İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce

KENTİ TÜKETMEK

YAYINLAMA:

Birçok şiirler yazarız kentlerimiz için, birçok eseri şehirlere adamışızdır. Biz kendimizi nasıl ona ait hissediyorsak, yabancılaşmamışsak, şehri de kendimize benzetmişizdir. “Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir!”[1] mısrasını kaybedilen bir kentin ardından yazan şair, hem ruhunu hem de kendini adım adım kaybettiğimiz şehirlerimize tanık olsaydı şayet daha ne kadar dizeler dökülürdü? Bu mısralar artık bizim dilimizde daha da yaygınlaşırsa, kendimizi yani şehrimizi nasıl bu kadar yok etmek için çaba sarf etmişiz!

Evlerimiz vardı, sokağa açılan avlu kapısından girdiğimizde daha içeriye adımımızı atmadan huzur bulduğumuz, ailemizin dört duvarın içine hapis olmadığı; avlu bahçesinde çocukların güle oynaya vakit geçirdiği güvenli bir sığınaktı. En fazla iki katlı ve bahçesindeki ağacın altında serin yaz akşamlarında komşularla sohbet edilirdi. Yahut şehrin kalbini saran dar, taş döşemeli sokaklara kapısı açılan; çok katlı olmayan evlerimiz vardı. Pervazlarından aşağıya bir inci kolye gibi dökülen hanımeli, sarmaşık çiçeklerinin kokusuyla insanı gürültüden uzak, oyun oynayan çocukların sesiyle sokağa davet ettiren evlerimiz... Yerini modernitenin getirdiği mekanlara bıraktı. Dört duvarın arasına sıkışmış insanları doğurduk. Çocuklarımızı ayakları toprağa basmayan, sokağın ne demek olduğunu bilmeyen, en fazla gözetim altında tutarak, parklarda kısa zamanda eğitmeye mahkum olduk. Daha çok kâr elde etmek için, çok katlı binaları inşa ettik ama yandaki komşunun kim olduğunu bilmeden kendimizi yabancılaştırdık. Kendimizi tükettiğimiz gibi şehrimizi de tükettik.

Zaman bizi olgunlaştırdığı gibi şehrimizi de olgunlaştırırdı. Eskimezdi ama, yaşlanmazdı. Anı biriktirirdi içinde. Yer yer fotoğraflardı hatıraları. Ne zaman o köşeden, sokaktan geçsen, hemen sana fotoğrafı gösterirdi. Şehir tükenirken, anılarımızı, değerlerimizi, geçmişimizi yani bize dair ne varsa onu da aldı götürdü yanında. Birkaç yapı, eser ve mekan kaldı tarihten miras. Tarihin içinden salınıp gelivermiştir onlar. Zamanın bekçileridir, maziden haber getiren elçilerdir bizlere. Sonra birer imge haline dönüşerek ait olduğumuz geçmişi yansıttığı ve daha çok ziyaret alanı olduğu için turizmin hizmetine kurban gitmeye yüz tutmuştur.

Bir şehir gider, ardından kente can katan ve damarları olan akarsular da gider. Bir şehir gider; nefes aldığı ormanlar da gider ve boğuluruz. Bir şehir gider beyaz yüzü gider ve simsiyah gölgesi kalır. Karanlığın içinde tarih, coğrafya, mimari, kültürel miraslar da kaybolup gider. Yama yapmaya gelmez şehir. İlmek ilmek hayat işlenen şehirde hem kenti hem kendimizi tüketmek yerine, insandan evrene gönülden, sevgi dolu bir ruhla yola çıkmak gerekir.


[1] Kaybolan Şehir, Yahya Kemal Beyatlı

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...