İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

BİR SÖZ DEDİ CANAN

YAYINLAMA:

Erkenci iki martıya el salladı. Amaçsız, kararsız kanat çırpışlarını izledi. Başını bahçedeki yıllanmış ağaçlara çevirdi. Uyku sersemi bir kargaya, geceden kalan ekmek kırıntılarını gösterdi. Pencereyi açtı. Sabahın taptaze sesini duydu. Denizin ilk rahiyasını kokladı. Yıpranmamış havayı yüzüne çarptı. Sabahın ilk saatlerini yudum yudum içti. Sadece sustu ve dinledi. Bekledi. Renklerin değişimini seyretti. Erkencilerin, nazik hareketlerinin seslerini birleştirdi. Kara ve deniz sakinlerinin sesleri birbirine karışınca güneş doğdu. Pencereyi aralık bırakarak içeri girdi. Radyoda kanallar arasında gezinirken ‘tanıdık’ bir müzik ile durdu. Bakır cezvesinde pişirdiği kahvesini yudumladı. Dinlemeye devam etti.

“Bir söz dedi canan ki keramet var içinde

Dün geceye dair bir işaret var içinde”

Bugün de Nedim ile içiyordu kahvesini. Her gecenin, emanet ettiği bir sabahı vardı ve her sabahta geceden işaretler kalırdı. Gazel formundaki bir eserin, içeriği ile anlam eşleşmesine dikkat kesildi. Nedim gazelindeki ilk beyit, -matla: gazelin doğduğu beyit- anlam ve form açısından ‘doğuş’ üzerineydi. Kalbindeki kıpırtılar yükseldi. Damarlarında kan daha hızlı akıyor gibiydi. Gülümsedi. Adına seslenen bu eserle, el ele tutuşup saatlerce denize karşı susarak oturduğu yıllara gitti.

“Meyhane mukassi görünür taşradan amma

Bir başka ferah başka letafet var içinde”

İkinci beyit -Hüsn-i Matla: matlaya güzellik katan beyit- okunurken, iri bir karga kalın sesiyle avaz avaz öttü. Aralık bıraktığı pencereye döndü. Adadan inen ilk vapur, güneşin ışıkları ile denizin üzerinde süzülüyordu. Denizin hışırtısı, motorun sesi, martı sesleri birbiriyle alakasızlığın birlikteliğini anlatıyordu. Yek-ahenk olmayan gazellerin birlikteliğini eşleştirdi. Tezat sanatını eserin bu beyitinde seyretmeye başladı. Meyhane ve içindekilerinin iç ve dış betimlemelerindeki zıtlığı duyumsadı. Görünenle yaşananın farkı!

“Eyvah o üç çifte kayık aldı kararım

Şarkı okuyup geçti bir afet var içinde”

Geçip giden vapurun dalgası kıyıya vurdu. Kendisini dalgalara bırakmış üç deniz saksağanı sallandı. Melodiye gömülmüş üçüncü beyitle, eski İstanbul’un anlık manzarasını seyretti. ‘Mecazi Mürsel’i denizde yüzen her şeyin içindekilerle eşleştirdi. Kayığın içindekilere seslenişi duydu: Eyvah!

“Olmakta derununda heva ateş-i suzan

Nay-ın diyebilmem ki ne halet var içinde”

Ney sesi ile hatırladığı bu beyit, şarkıda yoktu. Yosun kokusunu duyduğu havanın, neyin içinden geçişini hayal etti. Hava ve nefes! Dördüncü beyite -Hüsn-i Makta: Maktaya güzellik katan beyit- saklanmış güzellik: Sevgiliye özlemle yaşamak! Dayanamadı, kendince ekleyiverdi şarkıya.

“Ey şuh Nedima ile bir seyrin işittik

Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde”

Nedim ile gezdiği boğazda, güneşin ısıttığı kıyılarda yaşanan herşeyle beraber, bu nişabürek şarkıda, dünde ve bugünde eridi.

Son beyitle, -Makta: Gazelin kesildiği beyit- huzur içinde yeni bir güne başladı.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...