İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

OLDUKÇA ERKENDİ, HALÂ ERKEN

YAYINLAMA:

Geçen hafta sonu Avustralya’da başlayan 2017 yılı Formula 1 yarışlarıyla birlikte akıllara her sene olduğu gibi gene F1-Türkiye macerası geldi. Hâtıralar canlandı, derin derin iç çekildi ve Bernie ECCLESTONE’un devrilmesiyle yerine gelen “palabıyık” Chase CAREY hakkında ümitvâr olundu.

2005-2011 yılları arasında, altı sezon süren bir rüya gördük bu topraklarda. F1’in F1 olduğu yıllardı. İhtiyar Bernie, kural değişikliklerinin cılkını çıkarmamıştı henüz; Schumacher, Raikkonen, Massa ve Hamilton’nun kıyasıya yarıştığı, izleyenlerin her virajda her (chicane) şikanda hop oturup hop kalktığı mücadele gözümüzün önünde cereyan etmekteydi. Sonra bir gün sabah oldu ve rüyadan uyanıverdik.

Dünya üzerinde “zengin sporu” olarak bilinen birkaç spor dalından biri olan Motor Sporları ve özellikle Formula 1 yarışları, entegre pazarlama projeleri sayesinde kendisine bir taraftar kitlesi oluşturmuş ve dünyanın müreffeh kesimlerinden genç/yaşlı demeksizin sevenleriyle adeta bir tarikat-cemaat sosyolojisi inşa etmişti. Bir Çinli ile bir Bahreynli, bir Hintli ile bir Finli aynı spor dilini konuşabiliyor ve gayet rahat iletişim kurabiliyorlardı. Heyecan dolu yarışlar, ışıltılı bir dünya, şıkır şıkır mankenler, yakışıklı pilotlar, kulakları sağır eden motor sesleri ile kendi ambiyansını eşsiz kılma konusunda çok başarılılardı.

Zamanın İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet YILDIRIM ve motor sporlarının duayenlerinden Tahincioğlu Ailesi’nin gayretleriyle 2002 yılında başlayan proje 25 milyon dolarlık bir bütçeye sahipti. 2005 yılında pist ilk yarışa ev sahipliği yaparken toplam maliyet 292 milyon dolara ulaşarak kendi çapında bir rekor (!) kırmıştı bile. 5+1 yıllık kontrat gereği yıllık 13.1 milyon dolar olan katılım ücretinin yeni kontratta 26 milyon dolara çıkartılmasına tepki gösteren Kamu Otoritesi kontratı yenilemeyince olanlar oldu. İhtiyar Bernie tası tarağı toplayıp terk etti Güzel Ülkemizi ve biricik pistimizi.

Ata Sporumuz güreş ve Er Meydanı KIRKPINAR hariç bütün açık hava ve salon sporlarında genel bir seyirci sıkıntısı bizim bilinen hastalıklarımızdan maalesef, bunun üzerine pistin şehir merkezine çok uzak ve toplu taşıma imkânlarından mahrum olması, sosyal donatı (WC-Büfe-dinlenme) konusunda çağın gerisinde kalması, pist yakınlarında yabancı misafir ve ekipler için konaklama imkânlarının sınırlı olması, yarışmalarda seyirciyi piste çekecek Türk pilot olmaması gibi onlarca sebep sayabiliriz bununla ilgili olarak.

Türk Halkının spor sevmezliğini hatırlayınca diğer gerekçeler kendiliğinden anlamsızlaşıyor zaten. Biz spor-sever değil, olsak olsak futbol-sever bir milletiz, o da işimize gelince ve başarıya endeksli bir şekilde. Bizde ne motor sporları, ne su sporları ne de; Tour de’ France’ın Alpler geçişinde Alberto CONTADOR’u, Lance ARMSTRONG’u birkaç dakika görebilmek için binlerce metre tırmanan bisiklet- sporu severler var. Varsa yoksa futbol var gündemimizde, bir de azıcık olmak kaydıyla (OBRA Reis ve Final Four aşkına) basketbol.

Gerçekçi olursak Formula 1 gibi fantezi işler bizim için Kaf Dağının ardında. Daha Türkiye Rallisi’ne katılacak yabancı ekip ve pilot bulamazken/ Kenan SOFUOĞLU çocuğu yaşındaki veletlerle 500 cc’de yarışıp onları yendi diye göbek atarken/ araba fabrikalarımız sponsorluk konusunda bunca pintilik yaparken/ bazı şeyler o zamanda erkendi bizim için şimdi bile erken.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...