İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​PİYON!

YAYINLAMA:

Osmanlının son dönemindeki sadrazamlardan beri devlet adamlarının yabancı bir ülkeye yakınlıkları tarihin kaydettiği ve ilginç bir şekilde doğal karşıladığı bir durumdur.

İngiliz yanlısı filanca paşa…

Alman yanlısı falanca paşa…

Bir ülkenin yanlısı olmak bu anlamda kendi ülkesinin aczini ve bağımsızlığını yitirdiğini kabul etmekle de eş anlamlı aslında.

Çünkü bağımsız ve güçlü dönemlerde başka bir ülke ile bu kadar yakınlık, ihanet ve sonuçta o ülkenin elinde “Cem Sultan” olmakla sonuç verir.

“E ne yapalım. Şartlar böyle. Ülkemiz zor şartlarda bir yere yaslanmak zorundayız!” bakış açısının işe yaradığı hiçbir zaman görülmemiştir.

Abdülhamid Han gibi milli olmak ve denge siyaseti izlemek başka bir şey.

Ama Almancı, İngilizci olmak bambaşka…

Sonuçta başka ülkeye yaslanmak, başka ülkenin kucağına düşen devlet adamları eliyle devleti zaafa uğratmış, bu zaafın izleri günümüze kadar da sürmüştür.

Yakın zamanda siyasi geleceklerini endeksledikleri ülkelere muhabbetleriyle öne çıkmış isimleri biliyoruz.

Yeri geldi bakan da oldular, başbakan da oldular… Halbuki siyasetçi bile olmamaları gerekirken…

Ama oldular.

Öyle ki, iktidara geldiklerinde hamisi bulunan ülkelerin başındakilerin ardı ardına ziyaretleri herkesin dikkatini çekmemiş miydi?

Bu durumu ülkelerin iş birliği olarak görmek safdilliktir.

Bugün de yukarıdan aşağıya yani tabana sirayet etmiş bir durumdur.

“Avrupa’dan vazgeçelim, Ruslar daha iyidir!” yollu cümleler, ezikliğin ve kendine inançsızlığın eseridir.

Veya “Avrupa’dan vazgeçemeyiz!” iddiası da…

Tepedekilerin ihaneti, milletin ferasetine bulaşmış adeta!

Biz bizi nasıl tarif ediyoruz ve nereye koyuyoruz ki, bizden başka herkes bizden daha önemli?

Türkler binlerce yıllık tarihinin hangi döneminde “küçük”lüğü kabul ederek var olabilmişlerdir?

Bizim elbette bir duruşumuz olmalı.

Olmamız gereken yer bulunmalı.

Neyi nasıl yapacağımızı da kendi menfaatlerimiz belirlemeli.

Dolayısıyla Alman ne der, İngiliz nasıl bakar, Rus nasıl karşılar bizim meselemiz olmamalı.

Anadolu coğrafyasında ve büyüklüğümüzün hinterlandında bizim için iki tercih var.

Ya güçlü olur, oyunu biz kurarız.

Ya da piyonluğa razı oluruz.

İkisinin arası yok.

Bu gerçeği kabullenip, stratejimizi buna göre belirledikten sonra ister sağcı olalım ister solcu fark etmez.

Çünkü o andan itibaren yerli ve milli olmayı başarabilmişiz demektir.

Bunu başardıktan sonra tartışılacak tarz-ı siyaset ise teferruattan ibarettir.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...