İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

OKUL DÜŞMANI BİR ÖĞRETMEN!

YAYINLAMA:

Bir önceki yazımda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde tam sekiz yıl Millî Eğitim Bakanlığı yapmış ama kendini “eski bir öğretmen” olarak tanımlayan Hasan Âli Yücel’in eğitim sistemimize dâir sorunların çözümüne yönelik kaleme aldığı bir yazıyı paylaşmıştım. Yazısında Hasan Âli Yücel, çözüm konusunda fikri olanlara posta adresini verip fikirlerini paylaşmalarını istiyordu. Ben de merhum bakanımızdan ilham alarak okurlarımdan eğitim ile ilgili sorunlara yönelik çözümü olanların fikirlerine dâvet olarak eposta adresimi vermiştim. Henüz bir dönüş olmadı ama fikirlerin derleyip yazıya dökülmesi biraz zaman alacağı için, umudumu kaybetmiş değilim. İnşallah lafla peynir-ekmek gemisi yürütme zevkinden kurtulanlar olur.

Gelelim bugünkü konumuza. Yazının başlığını okuduğunuzda, “Bir öğretmen, okul düşmanı olabilir mi?” diye düşünebilirsiniz. Her tür düşmanın bolca olduğu ülkemizde, çok şükür ki okula düşman olacak kadar işi ileri götüren kişi, Türkiye’de değil. Kendisi hakkında bilgi edindikçe, düşmanlığında haksız olmadığını anlıyoruz. Ona “okulun azılı bir düşmanı” sıfatını yakıştıran kişi, yazdığı kitabı Türkçeye kazandıran yayınevinin (Edam) genel yayın yönetmeni ve aynı zaman MEB Tâlim ve Terbiye Kurulu Başkanı olan Alpaslan Durmuş. Sayın Durmuş’un kitap için kaleme aldığı önsözde, okul düşmanı olarak nitelendirdiği kişi, John Taylor Gatto. Kitabın adı ise Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı.

John Taylor Gatto’yu kısaca tanıtmak gerekirse, kitaptan şu alıntı yapmak yeterli olacaktır: “Okul reformu konusunda dünyânın her yerinde konferanslar veren meşhur bir konuşmacıdır. New York Times gazetesi tarafından “Yılın Öğretmeni” seçildikten sonra Wall Street Journal gazetesinde yazdığı bir yazı ile 30 senelik devlet okulu öğretmenliği hayâtına veda etti.”

Kitapları yüzbinlerin üstünde bir satış rakamına ulaşan John Taylor Gatto, anlaşılacağı gibi bir Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı. Kitabının adını bir metafor olarak kullanıyor. Türkiye’de irtica gibi sun’i ve uyduruk sorunların halledildikten sonra ortaya çıkan esas sorunun eğitim olduğu gördük. Bu sorunun sâdece bizde olduğunu düşünenlerimizin sayısı hiç de az değildir. Hatta pek de ayrıntısını bilmeden, herkesin ağzında bir “Finlandiya Efsânesi” var. Finlandiya’nın yaptığını bizde yaparsak, eğitim sistemimizin düze çıkacağı rüyâsını görenler bir hayli fazla. Elbette bu, iyi niyetli bir rüyâ ama tıpkı anayasamızı bile Avrupa’dan aldığımızda geri kalmışlık sorunlarımız çözülmediği gibi, Finlandiya’da dikilen elbise bize olmayacaktır.

Nüfusu yönetilebilir kılmak

Ama John Taylor Gatto, başka şeyler söylüyor. “Gatto, bu çalışmasında, okulun insana verdiği zarârın rasyonel ve kasıtlı olduğunu gösteriyor. Gatto’ya göre modern pedagojinin esas işlevi, nüfusu yönetilebilir kılmak. Zorunlu eğitim tuzağından kurtulmayı başarabilmiş insanlara ilişkin örneklerle dolu bu kitap, kişisel potansiyeli gerçekleştirmenin temel şartının farklı bir yetiştirilme ve beceri edinme şekli ile mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. Gatto buna, “açık kaynak öğrenme” adını veriyor.

Gatto’nun okulda zorla(!) verilen eğitim ile ilgili eleştirilerini ve örgün eğitime bakışını okudukça, Foucault’yu okuyor gibi oluyoruz. Foucault’nun hapishâne ve hastane için söylediklerini Gatto, âdeta okul için söylüyor. İster liberal, ister sosyalist sistemde olsun; ister devletçi isterse serbest piyasa ekonomisine sâhip bir ülkede olsun her ülkede aynı okullar var. Önde bir kürsü ve kürsünün karşısında ortada bir ya da iki koridor şeklinde dizilmiş sıralarla, bir kilisenin iç mekânından ilham alınan sınıf mimârîmiz işin en mâsum yönüdür.

Ülkemizde öğrenciler arasında okula güle oynaya giden hiç yoktur. Çok kar yağması ve okulların tâtil edilmesi, öğrenci olan herkesin en çok ettiği duâdır. İlk ve orta öğretimde yoklama zorunludur, ama üniversitede yoklama alınmayan sınıflarda devamlılık oranı oldukça düşüktür. O kadar ki, bâzı öğrenciler ileri gidip, okula gitmedeki “öğrenme” amaçlarını bir yana koyar ve dört yıl sonra gelip diploma almaları teklif edilse kabul ederler. Toplam öğrenim süremiz olan on altı yıldan hâtıra olarak kalanlar, okulda öğrenilenler değil, “okula rağmen” yapılanlardır.

Okullarımızın etrâfındaki duvarların ya da demir parmaklıkların içerisini mi, dışarısını mı koruduğunu hiç sorguladınız mı?

Derse beş dakika geç girmek için elinden geleni yapan öğrencilerin bir futbol maçına neden saatler önce gidip stadyumdaki yerini aldıklarını hiç düşündünüz mü?

Kitap okuma alışkanlığı olmayan bir öğrenci profiline, ücretsiz bile olsa kitap vermenin öğrenciye katkı sağlamadığı aklınızdan geçti mi?

Sizce de “pazartesi sendromu” neden şeyin sebebi, okul yıllarında kaptığımız bir mikrop olamaz mı?

Birçok Türk çocuğunun eğitim almak için ilk sırada tercih ettiği ABD’de bile zorunlu eğitimin karanlık dünyâsının Türkiye’ye has değil, küresel bir sorun olduğunu okuduğunuzda sevinmek ve üzülmek arasında kalacaksınız.

Bu kitaptan rahatsız olan bâzılarının eğitimden bütün beklentileri ise, nasıl oluyorsa, özgür(!) ve sorgulayabilen(!) insanlar.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...