İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

​YALAN DÜNYA

YAYINLAMA:

“Kim umar senden vefayı/ Yalan dünya değil misin?” diyen Yunus Emre, çağları aşan bir problematiği çözüyor ve formüle ediyor, sayfalar dolusu anlatılacak konuya nokta koyuyor.

Fakat biz insanoğlu, dünyanın yalancılığı karşısında bu formüle rağmen bir vefa arayışına giriyor veya bu yalancılığı ve vefasızlığı görmezden gelebiliyoruz.

Demek ki genel kabul görecek omurgalı bir sosyal hayat beklentisi ütopik…

Ve demek ki, yalancının peşine takılandan doğruyu beklemek beyhude…

Peki neden bu aldanış.

Bile isteye aldanış.

Para için… Güç için… Menfaat için.

Para, güç ve menfaat üçgenindeki sahte aldanmışlık ve adanmışlık bu kadar dirençli olmasa, insanlığın “huzur”u bulması ne kadar zor olabilir ki?

Mutlaka bitecek bir ömür için uyanık bir bilinç ne kadar ve nereye kadar yatırım yapar?

Ancak kendini aşan bir faziletle insanlık için yani şahsı için değil.

Böyle bir durumda kavga ve kargaşa beklenemez.

Kavga ve kargaşa varsa -ki var- egoların bilinçleri uyuşturduğunu pekâlâ söyleyebiliriz.

Çünkü Yunus Emre’nin altını çizdiği gerçek “değmez kardeşim” olarak tercüme edilebilir.

Bu dünya eğilip bükülmeye değmez!

Ama eğilip bükülmekten bel fıtığı olmuş veya omurgalarını aldırarak bu sorundan kurtulmuş taklacıların arasında yaşıyoruz.

Ve en küçük bir itirazda suçlanıyoruz üstelik: Sen çağdışısın!

Çağdaşlığın tarifini dünyaya aldanarak yapanlar, sahte tanrılar üretmeyi de ihmal etmiyor.

Dağda bir çobanın huzur içinde bulduğu ve varlığını hissedip secde ettiği o tek Yaratıcı için, çağdaş olanlar yeni tarifler geliştirmeye çalışıyorlar.

Çünkü ancak o sahte tanrılar izin veriyor omurgasızlığa:

Evrenin büyük sahibi!

Tanrı var ama din uydurma!

Doğanın gücü adına!

Yerseniz…

Sahte tanrıların birbirinden farkı yok halbuki… Cahiliye döneminde helvadan tanrı yapıp acıkınca yiyen ahmakla, teatral seremonilerle kılıç kuşanıp tapınan kalantor, hakikat karşısında aynı hizada duruyor!

İşte o hiza…

O sıraya geçtikleri aynı çizgi, üç kuruşun, dünyalığın, makam ve mevkinin, gücün çizgisi…

Fakat sonunda ne oluyor?

Yunus’un dediği oluyor:

“En sonunda edip üryân/ Soyan dünya, değil misin?”

Üniformaları çıkıyor herkesin, birkaç metre sıradan beze sarıp, aynı toprağa gömüyorlar sırayla…

Mezar taşını ne kadar abartabilirsin ki?

İstersen piramit yaptır üstüne.

Gün gelir arkeologlara mizah konusu olursun en fazla!

Ah yalan dünya!

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...