İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​HEPİMİZ AYNI TARAFTAYIZ!

YAYINLAMA:

Bizim temel problemlerimizden birisi tartışmalarda taraf olduğumuz konularla ilgili olarak yeterince donanımlı olmamamızdır.

Birbirimize girdiğimiz zaman birisi çıkıp “Neden?” diye sorsa, çoğu zaman o birisini tatmin edecek argümanlar ileri sürmekte zorlanırız.

Nefretlerimiz ve sevgilerimiz sağlam temeller üzerine oturmuyor.

Taraf olurken esaslı sebepler yerine çevresel faktörlerin veya içi doldurulmamış önermelerin etkisiyle hareket ediyoruz.

Bunda belki eğitim sisteminin hala gerçekten çok problemli oluşunun temel faktör olduğunu söyleyebiliriz.

Neyin ne olduğunu öğretmekten önce, neyin ne olduğunu nasıl öğreneceğimizi öğretmeliler.

Belki de çok çabuk inanıyoruz. Bu da çıkmaza girmemizi kolaylaştırıyor.

Kim ne derse desin, tarih de bir bilim alanıdır.

Tarihler ve anlaşma maddeleri ile doldurduğumuz hafızalar yerine, olayların nasıl analiz edileceğini, tarih bilgisinde doğruya nasıl ulaşılacağını göstermek, kimyada laboratuvar deneyleri kadar önemlidir.

Fakat biz dikte etmeyi tercih etmişiz.

Bunu sevin, bu çok iyi…

Bundan nefret edin, çünkü o çok kötü…

Ama neden?

Halbuki milli eğitim bir hesaplaşma alanı değildir. Olmamalıdır.

Geçen yazımızda Vahdettin Han’dan bahsettik.

Birçok insanın zihninde, “Vatanı sattı. Kaçtı. Hain!” yargısı kökleşmiş durumda.

Vatanı nasıl sattı? Gerçekten sattı mı?

Ülkeden hangi şartlarda nasıl çıktı? Bu çıkış kaçmak olarak tanımlanabilir mi?

Bu konuda farklı uzman tarihçilerin bakış açıları nelerdir? Bu farklı bakış açılarını doğuran yaklaşımlar nasıl ortaya çıkmıştır?

Atatürk’ü onunla ilgili okulda öğretilenlerin dışında hiçbir kitap okumadan kayıtsız şartsız sevmek yerine, hakkında çıkan dikkate değer kitapların tamamını okuyarak ve insan olduğuna göre muhtemel hatalarını da anlayarak sevmek daha değerli bir sevmek değil midir?

Bütün bunları cevapsız bıraktığımız için, Osmanlıya temelden karşı çıkan akl-ı evvel, gemiye binip ülkeyi terk edenin Abdülhamid Han olduğunu zannediyor. Ve TRT’de dizisinin yapılmasına feryat ediyor.

Durum bu kadar vahim.

Böyle bir yanlış bakışı düzeltmeye neresinden başlayacaksınız?

Söz konusu olan bizim tarihimiz.

Biz bize ait olanı reddederek hiçbir yere varamayız.

Önce kendimizi kabullenip, sonra yanlışları ve doğruları önyargısız bir zihin açıklığıyla anlamaya çalışıp, toplum olarak hem geçmişimizle hem birbirimizle olan ilişkilerimizi “biz” temelinde yeniden şekillendirmek zorundayız.

Tarafların kendi fanatizmiyle istedikleri yerlere inşa ettikleri kolon ve kirişler üzerinde yükseltmeye çalıştığımız bu yapı önünde sonunda çöker.

Hep birlikte altında kalırız.

Aynı zeminde yaşıyoruz.

Ve hepimiz için bizi koruyacak bir çatı lazım.

Bu ikisi arasındaki kavgaları makul tartışmalar ve uzlaşmalar olarak revize etmediğimiz sürece ne çağdaş olabiliriz ne de geçmişin ihtişamını yakalayabiliriz.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...