İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

ARSIZ VE HIRSIZ FABRİKASI

YAYINLAMA:

Metrobüsteydim. Aylardan ocaktı. Soğuk ve karlı bir gün. Orta sıralarda, ayakta, tıkış tıkış olmaktan ancak kurtulmuştum. Önden bir bağrış çağırış sesi yükseldi. Boyumun avantajı ile doğrudan en önü, şoför mahallini, ön kapı girişini görebiliyordum. Sesin geldiği yere gözlerimi diktim. Giyimi, saç yapısı, aksesuarları itibarıyla muhtemelen bir plazadaki ofisine gitmekte olan, kendini eğitimli sayan 30’lu yaşlarda alımlı bir hanım idi bağıran. Binmiş olduğu metrobüse kendini ‘fazla’ gören bir iç dünyası, kurgulayamadığı bir iç huzursuzluğu vardı. Şoföre çirkin bir şekilde çemkiriyordu:

-Babanın yeri mi, istediğim yere çantamı koyarım.

Ağzından Karadenizli olduğu belli olan şoför gerçekten nazik ve sakindi.

-Hanımefendi, aynayı görmem gerekiyor. Çantanızı oraya koyamazsınız. Lütfen alınız…

Kadın freni patlamış ve bayır aşağı giden bir kamyon gibiydi. Susmuyordu. Susmak bir yana hem ses tonu hem de içerikteki edep yoksunluğu artıyordu:

-Otobüsün sahibi misin sen? Haddini bil. İstediğim yere koyarım.

Araya birçok insan girdi ve öylece metrobüs hareket edebildi. Duyduklarım bir yana söyleyen profilin metrobüs dışı hayatında etrafa oynadığı rolü düşündüm. Bir hayal kırıklığı portresi olarak kazındı aklıma. Mart ayı idi. Otobüste gidiyordum. Karsız ama serin bir gün. Sakallı ve 25’li yaşlarda bir gence, “kardeşim biraz ilerler misin” dedi 50 yaşlarında bir adam.

Genç döndü:

-Senin başka işin yok mu babalık, karışma bana.

50’lik adam “Ayıp oluyor ama kardeşim, ne dedim ki sana?” diye cevap verdi. Tartışmaya başkaları da katıldı. “Hadi kardeşim uzatma, ilerle işte” dediler. Gencin terbiyesizliğine karşılık kimse kaba bir laf etmemişti... Ortada biçimsiz duruyor, yolu kapıyor, insanlar da ilerlemesi için rica ediyorlardı.

Genç, belinden silah çıkardı. Havaya kaldırdı:

-Boş boş konuşan, saçma sapan sataşana gereken cevabı veririm. Hadi buyrun dayılar…

Herkes dondu kaldı. Şoföre biri rica etti:

-Çek şurada bir karakola, bu arkadaşın derdini sorsunlar?

Adeta kudurdu genç küstah:

-Nereye çekerse çeksinler, babam polis, derdinize yanarsınız…

Otobüste, “ilerle kardeşim” diyene silah çekeni ilk kez görmüştüm.

Bu da kalıcı bir şekilde yerleşti hafızamda.

Haziran ayı olmuştu. Ramazan’dı üstelik. Bir halk otobüsündeydim. İstanbul’un iyi bir semtinden kenar sayılabilecek bir mahalleye gidiyorduk. Önce fark etmemiştim olanı. 55 yaşlarında bir adamın, 45 yaşlarında ve başı kapalı bir kadına “Çocuğuna biraz terbiye vermen iyi olur” demesiyle konuyu izlemeye başladım. Kadın, adam daha bu lafı der demez, ‘”Ne edepsiz adamsın sen, başkasının karısına karışıyorsun” diye doğrudan saldırıya geçti. Meğerse hem hamile, hem de elinde 2 yaşlarında bir çocuk olan bir kadın için, adam, koltukta oturan 10-11 yaşlarındaki çocuğa “Annenin kucağına geç, bak teyze otursun” demiş ve çocuk “Hayır ben oturacağım, sana ne” diye cevaplamış.

İşte münakaşa bu yüzdendi ve çocuğun annesi susmak bilmiyor avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

- Çocuğum akbil bastı, niye kalkacakmış? Akbiiiiiiil bastıııııı, akbilllll.

Başka bir kişi kadına müdahale etti. “Sen de edepsizsin ha!” diye nasibini aldı kadından. Üçüncü kişi de öyle. En son 80’lerinde yaşlı ve sakallı bir amca “Ya kadın sus Allah rızası” için dedi. Kadın susmadı. Susmaya niyeti yoktu. O an şoför arabayı kenarda durdurdu, kalktı ve bağırdı:

-Ya sus, ya in.

O zaman sesi kısıldı ancak.

Edepsizlik artık okunmuş okullardan, yaşanmış yıllardan ve edinildiği varsayılan görgülerden bağımsız bir şekilde artarak kol geziyor. Hakkına razı olmayan, ahlaklı davranmayı aptallık sayan, çifte standardı kendine hak bilen insanlar, nesiller yenilendikçe daha da artıyor. Kentleri köye, binaları ahıra çeviren bu yaklaşım, insanlığı da ortadan kaldırıyor. Şehit cenazesinde siyaseten görüntü amacıyla bulunma içten pazarlığına, ortamı şehidin aziz ruhunu hiçe sayarcasına savaş alanına ve racon kesme mekânına çeviren de edepsizlik okyanusunun usta yüzücüleri olarak millete örnek oluyor. Bir yaşlı amca geçende bana dedi ki; “Geri kaldık sanma oğlum. Dünyanın en büyük fabrikasını kurduk. Üç vardiya durmaksızın çalışıyor.” “Ne fabrikası?” dedim. Güldü. Acı acı güldü : “Arsız ve hırsız fabrikası!” dedi.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...