği gerçeğini değiştirmiyor. Çin, ABD’yi Çin’in çevrelenmesi ve sınırlanması tehlikelerinin ve Çin’e yönelik ayrılıkçılığının başlıca kaynağı olarak görüyor. Bu tehlikelere karşı- ki ABD’nin dürtmesinin Japonya ve Hindistan ile sert ve pürüzlü ilişkiler doğurabileceğini de söylüyor- Beijing, caydırıcılığın aktif savunma ile yani her an kötü senaryoya hazır kuvvet projeksiyonu ile güçlendiği yeni model bir savunma doktrini öneriyor. Bu doktrinde teknoloji, asimetrik tehlikelerle yeni teknolojik unsurlar üzerinden mücadele esas olacak. Tabi, Çin’in Beyaz Kitabında savuma ve caydırıcılığın ilk alanı olarak Asya Pasifik verilmişti. Kasım ayında Trump bir sürpriz yaptı ve ABD’nin kale stratejisini Batı Yarumküre’ye kaydırdı. Buna cevap mıdır bilinmez geçtiğimiz hafta Çin, Latin Amerika ve Karayip stratejisini açıkladı. Dedik ya, Çin bildiğimiz Çin, Latin Amerika ve Karayip ülkeleri Küresel Güney’in parçasıdır, Çin’den ilham alabilirler ve altyapılarını Çin ile bütünleştirebilirler diyor Beijing. Trump, Çin gibi aktörleri bu alandan söküp atmanın imkansız görünebileceğini ima etmiş, mesele onların iş yapılabilir olmadığını göstermek demişti. Anlaşılan 2026’da Batı Yarımküre rekabeti kimin ne yapabildiğini göstermek bakımından kilit önemde olacak.