Bitemeyen aşklar…
Bu hafta yazıma ekranlardan değil, sahneden haberlerle başlıyorum. Şu ara ekranda yeni bir proje yok ama tiyatro sahneleri dolup taşıyor. Bazı oyunlarda yer bulmak zor. O yüzden bu hafta rotayı sahneye kırdım.
Yaklaşık iki yıldır oynanan bir oyundan söz edeceğim: “Aşk Biter Mi?”. Hâlâ oynuyor olması tesadüf değil. Seyirciyle bağ kurabilmiş bir iş.

Evrim Alasya’yı uzun süredir “Kızılcık Şerbeti”nde izliyoruz. Sahnedeki duruşu televizyondakinden daha sade. Duyguyu zorlamadan, metnin içinde kalarak oynuyor.
Kerem Alışık da aynı çizgide duruyor. Karakterini öne çıkarmaya çalışmadan, hikâyenin akışını bozmadan ilerliyor. İki oyuncu da birbirinin önüne geçmeden oyunu birlikte götürüyor.
Hikâye yıllar sonra karşılaşan iki eski sevgili üzerinden ilerliyor. Oyun “aşk bitti mi?” sorusunu yüksek sesle sormuyor. Daha çok, zamanla değişen insanlar ve yarım kalan cümleler üzerine kuruluyor.
Metni Serhat Yiğit yazmış, yönetmen koltuğunda Işıl Kasapoğlu var. Anlatım sakin, tempo yerli yerinde. Şiir ve müzik var ama abartmadan, metnin parçası gibi.
Tek perde oynanıyor ve yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Uzatmıyor, dağıtmıyor. Oyun hâlâ AKM, Zorlu PSM ve Caddebostan gibi sahnelerde izleyiciyle buluşuyor.
AH O YEL DEĞİRMENLERİ…
Şimdi, büyük prodüksiyonlu bir müzikale geçiyorum. Karşımızda kalabalık kadrosu, iddialı kostümleri ve müzikleriyle kendini baştan belli eden bir iş var, “Don Quixote”.

Miguel de Cervantes’in klasik metninden uyarlanan oyun, müzikal formunda sahneleniyor. Hikâye zaten bildiğimiz Don Quixote hikâyesi. Sahnedeki anlatım ise sade bir çizgide değil… Bol oyunculu, müzikli, eğlenceli, hareketli bir tempo tercih edilmiş. Yönetmen koltuğunda yine Işıl Kasapoğlu var. Oyun hızlı akıyor, temposu hiç düşmüyor ve en önemlisi izlerken keyif alıyorsun.
“Selçuk Yöntem nerede” diyorduk. Meğer sahnedeymiş. Don Quixote rolünde, güçlü sesi ve sahne duruşuyla oyunun merkezinde. Onu canlı canlı izlemek isteyenler için iyi bir fırsat.
Zuhal Olcay da kadroda. Sahneyle kurduğu bağ hâlâ çok güçlü. Sesi ve oyunculuğu ile göz dolduruyor.
Sancho Panza rolünde Cengiz Bozkurt var. Hikâyeyi sulandırmadan, ustaca daha eğlenceli bir hale sokuyor. Laf aramızda, kendisini ayrı bi seviyorum.
“Don Quixote” büyük salon işi. Zorlu PSM başta olmak üzere geniş sahnelerde oynanıyor. Canlı orkestra, kalabalık oyuncu kadrosu, dekor ve kostümle desteklenen, gözü ve kulağı aynı anda dolduran bir prodüksiyon.
AĞIR!
Üçüncü oyunda daha sert bir yerden giriyorum. Baştan söyleyeyim. Bu oyun eğlendirmek, keyifli vakit geçirtmek için yapılmış bir oyun değil. İzleyiciye rahatlamayı vaat etmiyor. Oturup izliyorsun, düşünüyorsun, biraz da rahatsız oluyorsun. Sanırım amaç biraz da bu.

“İnsanlar, Mekanlar, Nesneler”, Duncan Macmillan’ın oyunu. Bağımlılık, iyileşme ve insanın kendisiyle yüzleşmesi üzerine. Kolay bir konu değil.
Başrolde Merve Dizdar var. Oyun büyük ölçüde onun üzerinden ilerliyor. Sahnedeki hali çok net. Saklamıyor, yumuşatmıyor, süslemiyor. Ekranda gördüğümüz Merve Dizdar’dan daha sert, daha net bir performans izliyorsun.
Oyunda başka oyuncular da var ve hepsi olması gereken yerde duruyor. Kimse dikkat çekmeye çalışmıyor.
Sahne tasarımı sade. Gözü yoran, dikkat dağıtan bir dekor yok. İzlerken oyunda kalıyorsun.
“İnsanlar, Mekanlar, Nesneler” Zorlu PSM’de sahneleniyor ve büyük ilgi görüyor. Özellikle sahnede güçlü bir hikâye ve sağlam oyunculuk görmek isteyenler bu oyunu tercih ediyor.