İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

CAKA SEGMENTİ

YAYINLAMA:

Lale Devri denince akla ne gelir? Adı üstünde: Laleler. Bülbüller. Kâğıthane sefaları. Nazlı nazlı süzülen zarif kayıklar. İçlerine kurulmuş afetler. Hepsi üstüne haldır haldır dizeler döktüren ehl-i keyif şair Nedim. Yani o dönemin “elit” takımı. Evet, bunlar vardı. Ama pek hatırlanmayan bir başka kesim de vardı: Ateş üstündeki -ağzı yarı kapalı- kazan içinden onları izlerken diş gıcırdatan yoksul kalabalık. Toplumda daha ağırlıklı idiler gerçekte. Öyle olduğu çok geçmeden açığa çıktı. Kazan patladı. Ortaya saçılan “ayak takımı” laleleri yoldu, kayıkları devirdi, sarayları bastı. Dünya tatlısı Nedim -bir rivayete göre damdan dama atlayarak sıvışırken- düşüp rahmetli oldu.

Hep düşünürüm: İnsanlara öyle sonuçları göze aldıran nedir? Kendini ayrıcalıklı ve üstün hissetme keyfi elbette. Günümüzde bu en çok “lüks” diye dünyaca ünlenmiş öteberi sahibi olmakla sağlanıyor. Çanta çantadır. Bir şeyleri ceplere doldurmayıp başka bir şey içinde taşımaya yarar. Malzeme ve işçilik olarak maliyeti en çok üç dört yüz liradır. Ama bakıyorsunuz: Vitrindeki “lüks” çantanın fiyatı on bin lira! Neden? Lüks de ondan. Yani sahibinin ne sıra dışı kişi olduğunu belli ediyor. Bana sorarsanız söz konusu kişi sıfır numara snop, o kadar.

Çağlayan Yayınevi’ne büyük borcu olan biri para ödeyemeyeceğini, ama lüks otomobilini verebileceğini söylemişti. İster istemez kabul ettik. Gelen arabayı görünce şaşırdık. Tekerlekli villa gibi bir şeydi. Direksiyonuna geçip İstanbul sokaklarına çıkınca tedirgin oldum. İnsanlar haset ve nefretle bakıyor gibi geldi. 6/7 Eylül gecesi Sibel Göksel’i Boğaz’da yemeğe götürürken Ortaköy’de sarılıp taş ve sopalarla haşat edilen araba da oydu. Onarılmasından sonra ölmüş eşek fiyatına elden çıkarmış, bir daha da nakil aracı işlevinden öte iddiası olan otomobil kullanmamaya dikkat etmiştim. Önceki gün YeniBirlik’te “Otomotivde Lale Devri” başlığını görünce bunları hatırladım. Yazıdan bilmediğim şeyler öğrendim: Araba piyasamızda E segmenti (lüks) ve F segmenti (ultra lüks) kesimler varmış. Bilgiler de “Amma tuzu kuru ulusuz” dedirtecek gibiydi: Ülkemizde bu yılın ilk yarısında 16 Aston Martin, 2 Bentley, 12 Ferrari, 1 İnfiniti, 116 Jaguar, 22 Maserati, 8 Lexus ve 3 Lamborghini satılmış.

Demokratik Türkiye’de bunların sahiplerini gidecekleri yerlere daha çabuk ya da daha kestirmeden ulaştırması olanaksız. Ancak daha “havalı” götürebilirler. Sahiplerine o havayı da abartmamalarını, tekerlekli servet kanıtlarını fazla afur tafurla kullanmamalarını tavsiye ederim acizane. Cebi delik şu yazarın ve bir eşeği bile olmayan fiyakasız Nedim’in başlarına gelenler unutulmamalı.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...