Uyuşturucu ve toplumsal çürüme
Rakamlar bir felaketin habercisi gibi önümüzde duruyor ve bu rakamlar kan dondurucu. 85 milyon nüfuslu bir ülkede, 15 milyona yakın insanın uyuşturucuyla haşır neşir olduğu iddiaları, artık bireysel sapkınlıklardan öte, derin bir toplumsal çürümenin alarm zillerini çalıyor. Bu, sadece sokak köşelerinde gizlenen bir sorun değil; ailelerin dağılması, gençlerin geleceğinin kararması, ekonominin zehirlenmesi ve toplumun dokusunun parçalanması anlamına geliyor. Eğer bu rakamlar doğruysa –ki resmi veriler bile 2,5 milyon kişiyi işaret ederken, bazı tahminler 15 milyona sıçrıyor– sokakta rastgele seçtiğiniz her altı kişiden biri, bu zehirle temas etmiş olabilir. Bu, bir salgın gibi yayılıyor: Yaklaşık 1 milyon kişi denetimli serbestlik altında izlenirken, cezaevleri dolup taşıyor, hastaneler bağımlılıkla boğuşuyor. Artık bu, bireysel bir hata değil; ulusal bir beka krizi, devletin her kurumunu sarsan bir deprem.
Uyuşturucu kullanımı, buzdağının sadece görünen ucu – bir sonuç, bir semptom. Kökeninde yatan yoksulluk, eğitim eksikliği, aile parçalanması, sosyal adaletsizlik ve kültürel erozyon gibi sebepler görmezden gelindikçe, mücadele yarım kalır. Yargı sistemi doğal olarak bu sonucun “suç” yönüyle uğraşır, ama sebep kökünden kazınmazsa, ceza adaleti bir bataklıkta sinek avlamaktan öteye geçmez. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, bir felaket filmini andırıyor: Resmi raporlar 2,5 milyon bağımlıdan bahsederken, gayriresmi iddialar 15 milyona ulaşıyor. Denetimli serbestlikteki 1 milyon kişi, toplumun damarlarında dolaşan bir zehri temsil ediyor. Bu rakamlar, sadece istatistik değil; kaybedilen hayatlar, yıkılan hayaller ve geleceği ipotek altına alınan bir nesil anlamına geliyor. Eğer önlem alınmazsa, bu çürüme ekonomiyi çökertecek, suç oranlarını patlatacak ve ulusal güvenliği tehdit edecek boyuta ulaşır.
CEZA HUKUKU: ACIMASIZ BİR DUVAR OLMALI YUMUŞAK BİR PERDE DEĞİL
Uyuşturucu suçları, artık “masum bir hata” ya da “gençlik hevesi” olarak geçiştirilemez; bu, organize bir saldırı, toplumun kalbine saplanan bir hançer. Bu suçlar, gençleri avlıyor, aileleri paramparça ediyor, kamu sağlığını bir enkaza çeviriyor ve karanlık bir suç ekonomisini besliyor – uyuşturucu kartelleri milyarlarca dolarlık bir endüstri yaratıyor, terör örgütlerini finanse ediyor. Hatta bazı vakalarda, uyuşturucu ticareti silah kaçakçılığı, insan ticareti ve kara para aklama ile iç içe geçiyor, devletin temellerini sarsıyor.
Bu yüzden ceza hukuku, daha sert, daha keskin ve caydırıcılığı tartışılmaz olmalı. Özellikle üretim, tedarik ve dağıtım zincirinin tepesindeki baronlar için –ki bunlar genellikle uluslararası ağlarla bağlantılı– indirimli cezalar, “iyi hal” bahaneleri ve kısa infaz süreleri, toplumun vicdanını kanatıyor. Bir sokak satıcısıyla bir uyuşturucu imparatoru aynı sepete konamaz; bu, adalet değil, adaletsizliğin ta kendisi. Ceza kanunlarında revizyon şart: Minimum ceza süreleri artırılmalı, örgütlü suç bağlantıları için ömür boyu hapis gibi ağır yaptırımlar devreye sokulmalı. Üstelik, bu suçlardan elde edilen servetlere el koymak, sadece bir seçenek değil; zorunluluk. Baronların lüks villaları, yatları ve hesapları devlet eliyle sıfırlanmalı, böylece suçun cazibesi kökünden kırılmalı. Aksi takdirde, hukuk sistemi bir tiyatro sahnesine döner: Görkemli duruşmalar, ama sokaklarda aynı zehir akmaya devam eder.
İNFAZ SİSTEMİ: KAĞIT ÜZERİNDE DEĞİL GERÇEKTE CAYDIRICI OLMALI
İnfaz yasası, suçun dalga dalga yaydığı yıkımı hesaba katmadan tasarlanamaz. Bir uyuşturucu tüccarı, birkaç yıl sonra salıverilirse, bu sadece yargıyı değil; devletin otoritesini de yerle bir eder. Caydırıcılık, verilen cezanın kâğıt üzerindeki ağırlığında değil; o cezanın demir parmaklıklar ardında gerçekten çekilmesinde yatar. Bugün infaz sistemimiz, bu gerçekle yüzleşmek zorunda.
Acil reformlar kaçınılmaz: Uyuşturucu ticaretine yönelik istisnasız tam infaz – erken tahliye yok, şartlı salıverme yok. Örgütlü suç bağlantılı dosyalar için daha uzun kapalı cezaevi süreleri, en az 20-25 yıl kesintisiz hapis. Mal varlığına el koyma politikaları genişletilmeli; sadece suçlunun değil, ailesi ve ortaklarının da servetleri incelenmeli, kara para akışı kesilmeli. Ayrıca, infaz sırasında rehabilitasyon programları zorunlu kılınmalı: Bağımlılar için tıbbi müdahale, psikolojik destek ve mesleki eğitim, suçluları topluma kazandırmak için entegre edilmeli. Ama unutulmasın: İnfaz, zayıf bir halka olursa, tüm zincir kopar. Bu reformlar yapılmazsa, cezaevleri bir döner kapıya dönüşür – giren çıkar, zehir sokaklara geri döner.
DEVLETİN ZİRVESİNDEN YÜKSELEN İTİRAZ: YETER ARTIK!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla son dönemde hız kazanan operasyonlar –uyuşturucu baronlarına yönelik baskınlar, sınır ötesi müdahaleler– devletin bu zehre karşı duruşunu kristal netliğinde gösteriyor. Bu, bir başlangıç; ama mücadele sokak satıcılarıyla sınırlı kalırsa, yarım bir zafer olur. Asıl hedef, kökleri kazımak: Paranın kaynağı olan uluslararası karteller, yeraltı dünyasının karanlık ağları, sanat ve medya üzerinden uyuşturucuyu “cool” gösteren propaganda makineleri, hatta siyasetin kirli köşelerinde gizlenen uzantılar.
Bu savaş, multidisipliner olmalı: İstihbarat birimleriyle koordineli operasyonlar, sınır güvenliğinin güçlendirilmesi, eğitim kampanyalarıyla gençlerin bilinçlendirilmesi. Örneğin, okullarda uyuşturucu eğitim programları zorunlu hale getirilmeli, sosyal medya platformları zehir propagandasına karşı filtrelerle donatılmalı. Temiz bir toplum, sadece maddeyi değil; onu koruyan, parlatan ve dolaşıma sokan her yapıyı –mafya, lobi grupları, hatta bazı “ünlü” figürler– tasfiye etmeyi gerektirir. Devletin zirvesinden gelen bu mesaj, bir talimat değil; bir manifesto olmalı: “Uyuşturucuya sıfır tolerans, topluma tam koruma.”
BU BİR GÜVENLİK MESELESİ DEĞİL VAROLUŞ MÜCADELESİ
Uyuşturucuyla savaş, sadece emniyetin ya da yargının omuzlarına yüklenemez; bu, eğitimden sağlığa, ekonomiden kültüre kadar her alanı kapsayan bir ulusal seferberlik. Ancak gerçek şu: Devletin sert olmadığı yerde, suçlular cesaretlenir, toplum çöker. Bugün yapılması gereken, sebepleri kökünden yok etmek –yoksullukla mücadele, kaliteli eğitim, aile destek programları– ve sonuçlara karşı tereddütsüz bir ceza politikası izlemek.
Eğer bu yapılmazsa, ülke gençlerini rehabilitasyon merkezlerinde değil, mezarlıklarda kaybederiz. İstatistikler acımasız: Her yıl binlerce genç bağımlılıktan ölüyor, aileler dağılıyor, ekonomi milyarlarca dolar zarar ediyor. Hiçbir ulus, gençlerini kaybederek ayakta kalamaz; müreffehlik, sağlıklı nesiller üzerine kurulur. Bu çürüme durdurulmazsa, yarınlarımız karanlık bir girdapta boğulur. Artık harekete geçme zamanı: Sert yasalar, etkili infaz, kapsamlı önleme – yoksa tarih bizi affetmez.