İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

PEYGAMBER OCAĞI

YAYINLAMA:

İslamcı olarak tarif edilen, dini referanslarla yaşayan bir ailenin mensubuyum. Ayrıca İmam-Hatip mezunuyum. Yetiştiğim çevrenin de muhafazakar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Geçtiğimiz günlerde sosyal çevre ve aile sorgulaması yaptım kendi kendime. Son 5 yılı saymazsak, ne ailemde ne de yakın çevremde, hakim, savcı, asker ve polis yok. 12 Mayıs 2016 tarihinde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın açıklamasına göre Türkiye’de 14bin661 hakim ve savcı var. Genelkurmay Başkanlığı ise Mart 2016’da askeri ve sivil personel sayısını 610 bin olarak duyurmuş. Emniyet teşkilatında ise aşağı yukarı 244 bin kişi görev yapıyor. İmam-Hatip mezunu 10 arkadaşıma ailelerinde hakim, savcı, asker veya polis olup olmadığını sordum. Sonuç ilginç, hepsi olmadığını söyledi. Bu kadarı tesadüf olabilir mi? Bence olamaz.

12 Eylül ve 28 Şubat’ta yaşananlar bizim ve bizden önceki kuşağın emniyet, yargı ve askeriye ile arasındaki mesafeyi açmasına neden oldu. Kendi hayatımdan örnek verirsem, asker ve polis gördüğünde hafif şiddette kalp sektesi geçiren bir öğrenciydim. Direkt bir temasım olmasa da, yapılan açıklamalar ve televizyonlardan gördüğüm kadarıyla hakim ve savcılar da birer korku ve öfke öğesi olarak yer aldı hayatımda. Zaman içinde normalleşen ilişkiler zihinleri de berraklaştırdı elbette. Son yaşadığımız 15 Temmuz hain darbe girişimi ise bu kadroların hayati önemini çok net gözler önüne serdi. Ordusunu yabancılaştırdığınız bir ülkede kendinizi gerçekten rahat hissedebilir misiniz? Atalarının toprağında misafir-ev sahibi benzeri bir ikilem yaşamak normal olabilir mi?

Üstelik peygamber ocağı olarak tanımlanan bir ordudan söz ediyoruz. Bu sorgulamayı yaptığım için, hain darbe girişimi sonrası Genelkurmay Eski Başkanı Org.İlker Başbuğ’un açıklamalarını naif buldum. Başbuğ Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ilişik kesmelerin MİT raporlarına göre yapıldığını söyledi, FETÖ terör örgütünün çok uzun zaman önce önünün açıldığını belirterek tüm sorumluluğu dönemin siyasi iradelere attı. 2007 yılı sonrası ittifak yapıldığını söylerken, bu dönemin başlamasında 27 Nisan e-muhtırası ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan krizler etkili olmuş olabilir dedi. Başbuğ önemsiz bir tonda söylemiş olsa da, o dönem yaşananlar zihinlerde taze. Ordunun siyasete karşı kullandığı tehditkar dil oldukça netti.

Emekli olduktan sonra yaptığı “'Peygamber ocağı dediğiniz bir kurumdur ordu. Dinsizlik söz konusu olabilir mi? Allah Allah diye taarruz eden bir ordudan, gemilerinin direğinde Kuran-ı Kerim bulunan bir ordudan söz ediyoruz. Bu TSK’ya yöneltilen en haksız eleştiridir” açıklamasının bir çeşit günah çıkarma olduğunu düşünenler de olmuştu. Ordu-din ilişkileri hep sorunlu bir alan oldu. Kendini peygamber ocağı olarak niteleyen ordunun, dini referanslarla yaşayan kişilere karşı önyargısı kimsenin inkar edebileceği bir durum değil. Bu durum hem dindarların ordudan uzaklaşmalarına yol açtı hem de takiye yaparak kuruma sızan ve sonrasında korkunç bir darbe girişimi ile ülkenin geleceğini tehlikeye sokan bir örgütle karşı karşıya bıraktı bizi. Tam da bu nedenle İmam-Hatip ve meslek liseleri dahil tüm lise mezunlarının harp okullarına girmesi benim için önemli. Dört yaşımdaki yeğenime şimdiden telkinde bulunmaya başladım, artık büyüyünce ne olacaksın diye soranlara “asker pilot olacağım” diyor.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...